“Bilim itaatsiz olana ihtiyaç duyar” biçiminde ifade edilen bu söz ünlü düşünür Theodor Adorno’ya ait. Bu sözü 13 yıldır İzmir Karaburun’da düzenlenen Bilim Kongresi kullanmaya devam ediyor. Kongre yine Karaburun’da faaliyet gösteren Gündelik Yaşam Bilim ve Kültür Derneği’nin bir faaliyeti. Bir tatil beldesinde uzunca bir süredir düzenli bilimsel bir etkinlik düzenleme fikrinin ülkenin düşünsel açıdan kasabaya dönmüş şehirleri için aslında çok parlak bir örnek oluşturduğunu düşünüyorum.
Gerçi kongre ve etkinlikler kasabaya yaz mevsimi sonunda bir ekonomik canlılık kazandırsa da sadece bu amaçla düzenlenmediğini biliyorum. Sadece bir yıl, 2015 yılında Kongrenin ana teması Kaymakamlık tarafından uygun görülmediği için İzmir kent merkezinde yapılmıştı. Meraklısı için not: (kongrekaraburun.com)
Kongre bu yıl bir yenilik yaparak 4 günlük bir ekonomi politik okulu ve dersleri de hazırladı. 9 ayrı dersten oluşan Ekonomi Politik okulu 1-4 eylül arasında iki ayrı salonda gerçekleşti.
Kongrenin bu yıla özgü ana teması “Ne yapmalı” oldu. Lenin’in aynı adlı eserinden esinlenen bu tema çerçevesinde 5-9 eylül tarihleri arasında 27 oturum ve üç ayrı salonda onlarca konu izleyicilerle birlikte tartışmaya açıldı. Hayli tartışmalı geçen bir çok oturumun genç izleyicileri, biz eskilerle birlikte bir ölçüde güven tazelemeye devam ediyoruz. Gerek Marksizm üzerine gerekse gündelik hayatın çok farklı sorunlarına farklı bir pencereden bakabilmek, yazın son günlerinde oluşan ataleti sarsıp, yeniden düşünmek ve farklı konularda “ne yapmalı” sorunsalı üzerine izleyicileri yoğunlaştırıyor.
Oturumlardan biri “Soma’da yaşananlar ve Gerçekler” üzerine idi. 13 mayıs 2014 günü yaşanan ve 301 madencinin ölümüne neden olan iş cinayetinin ardından yaşanan bir çok gelişmeyi bu toplantı esnasında kavramış olduk.
Özellikle Soma’da örgütlü olan sendikanın cinayet sonrası açıklamaları ve hiç bir şey yokmuş gibi işine devam ediyor oluşunun tepkilerini farklı bir sendika içinde örgütlenerek gösteren işçilerin, aşağıdan örgütlenme modelini yine bu toplantı sırasında öğrendik. Bu toplantı sırasında en çok konuşulan konulardan biri de gündelik siyasete ilişkin olarak, bütün bu yaşananlara rağmen Soma’da iktidar lehine gerçekleşen oy oranları oldu. Kamuoyunda yaygın bir şekilde “ehh, bu olanlardan sonra onların aileleri için müstehaktır…” tarzı açıklamaların hiç bir şekilde haklı gösterilmeyeceğinin altı çizildi. Özellikle hiç bir geliri olmayan madenci ailelerine yapılan parasal yardımlar (özellikle kırsal alanlarda), iş imkanları vb. iktidarın çeşitli biçimlerde kullandığı araçların oy oranlarına yansımasını hayretle karşılamamak gerekir. Büyük şehirlerin içki masalarından yapılan analizlerin gerçeklik ile bağlantısı konusunda ciddi kuşkularım var.
Soma’da gerçekleşen iş cinayeti sonrasında hukuk açısından verilen cezanın kasıt unsurunu içermemesi de ailelerin tepkisini çeken bir diğer konu olarak karşımıza çıktı. Gerçekten aktarılanlara göre 301 işçiden en az 270’inin kaçış koridorunun olması halinde yaşama şansının olacağı, çıkarılan kömürün yanıcı özelliğinin çok fazla oluşu, sadece üretim artışına dayalı bir yönetim politikasının bulunuşu ve bunun gibi bir çok can alıcı konuya bu toplantı esnasında temas ettik.
Esas olarak ne yapmalı sorunu çerçevesinde tartışılması planlanan konuların kimi zaman bu çerçevenin çok dışına da taşması mümkün olabilir. Ancak “ne yapmalı” ve “nasıl yapmalı” sorunsalları bir çok noktaya bağlamak mümkün olsa da Türkiye açısından en yakıcı alanın bizce birlik ve dayanışma olduğunu sanıyorum. Sol içindeki bölünmüşlüğün binlerce çözümlenmesi yapılır iken, birlikte olma yollarının aynı yoğunlukta aranmadığının tanıklarıyız.
Bazen hata yaptığımızın farkında olarak da hata yapabiliriz diye düşünürüm. Ancak bir arada olmanın aciliyeti hiç bir zaman bu dönem kadar yoğun olmamıştı. Galiba “ne yapmalı” sorusuna her alandan verilebilecek en uygun yanıt “Birlikte” olmalı…