Dikta rejiminin kurşun gibi üzerimize çöktüğü bu günlerde sokağa çıkmak, söz söylemek cesaret işi sayılıyor. Yeni yollar bulmak ya da yeni bir yol açmak üzere konuşuyor, yazıyoruz. Yol elbette eskinin hatalarına düşmeden, doğrularını ıskalamadan ama bilhassa çağın ruhunun sahneye çağırdığı meseleleri ve bu meselelerin etrafında kümelenmiş, devrimci bir sinerji taşıyan özneler iyi anlamakla açılabilir. Türkiye üzerinden konuşursak, nasıl bir şer koalisyonu ile karşı karşıyayız ve bu koalisyon, kimleri sistemin dışına iterek, öğüterek onları düzenin mezar kazıcıları haline getiriyor.
Önümüzdeki bir kaç hafta boyunca, özellikle bu konuya odaklanmaya, yani; devrimci ve demokratik siyaset alanının yeni özneleri, yeni müttefikleri ya da dolaylı yedekleri üzerine aklım yettiğince yazmaya çalışacağım.
AKP’nin tek parti diktasına geçiş yapmak için kendi “yerli ve milli” kurgusu dışında bütün fikirleri vatan hainliği ya da “gayrı milli” tanımlamaya başladığı 2010 yılından bugüne, toplumsal katmanlarda büyük çatırdamalar oldu. Güç kazandıkça yalnızlaşan, gücü kaybetmemek için yol arkadaşlarını bozuk para gibi harcayan AKP, geleneksel düşman bellediği Kürtler ve sosyalistler dışında “kendi mahallesinde” oturan muhafazakâr kitleyi de iktidarına tehdit gördüğü ölçüde örseledi. Halka din, iman, yeşil türbeler, cennet hikayeleri anlatırken paranın yeşiline tapan müteahhitler ve 28 Şubat’ın Generalleriyle iktidarını ölümsüz kılmak maksadıyla ortaklık kurdu. Yola çıktıklarını yolda satan, yolda bulduğu “Eski Türkiye” aktörleriyle “Yeni Türkiye” kurduğunu iddia eden AKP, düne kadar din nosyonuyla idare ettiği kitleler üzerindeki etkisini her geçen gün kaybediyor.
Özellikle 15 Temmuz sonrası “Eski Türkiye’nin” toplumsal ve siyasal katmanları deprem etkisiyle yer değiştiriyor. Devleti ele geçireyim derken, geleneksel devletin kurşun askeri olan AKP, dindar insanları hızla muhalefet alanına iteliyor. Geçmişte “Laik Türkiye” söyleminin arkasına sığınan askeri ve sivil muktedirler AKP gericiliğinin garantörü konumuna geldiler. Toprakları, dereleri, ormanları talan edilen köylüler, işinden KHK ile ihraç edilen yüzbinler, dini duygularla AKP’ye oy verdiği halde “Türkün gücünü göreceksiniz” diyen ırkçı faşistlerin eline terk edilen Kürt muhafazakârlar, AKP’li olmadığı için terörist sayılanlar, her ay ortalama bir kent nüfusu kadar sayıları artan işsizler ordusu, siyasal baskılarla örgütsüzlüğe, açlığa mahkum edilen emekçiler, enflasyon karşısında ezilen, vergi yükü her geçen gün büyüyen esnaf AKP için kaygan zemin oluşturuyor.
Yeni bir yol açmak, yeni bir dil ve örgütlenme perspektifi gerektirir. Kendi mahallemizde yakınma, sitem dolu lakırtılar yapmak yerine ayaklarımız yeni yollarla tanışmalı. İnsanları kendi fikrimize ikna etmek zorunda değiliz. Farklı fikirlerde olduğumuz insanları bir siyasi parti çatısında buluşturmak zorunda da değiliz. Bir yudum huzur ve özgürlüğe susayan toplumsal katmanları demokrasi, insan hakları ve barış ekseninde toplumsal direnişe katmamız gayet olası. “Düne kadar gözlerim ve kulaklarım insanların acılarına kapalıymış, şimdi farkına varıyorum ve bu nedenle kendime çok kızıyorum” diyen ‘karşı mahalleden’ bir insanla karşılaşmak atık bir istisna değil. Dini referansla siyaset yapmanın iyilik doğruluğun garantisi olmadığı, milliyetçilik adı altında madenlerin, ormanların yağmalanmasında emperyal şirkete ortaklık yapıldığına insanlar tanık oldu. İlk defa Gezi ayaklanmasında yakından tanıdığımız Antikapitalist Müslümanlar, Emek-Adalet gibi küçük grupların ötesinde AKP’nin siyasal İslam cenderesinden kurtulmayı başarmış kitleleri demokratik siyasetin gücüne katacak eylem ve söylemler geliştirmek gerekir. “Dün neredeydiniz?” negatif sorusu yerine “bugün ne yapabiliriz?” pozitif siyaset dili isabetli olacaktır. AKP etkisinden uzaklaşan insanlara siyasi çıkar için değil, demokratik normları farklı fikirde olan kesimlerin ortak paydası haline getirmek için ilişkilenmeliyiz. Konfeksiyon atölyelerinde ağır çalışma koşullarında çalışan başörtülü kadınların sınıfsal davranışları Sarayda ikamet eden, elli bin dolarlık çanta taşıyan başörtülü kadınlarla aynı olmayacağı sosyolojik bir gerçekliktir. “Çalmayacaksın, kul hakkı yemeyeceksin, öldürmeyeceksin” düsturuyla hareket eden yoksul muhafazakâr bir vatandaşla, şirketinin adını “İhlas” koyup sahte “iflas”la dini duyguları paraya dönüştüren holding sahiplerinin siyasi irtibatı sonsuz değildir.
AKP’nin %1’lik kaymak tabakanın çıkarlarını temsil ettiğini, tartışmanın din ekseninden çıkarılarak özgürlük, eşitlik ve sosyal adalet eksenine oturtulması ya da en azından dinsel eksenli kalsa bile, sosyal adaletçiliği ıskalamayan bir dindarlığın ezilenlerin ortaklaşmasını kolaylaştıracağını bilmemize rağmen bu durumu bilince çıkaramadığımız için uzatmalı faşizm günlerini yaşamaya devam ediyoruz. Karşı Mahalleyi ve bizim mahalleyi haraca bağlayan çeteden kurtulmanın yolu, ortak soruna karşı ortaklaştığımız demokratik bir zemin oluşturmaktan geçiyor.