Romalıların dediği gibi, insanlar plan yaparken, tanrılar gülermiş. Memleketin ve dünyanın içinde bulunduğu durum üzerinden, ülkemiz devrimci hareketine kuvvet taşıyacak, potansiyel devrimci-muhalif güçleri yazmaya başlamıştık ama, üç hafta önce, AKP, kayyumlar marifetiyle, Kürt halkının “milli iradesine’ çökünce, gündeme uygun olarak planımızı aksatmak zorunda kaldık.
Her ne kadar serinin başlığı ‘KarşıKomşu’ olsa da, bu hafta, aslında bu davanın asli müşterekleri, muhayyel sosyalizmin güncel ve somut hali olan, arkadaş komünleri üzerine bir şeyler yazmaya çalışacağım. Kimdir bunlar? Bir zamanlar birlikte örgüt kurmuş, öğrenci derneği kurmuş, siyasi parti kurmuş, yerine göre mücadelenin ihtiyaçları için kamulaştırma eylemi yapmış, yerine göre bildiri dağıtmış, hapis yatmış, işkence görmüş, yargılanmış, hasbelkader teşkilatın dışına düşmüş, ama birbirlerini iyi günde kötü günde sınamış, birbirlerine güvenen, hatta dünyaya, birbirlerinin dostlukları üzerinden anlam veren, küçük komünler.
Ne iş yapar bu komünler? Bunu biraz daha somut hale getirelim. Örneğin, içerdeki devrimci tutsaklara, mektup ve kitap yazmayı kendilerine iş edinmiş olan “Dışarıda Deli Dalgalar” grubu. Çanakkale civarında faaliyet yürüten, zirai şirketlerin tarım politikalarına karşı atalık tohumları toplayıp tescillemeye kendisini adamış “Emanetçiler”. Hopa-Artvin merkezli olmak üzere, Karadeniz’in çevre sorunları başta olmak üzere yerel sorunlarına kafa yoran Biryaşamcılar ve Derelerin Kardeşliği Platformu. İstanbul’un, Ankara’nın, İzmir’in neredeyse her üniversitesinde, güncel komünizmin sorunları üzerine kafa yoran, çeviriler yapan, okuma grupları oluşturan, örneğin, Boğaziçi Üniversitesi’nin “Kırmızı Pazartesi Okuma Grubu” komünist entelektüeller. GDO’lu ürünlere karşı, alternatif tarım yapmaya çalışan, bunu güncel sosyalizmin bir meselesi olarak gören, Köstebek Kolektifi gibi tarım komünleri.
Gene çevre meselelerini, HES’lere ve maden/mermer ocaklarına karşı, doğayı savunan Bergama Köylüleri, Kazdağı İnisiyatifi ya da bir çevre olarak bile değil, bir aile olarak kendilerini bu işe vakfetmiş, örneğin iki yıl önce Antalya’da maden ocaklarına karşı direnirken katledilen Ali Ulvi ve Ayşin Büyüknohutçu çifti gibi insanlar, çevreler…
Sendikal bürokrasiye rağmen işçi sınıfı içinde inatla emek mücadelesi örgütleyenler, üniversitelerde taciz meselesini, kadına karşı şiddeti teşhir eden, önlemeye çalışan feminist Kampüs Cadıları, Şule Çet Davası bileşenleri, Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu. Birbirlerine hem Türkiye’de hem Avrupa’da tutunarak hayata tutunmaya çalışan KHK ile işten atılmış arkadaşlarımız ve Barış Bildirisi’ni imzalamış olan akademisyenlerimiz.
Tüm bunların dışında, aktif olarak siyasetle uğraşmasa bile, İstanbul’da, Ankara’da, Kars’da birçok şehirde üretim-tüketim kooperatifleri (Yer Deniz, Kadıköy, Bizim Değirmen Koop.) kurarak sosyal-ekonomik alanı toplumsallaştırmaya çalışan yapılar. Muğla’nın, İzmir’in sahil kasabalarına yerleşmiş, kendilerine küçük dünyalar kurmuş, ama memleketi ilgilendiren her gündemde, Gezi Parkı’nda, Kaz Dağları’nda, 1 Mayıs Meydanlarında ya da Newroz Alanlarında boy gösteren, seküler göçerler…
Tüm bu saydığımız insanlar, ister bir komün başlığı altında, isterse tek tek bireyler olarak, oldukça kıymetli; birbirlerini kolladıkları dostlarıyla kurmuş oldukları yoldaşlık bağları, doğayla kurmuş oldukları karşılıksız ilişki, mücadele alanlarına geldiklerinde kitlenin koreografisini kararlı hale getirmeleri ve hepsinden önemlisi, kafalarında kapitalizmin güncel durumundan yola çıkarak yaptıkları tartışma, devrimi muhayyel olandan, pratik, olası kılmaları. Bizzat kendi hayatlarıyla, sosyalist deneyimin bir numunesi haline gelmeleri.
Tüm bu müştereklerin, binlerce sayıda komünal grupların, birbirleriyle ilişkileri, gündeme bağlı ve geçici olmaktan çıkıp, yatay ama esnek olsa bile kalıcı hale gelirse, tüm bu gruplar kendi meselelerini belirli bir ağa (network), belirli bir yöntemle ve düzenli bir şekilde yayabilirlerse, 19 Aralık 2000 cezaevleri katliamından bu yana büyük bir örgütsel dağınıklık yaşayan devrimci dalga, dünyanın gelmiş olduğu güncel duruma uygun, yeni formda, güçlü bir örgütlülük yaratabilir. O zaman belki, Kaf Dağının ardındaki tanrılar ya da kendilerini tanrı sananlar, plan yaparken, insanlar güler.
(“Karşı Komşu” seri yazılarımda bana destek veren cezaevi arkadaşım “Serbest Radikal” Osman Özarslan’a dayanışmasından dolayı teşekkür ediyorum)