Sığır vagonu hareket ederken Karl, memleketi Bad Zwishenahn’a son kez baktı. SS’ler tarafından birçok kişiyle birlikte vagona atılmıştı. Nasıl öğrenmişlerdi bunu? Bir tek olasılık vardı: Kıskanç sevgilisi Karl’ı ihbar etmişti. Nazi partisine göre eşcinsel olmak ağır suçtu. Sığır vagonunun içine, diğerlerine baktı. Düzinelerce insan… İki saatlik bir yolculuk yaptılar ama onlarca yıl gibiydi. Sonunda Neuengamme adlı bir kampa geldiler. Karl Gorath, 26 yaşındaydı.
Pembe üçgenli tutsaklar
1912’de küçük bir Alman kasabası olan Bad Zwishenahn’da doğmuştu Karl. Babası denizci, annesi yerel bir hastanede hemşireydi. Babası öldükten sonra annesiyle yaşadı. Bölgedeki kilisede diyakoz olarak eğitim almaya başladığında 20 yaşındaydı. Bu arada sağlıkçı olarak da deneyim yaşamıştı ve bu, sonradan hayatını kurtaran bir şey olacaktı.
‘Eşcinsellik suçundan’ Neuengamme toplama kampına götürüldü önce. Kampta, kendisini eşcinsel olarak tanımlayan pembe bir üçgen takmak zorundaydı. Yaklaşık yedi yıl sonra, 1940’ta bir başka kampa transfer edildi ve orada hastanede çalıştırıldı. Dizanteri çok yaygındı ve hastalığın asıl sebebi, kamptaki berbat yiyeceklerdi. Bir gün kamp komutanı Polonyalı savaş esirlerine verilen ekmek tayınının azaltmasını emredince işler karıştı. Bunu yapmayı reddeden Karl, ceza olarak Auschwitz’e gönderildi. Orada artık kırmızı üçgeni vardı; siyasi mahkûm sayılıyordu. 1945’e kadar hayatta kalmayı becerdi. Çıktığında ise onu başka sorunlar bekliyordu.
175’inci madde
Karl’ınkisi nispeten hafif bir hikâyeydi. Eşcinsellerin çoğu, onun kadar şanslı değildi. Aslında işin bir ucu, ta 1870’lere kadar gidiyordu. Ceza Yasası’nın meşhur 175’inci maddesi, 1871’de yürürlüğe girmişti ama sadece doğrudan fiziksel ilişki üzerinden dar bir tanım yapıyordu ve uygulama kentten kente, yargıçtan yargıca değişiyordu. 1932’den sonra ise durum farklılaştı. Maddenin 1935 versiyonu, eşcinselliğin herhangi bir “ifadesinin” suç eylemi olduğunu ilan ederken, “genel ahlaka aykırı” sayılan her şeyi, mektuplaşmaları bile kapsamına alıyordu. 1930’larda Almanya’da yaklaşık 1 milyon eşcinsel, lezbiyen ve diğer yönelimlerden kişi olduğu tahmin ediliyordu ve özellikle bazı kentlerde büyük topluluklar oluşturuyorlardı. 1933 ve 1945 arasında, yaklaşık 100 bin erkek eşcinsel tutuklandı ve bunların yaklaşık 50 bini resmi olarak mahkûm edildi. 15 bine yakını ise toplama kamplarına gönderildi. Bu kadere uğramak istemeyenler ise ülkeyi terk etti ya da görünürdeki hayatlarını sürdürürken, gerçek yaşamlarını yeraltına indirdiler. “Az çocuklu bir ırk ölüme mahkûmdur” diyen Himmler, 1936’da Reich Eşcinsellik ve Kürtajla Mücadele Merkez Ofisi’ni kurdu ve av iyice hızlandı. Bizzat Hitler’den “Hepsinin kökünü kazıyın” emrini alan Nazi polisi, bütün kulüpleri, dergi ve kütüphaneleri yakıp yıktı. Ellerinde uzun listeler vardı ve yakaladıklarını götürüyorlardı.
‘İş Yoluyla İmha’
Soykırım sırasında toplama kamplarında kaç eşcinselin öldürüldüğü tam olarak bilinmiyor, çünkü çoğu kez onlar “asosyal” kategori içinde yer almışlardı ve bu, tembeller, uyuşturucu bağımlıları, evsizler, alkolikler, küçük suçlular veya yalnızca uyumsuz insanlardan oluşan çok geniş bir kategoriydi. Ayrıca, Madde 175 sadece erkek eşcinselliğini kapsıyordu, bu nedenle toplama kamplarındaki lezbiyenler de “asosyal” olarak sınıflandırılıyordu.
Her ne olursa olsun, hayatlarının tam bir cehennem olduğu kesindi.
Onlara “İş Yoluyla İmha Etme” politikası uygulanıyordu; bunun da bir temeli vardı. Naziler, eşcinselliğin ‘çıtkırıldım’ insanlara musallat olan bir ‘hastalık’ olduğunu düşünüyor ve sert el emeğinin, ağır işlerin eşcinsel erkekleri heteroseksüel hale getirebileceğine inanıyorlardı. Birçoğu kar altında korkunç ağır işlerde çalışırken “erkek olamadan” (!) ölürken, diğerleri ise dayaktan can verdi. Bazı kamplarda atış poligonlarında canlı hedef olarak kullanıldılar, testislerinin suyla kaynatılmasına kadar çeşitli işkencelere maruz kaldılar. Kamp doktorlarının deneyleri ise en korkunç olanıydı. Eşcinselliğin testosteron eksikliğinden kaynaklandığı fikriyle kasıklarına yapılan tuhaf ameliyatların çoğu enfeksiyon ve ölümle sonuçlandı. Kamplarda askerler tarafından uğradıkları tecavüzler ise neredeyse rutindi. Bazı kamplarda ise “yeniden erkek olmaları’ için kamp genelevlerindeki Yahudi kadınlara tecavüz etmeye zorlandılar.
Karl Gorath ve başka bazıları tesadüfler sonucu hayatta kaldılar ama çok daha şanssızlar vardı. Ernst Ellson, Manfred Lewin, dekoratör Hermann Bartel, ticaret memuru Erwin Schimitzek, tarım işçisi Emil Drews, dükkân sahibi Max Gergia, garson August Pfeiffer, Doktor Walter Peters ve daha binlercesi… Üstelik savaştan sonra, eşcinsellere yapılanlar hiçbir zaman soykırım kategorisine sokulmadı. Öyle ki kamplardaki SS askerleri emeklilikten yararlanırken, onlar yurttaştan bile sayılmadılar.
***
Karl Gorath’ın sonradan yaşadığı deneyim, durumu anlatmak için yeterli olmalı. 1947’de tekrar tutuklanıp mahkûm edildi o. Aynı 175’inci maddeden ve kaderin cilvesi, aynı yargıç tarafından! Yargıç, Gorath’a bakıp şöyle demişti: “Yine buradasın!’
Gorath yine oradaydı evet ve Alman Şansölyesi Adenauer’in 1962’de “Sağlıklı bir yasa” dediği 175’inci madde, ancak çok çok sonraları, 1969’da kaldırılabildi.