Düşünürken gülmek, gülerken düşünmek istediğim zaman artık sisler arasında görünmez olan Aziz Nesin’in öykülerinden biri aklıma gelir. İnsanı düşüncelere daldıran ne kadar toplumsal sorunumuz varsa, Aziz Nesin’in de o sorun hakkında mutlaka bir öyküsü var. Kara kara düşünürken bir de bakmışın Aziz Nesin, şimdilerde “güldürü” adı verilen bir mizah öyküsüyle karşına dikilmiş. Artık hem düşünürsün hem de gülersin.
Günlerden bir gün polis tarafından aranıyordum. Neden arandığımı bilmiyordum. Başladım düşünmeye. Ne yapmış olabilirdim? Aklıma bin bir ihtimal üşüşmüş, nasıl bir iftiraya kurban gideceğim diye içime şüpheler doluşmuş. Masamda Aziz Nesin’in kitabı. Öykünün başlığı aklımda kaldığına göre “ince narince”… Tıpkı benim gibi sıska (o zamanlar 49 kiloydum) gözlüklü bir “müseccel” adam kırtasiye dükkanından bir kalem alıyor. (Müseccel kelimesi o zamanlar sicili olan solcuya denirdi.) Sigara paketinin arkasına (o zamanlar karton kutulu, arkası beyaz sigara paketleri vardı) itinayla yazıyor: “İnce, narince…” Ve ensesinde “aynasız.” (O zamanlar resmi polislerin metal plakalı kemerleri vardı, Birinci Şube polisleri ‘sivil’ olduğundan kemer takmazlardı, o nedenle onlara vatandaş ‘aynasız’ derdi.) “Şifre mi ulan bu yazdığın?” Hoop Sansaryan Hanı’na. (O zamanlar siyasi polis bu Han’daydı, Bahçekapı-Sirkeci’de.)
Başlıyorum gülmeye. Cebimden annemin çantasından yürüttüğüm Bahar paketini çıkarıyorum (o zamanlar bu isimli sigara vardı, ucu kadınların ruj izi belli olmasın diye kırmızı renkliydi). Arkasına berbat el yazımla “parola ve işaretini” yazıyorum: İnce, narince…
Şu sıralar bilgisayarlarında “ince, narince” kelimelerinin “ele geçirilmesi” yüzünden nahak yere mapushanelerde yatan on binler var. Onları düşünürken kederleniyorsun, sonra yatış nedenleri aklına geliyor gülüyorsun, gülünç nedenler yüzünden bunca insanın hapiste olduğu aklına gelince tekrar düşünüyorsun.
Her neyse. İnsan moruklayınca “fi tarihinin” sayfalarına dalıyor.
Günümüze gelelim:
Erdoğan yine sahnede. Dün de sahnedeydi. Evvelsi gün de. Tıpkı patlıcan yemeği seven misafir gibiyim. “Patlıcanı severim” dediğimden, misafirliğimin ilk günü ev sahibim dumanı üstünde patlıcan kebabı ikram ediyor. İkinci gün patlıcan musakka. Üçüncü gün patlıcan kızartma. Dördüncü gün patlıcan dolma… “Yeter söz milletindir” diyeceğim ama, utangaç bir adamım. Evin kızından “su” istiyorum. “Ama diyorum, patlıcansız olsun lütfen”…
Bunu yazdım ya… Yine içimde bir şüphe kımıldıyor. “Ya şimdi Savcı’nın biri ‘Erdoğan’a patlıcan dedin’ diye beni derdest ederse…” Hem düşündüm, sonra güldüm, derken yeniden düşündüm. Reisicumhur Hazretlerine “patlıcan” diye hakaret etmenin cezası ağır. Ama sebebi komik. Bu adamın neresi patlıcana benziyor Savcı bey. Düşünüyorum, gülüyorum, sonra patlıcan yüzünden başımın derde girmesi ihtimalini yeniden düşünüyorum.
Pazar günü biraz düşünüp gülün, sonra yeniden düşünün diye bu zırvaları yazarken gözüm TV ekranına takıldı. “Karadeniz gazı…” “Erdoğan’dan müjde”. “Her haneye bir ay boyunca bedava gaz…”
“Gaz” kelimesi kafamda çağrışım yapıyor. Ama bir türlü çıkaramıyorum. Ben bu gazı bir yerlerden tanıyorum da nereden tanıyorum bilemiyorum. Düşünüyorum, taşınıyorum, olmuyor. TV’de “gaz”, benim bilgisayarımda “Yeşil Sol Parti” logosu. Daha “yeşil” diye yazar yazmaz kafamın ampulü yanıp yanıp sönüyor. Evet. Yine Aziz Nesin. Öyküsünün adı: “Yeşil Renkli Namus Gazı.” Hemen yazıyorum: “Yeşil renkli seçim gazı.”
Romanya’nın gaz yataklarına yakın bir yerden hırsızlama sadece bir kuyu açmışlar. “Müjde” diyorlar. Küresel petrol şirketleri bu maskaralığa gülüyorlar. Meğer bu kuyudan fışkıran gazın gerçekte ne kadarlık bir rezerve sahip olduğunu anlamak için beş altı kuyu daha kazmak şartmış. Bu kuyuları ise Türkiye’ye doğru kazsan fos çıkar. Kuzeye sızacaksın. Romanya’nın karasularından elin gazını çalacaksın. Başka çaren yok. Erdoğan ilk kuyuyu açar açmaz, bizim Kadıköy vapurundaki işportacı gibi, “bir oy veriyorsun, bir ay boyunca gaz bedava” diye satış yapıyor. Bilim insanı düşünüyor, sonra başlıyor gülmeye: “Ya hu, çıkardığın gaz bir milyar metreküp, 20 milyonluk haneye bir ay bedava verebilmen için sekiz milyar metreküp gaz lazım.”
“Yeşil renkli namus gazı” öyküsü olmasa “düşün, düşün, şeydir işin” olacak. Allah’tan Aziz Nesin var.
Yazıyı burada bitirecektim ama, şu “patlıcan” faciasında asıl yazacağımı unutmuşum. Bari şimdi yazayım.
Patlıcandan ikrah ettiğim davette, “başlarım bu patlıcana” diyeceğime, “kızım bana bir bardak su ver, ama patlıcansız olsun” diye nezaketten kırılmıştım ya… “Ortak adayımız” Kılıçdaroğlu benden beter. Adam “ince-narince”. Ortalıkta rezil kasetler dolaşıyor, Erdoğan “Kasımpaşa sahalarından” ezberlediği küfürleri savuruyor. Mesela “sıkıysan” diyor. İnsan nasıl “sıkı” olur? Ya da daha açık sorayım, insanın “neresi sıkı ya da gevşek olur?” “Sıkıysan” kelimesi aşağılık bir küfürdür. Erdoğan’ın ağız bozukluğunu anlayasanız diye sansürleyerek yazayım: Sıkıysan kelimesi “G…t’ün sıkıysa”nın kısaltılmışıdır. Türk faşizmi bal gibi “lümpen faşizmdir.” Tiksintiyle düşünürken, yine Aziz Nesin’in “Sıkıyönetim” yerine “Sıkımıyötün” kelimesi gelmez mi? Gel de gülme…
Yine uzadı. Kılıçdaroğlu bu rezil ortamda kibarlıktan öle yazacak. Sinkaflı küfürler yiyor, “hakkım varsa hakkım helal olsun” diye kibarlığı elden bırakmıyor.
Düşünüyorum, gülüyorum, yeniden düşünüyorum. Hep soruyorum, Karınca ezmez Kılıçdaroğlu acaba faşizmi nasıl ezecek?