DEV-YAPI-İŞ
Anlatılan bir hikaye var: günün birinde ormanda büyük bir yangın çıkar. Yangın günlerce sürer. Ormanda yaşayan tüm canlılar filinden aslanına, zürafasından kaplanına bütün hayvanlar yangını seyrederken bir karınca yangını söndürmeye doğru gider. Bütün hayvanlar karıncayla dalga geçerler sen bu halinle o yangını nasıl söndüreceksin diye. Karınca hedefe kilitlenmiştir ve diğerlerine cevap verir; ben de biliyorum bu halimle yangını söndüremeyeceğimi ama safım belli olsun, yangını söndüremesem de bu uğurda ölürüm der…
Bizimkisi de böyle işte, ‘inşaat işçisi köle değildir’, ‘İnsanca bir çalışma düzeni insanca bir ücret ve insanca bir yaşam istiyoruz’ derken 2 milyona yakın işçinin çalıştığı işkolunda 500’e yakın üye ile mi yapacaksınız diyenlere bu hikâyeyi anlatıyoruz. Bizde biliyoruz 500 kişiyle bu koşulları değiştiremeyeceğimizi ama durup seyretmektense yel değirmenlerine karşı savaşan Don Kişot misali mücadele ediyoruz…
Köpeksiz köy bulmuş gibi değneksiz dolaşmaya çıkanlara buraların bir sahibi var deyip karşılarına dikiliyoruz. İstanbul başta olmak üzere büyük şantiyelerin içinde bin bir zorlukla örgütleniyor üye sayımızı da gün geçtikçe artırıyoruz. Sendikamız 12 Eylül darbesine kadar olan süreçte etkin bir mücadele yürütüp söz sahibi olmuştur. Ama 12 Eylül darbesi sonrasında neredeyse varlık gösterememiş ve 4 yıl öncesine kadar kâğıt üzerinde kalmış bir sendika idi. O dönemlerden günümüze sendikamız varlığını sürdürmesi için emek veren çaba sarf eden ve bugüne taşıyan yöneticilere de teşekkürü borç biliriz.
4 yıldır niceliksel olarak küçükte olsa örgütlenerek bu günlere gelmiştir. Bugün irili ufaklı birçok şantiyede örgütlenmesi bulunan eylemler direnişler örgütleyen bir yapıya canlı bir organizmaya dönüşmüştür. Büyük bir çoğunluğunu gurbetçilerin oluşturduğu inşaat işçilerini iş kolunun karakteri gereği şantiye şantiye gezmekteler. Yap sat inşaatlar ve yapı dekorasyon yapan işçiler dışında genellikle şantiye kamplarında; inşa ettiği kentlerden izole bir şekilde yaşamak zorunda kalırlar. Devasa binaları mega şehirleri lüks rezidansları yapmamıza karşın yaşadığımız yer ya yüksek kulelerin havasız güneş görmeyen izbe bodrum katları ya da insanlık dışı koşullarda sağlıksız konteynırlarda yaşamak zorunda bırakılırız.
Sürekli bir mekansal bütünlük olmadığından, işçi arkadaşlarımızda; bu durumu geçici olarak gördüğünden ve de en önemlisi taşeronlar ekip başları eş dost akraba olduğundan bu durum sessiz bir kabulleniş gibi görünmektedir. Ama en ufak bir kıpırdanışta ciddi tepkiler ve eylemsellikler de oluşmaktadır. Buralardaki çelişkiler öfkeyi biriktirmekte işçi sınıfı mücadelesine yeni dinamikler çıkarmaktadır. Bir şantiyede yaşanan olumlu bir deneyim hem işçilerin sürekli şantiye değiştirmesinden hem de sosyal medya ağları üzerinden yayılmakta, etkisi katlanarak büyümektedir. Yakın tarihte hafızalarımızda yer tutan tema İstanbul şantiyesi deneyimi ve emaar inşaat projesi deneyimi birçok şantiyede konuşulmakta ve oralarda yapılan pratiklerden etkilenen işçiler kendi pratiklerini oluşturmaktadır. Sendikal örgütlenme açısından 5-6 yıl öncesine kadar çok ilerideyiz diyebiliriz.
İlk önceleri şantiyelerde gidip sendikayı anlatmaya sendikal örgütlenmenin işçiler lehine nasıl sonuçlar doğuracağını söylemeye çalışırken şimdi ise temas ettiğimiz işçiler yapılan bu pratikler sonucu bir şey kazanılacaksa bunun sendika ile olabileceğini bilince çıkarmış durumdalar. Burada tek başına Dev Yapı İş’in değil bu alanda mücadele eden diğer kurumlarında ciddi katkıları olduğunu söylemek gerekir.
İşçiler tek başına olduğunu düşündüklerinde sessiz ve yapılan her uygulamayı zorunlu olarak kabul ediyorlar. Mesela sigorta günlerinin eksik yatırılmasının suç olduğunu biliyorlar yada sigorta primlerinin gerçek ücretten değilde daha düşük ücretten yatırıldığının suç olduğunu agi paralarının verilmediğinin suç olduğunu biliyorlar. Bunu bilmelerine rağmen çoğu zaman ses çıkarmıyorlar. Ama bir birliktelik oluşmaya görsün.
Hepsi çorap söküğü gibi geliyor. İşçileri yan yana getirdiğimizde, ortak mücadele hattını kurduğumuzda her şey çok hızlı bir şekilde sonuca gidiyor. İnşaat patronları şunu biliyor. Yaptıkları projeler ne kadar hızlı sürede biterse o kadar fazla kâr elde edecekler. İş ne kadar uzarsa o kadar fazla da zarar edecekler. Bu durumun farkında olduklarında işçi yan yana gelip birlikte hareket ettiğinde ne kadar hakkı var ise koparıp alabiliyor. Burada en büyük engel kazanımlarımızı koruyup devam ettirememek oluyor. Bir şantiyede yapılan kazanım o şantiyenin bitmesiyle birlikte ne yazık ki sonlanıyor. Şantiye bittiğinde hepimiz farklı farlı şantiyelere gittiğinden burada yarattığımız kazanımı yeni yerlere taşıyamıyor ve her seferinde sıfırdan başlıyoruz. Ama bu sefer daha deneyimli daha bilinçli ve daha örgütlü olarak. Bize düşen görev de bu deneyimler ışığında mücadeleyi geliştirerek daha fazla işçiyi bu mücadelenin bir parçası yapmak olacak. Bizler üzerimize düşeni yapacağız.