İnsan türü, hayvanlar aleminin en gelişmiş ve evrim süreci sonunda kendini, kendi eseri olan Tanrı’nın yerine koyma derecesine varmış bir üyesidir. Kendi eseri diyorum Tanrı için, dindarlar kızmasın. Allah’a inanan koyu dindarlar için dahi bu saptama yerindedir. Allah kavramı da insan aklı sayesinde bilinir hale geldi. Tüm evreni yaratan ve her şeye kadir bir güç de olsa Allah, insan aklı ile kendisini onlara tanıtmış demektir.
İşte Tanrı’yı bile kendisi bulup ortaya çıkaran bu canlı türünün en önemli özelliği ise sosyal bir varlık olmasıdır. Karantina dediğimiz olgu ise bu özelliğini yerle bir ediyor insanın. Sevdiklerinden, dostlarından, alışkanlıklarından uzaklaşmak, onların özlemini çekmek, bir cep telefonunun ekranına sıkıştırarak yarım yamalak hasret gidermeye çalışmak, kendini aciz hissetmek daha da kahrediyor.
Yirmi günü aşkındır eşimle birlikte eve kapandık. Telefon dışında kimse ile bağlantı olanağımız yok. Apartman yöneticisinin günde bir kez uğraması veya ısmarlanan şeyleri getiren bir kurye dışında insan yüzü görememek hayli can sıkıcı.
Yetmiş sekiz yaşını bitirmiş ve iki genç kardeşini zamansız kaybetmiş biri olarak ölümün her an yanıbaşımızda olduğunu bilen biriyim. Zamanın sonsuzluğu karşısında ne kadar uzarsa uzasın, ömrümüzün hiçliğinin de bilincindeyim elbette. Ama ben hep kendimi bir ağacın yaprağına benzetmişimdir. Onun görevi, ağaca bir mevsim boyunca ihtiyaç duyduğu oksijeni sağlamaktır, önemli olan ağaçtır. İşte ben, hala bu oksijeni verebilmekteyken görevimin bitmediğini düşünüyorsam, bir işe yarayabiliyorsam yaşama sarılmak gereğini duyarım.
Bu karantinanın, bu sıkı tecridin akla getirdiği en önemli şeylerden biri de cezaevlerinde sırf düşüncelerinden, siyasi duruşlarından dolayı mahpus bulunan onbinlerce kişinin durumu.
Başta Birleşmiş Milletler Örgütü olmak üzere uluslararası kurumların ısrarla vurguladıkları cezaevlerinin boşaltılması durumu Türkiye’de de gündeme geldi. İktidar kanadı, küçük ortağın bazı mafyatik kişilerin affı yolundaki taleplerine bugüne kadar yanıt vermezken ölümcül salgın nedeniyle infaz sisteminde düzeltmelerle cezaevlerinin kısmen boşaltılması yolunda bir adım attı. Kapasitesinin üç katına yakın dolulukta olan cezaevlerindeki bir salgın, onbinlerce kişinin ölümüyle sonuçlanabilecekti. Uzun zamandır iktidarın küçük ortağının kendi yandaşı bazı suç örgütü liderinin affını sağlamaya dönük talepleri vardı. İktidar, bir infaz düzenlemesiyle cezaevlerini ferahlatma ihtiyacı ile bir taslak hazırladı.
Hükümetçe getirilen taslak, Anayasa’yı, evrensel hukuk ilkelerini, Türkiye’nin taraf olduğu ve kanunlarımızın üstünde olan uluslararası andlaşmaları hiçe sayarak her türlü adi suçtan hüküm giyenleri kapsayan, düşüncelerini açıklamaktan başka hiçbir suçu olmayan, birçoğu gizli tanıklarca verilen sahte beyanlara dayalı siyasetçileri, aydınları, gazetecileri dışarda tutmaktadır.
TBMM’de komisyondayken sosyal medya aracılığıyla yapılan bir milyonu aşkın başvuruya rağmen bu eşitsizlik ortadan kaldırılmadan dün Meclis’e geldi. Görünen o ki iktidarın başı, aynen geçmesinden yana. Meclis’te eğer akıl ve vicdan terazisinden geçirilmeden aynen yasalaşırsa, hırsızlar, katiller, sahtekârlar dışarı çıkacak, düşünce suçluları (!) cezaevlerinin olumsuzluklarıyla karşı karşıya kalacaklar.
Şurası muhakkak ki cezaevlerinde meydana gelecek ölümler, kin ve intikam duygularına dayalı birer cinayet olarak değerlendirilecek ve bu bir insanlık suçu oluşturacaktır.
Bu durumda sorumluluk, Anayasa Mahkemesi’nin omuzlarına binecek. Anayasa’nın eşitlik hükümleri gereği, tüm mahpusların infaz indirimlerinden aynı derecede yararlanmaları gerekir. Anayasa Mahkemesi’nin işi savsaklaması veya reddi, işlenen bu insanlık suçuna ortak olmaktan öte bir anlam taşımaz.
Yeri gelmişken bir noktaya daha temas etmek isterim.
HDP’li belediyelerin nerdeyse tamamına yakın kısmına kayyım tayin edildiği için bu “Korona süreci”nde halkın onlardan bir şey beklediği yok. Ancak partinin kendisinin önerdiği yardımlaşma teşebbüsleri de birçok yerde engellemelerle karşılaşmakta. Yine de “kardeş aile” uygulamasıyla sıkıntıların azaltılması ve parti örgütlerinin kendi bölgelerindeki yaşlı ve kimsesizleri arayarak yardım eli uzatmaları yerindedir.
Başta İstanbul ve Ankara olmak üzere CHP’li belediyelerin yardım toplama çabaları, Soylu’nun genelgesiyle engellenmeye çalışıldı. Sayın Erdoğan, bunu devlet içinde devlet saydı, Soylu paralel devletten söz etti. Devlet eliyle açılan yardım kampanyasıysa farklı bir noktaya evrildi. Kurtuluş Savaşı yıllarında halktan yardım toplamak amacıyla çıkarılan Tekâlifi Milliye emirnamelerine atıfta bulunarak yardım istendi. Adı gönüllü yardım ama Yargıtay’ından emniyetine, Milli Eğitim’e tüm kurumlar çalışanlarının maaşlarına göre belirlenen tutarlarda “gönüllü bağış” (!) yapılmasını genelgelerle istediler. Toplanan para da dün itibariyle bir buçuk milyar lira yani ikiyüz elli bin dolardı. Üç yıl kadar önce vergi borçlarını affettikleri yandaş müteahhitlerden yalnız birinin gecikme zammı ve cezaları dışında vazgeçilen vergi aslından daha az.
Tekâlifi Milliye’den sık sık söz edilmesi de başka isteklerin işareti olabilir mi, bilinmez.