Elbette her karanlık tünelin dışarıya, aydınlığa açılan bir çıkışı vardır ve bu çıkışa mücadele ile varılacak. Cumhur İttifakı’nın halklara dayattığı bu karanlık tünelden, başta Kürdistan ulusal demokratik güçleriyle Türkiye demokrasi güçlerinin kararlı mücadelesiyle çıkılacaktır
Sinan Çiftyürek
Kürt halkı, siyaseti ve elbette Türkiye demokrasi güçleri karanlık bir dönemden geçiyor. AKP iktidarının artan saldırganlığı bir yanıyla gelecek korkusundan besleniyor. Çünkü AKP herhangi bir sistem partisi gibi iktidara gelmedi, iktidardan gidişi de onlar gibi kolay olmuyor, olmayacak. Çünkü Milli Görüş’ün 40 yıllık mücadelesi sonucunda iktidara gelen AKP’nin, diğer partiler gibi iktidardan ayrılmak istemediği en net 7 Haziran 2015 ve 30 Mart 2019 seçimlerinde görüldü.
AKP “Milli Görüş gömleğini çıkardım” dese de esas olarak liberal, sosyal demokrat, muhafazakâr, milliyetçi karması renkli gömleği geçici olarak “Milli Görüş” gömleğinin üstüne giymişti. Hepsi bu. Önceleri yer yer, sonrasında Cumhur İttifakı ile birlikte geçici karma gömleğini tümüyle çıkarıp asıl kimliği Milli Görüş’e dönüş yaptı. Ayasofya Müzesi’ne ilişkin alınan ibadete açılma kararı sadece seçim yatırımı değil, bunun yanı sıra Milli Görüş ile Milliyetçi Hareket’in hedeflerinin yerine getirilmesidir.
Kriz, AKP’yi yönetiyor
AKP, krizleri öteledikçe, giderek krizler tarafından yönetilmeye başlandı… Başta AKP’nin kuruluşu olmak üzere AKP/Erdoğan bugüne kadar birçok kritik evrede her defasında dört ayak üstüne düştü yani şanslıydı da. Bu nedenle “bir dalda dokuz ceviz görmeyince taş atmıyordu” ama çoktandır havuz bitti. Şimdi siyaseten kazançlı iş bulmak bir yana sırf iktidarda kalabilme adına attığı her adım âdeta mayın tarlasında yürümenin tehlikeleriyle yüzleşiyor. Millet iradesini tanımayan kayyum atamaları, çoklu baro, kıdem tazminatı ve esnek istihdam, İstanbul Sözleşmesi, seçim ve baraj sistemi, Ayasofya adımı, Kürdistan, İdlib ve Libya… AKP’nin “illa da iktidarda kalmalıyım” stratejisi, son yıllarda ekonomik, sosyal, siyasal krizleri çözemeyip sürekli geriye atmasıyla birleşmesi ve Cumhur İttifakı’nın giderek kriz yönetme kapasitesini kaybetmesiyle dört yanı krizle kuşatıldı.
Fetih siyaseti
Bir; Cumhur İttifakı’nın Kürt siyaseti, meselenin kendisiyle yüzleşip kabullenmek ve çözerek yönetmek yerine, içeride ve Kürdistan parçalarında attığı her siyasi ve askeri adımla çözümsüzlüğü derinleştirerek arkasından sürükleniyor. Nereye sürükleniyor? İçeride ve sınır ötesinde şiddet, işgal ve “fetih” sarmalına! Öyle ki seçim yenilgilerinin faturasını Kürt siyaset kadrosuna kesmek öfkesiyle sürdürdüğü siyasi soykırım, kendi bazı kadrolarında bile rahatsızlık yaratacak noktaya evirildi. Ve çözümsüzlüğü derinleştiren her siyasi, askeri hamlesini yine benzer hamlelerle örtmeye çalıştıkça, kendisinin yarattığı krizin esiri haline gelmeye başladı. Ayrıca Türk rejiminin son yıllarda açığa vuran Osmanlı Kürdistanı hedefi, AKP’nin erken seçim hesaplarıyla örtüşünce Cumhur İttifakı; Talat Paşa’nın Türk İslam sentezi ruhuyla Kürdistan’dan Libya’ya yeni “fetihler” peşinde dipsiz kuyu misali koştukça koşuyor. Çözmeyip sürekli ötelediği kriz tarafından yönetilmenin ya da peşinden sürüklenmenin tipik örneği.
İki; AKP’nin MHP ile kurduğu ve “Pazara kadar değil mezara kadar” dediği Cumhur İttifakı; MHP desteğiyle Meclis’te çoğunluk sağlama krizini aşmak isterken süreçte ittifakın kendisi, AKP’de içe dönük bir krize dönüşüyor. Fakat MHP ile yollarını ayırmak istiyor ayıramıyor, “mezara kadar devam” etmek istiyor içeride ve sınır ötesinde AKP’ye faturası ağır oluyor. Zira küçük ortak MHP, iktidarın yönetim koltuğunda ve yönetilmek istenenin yönetmesi misali bir rol oynuyor. Zaten Erdoğan da içeride-dışarıda yapacağın her kritik hamle öncesi illaki Bahçeli ile görüşüp olurunu almaya özen gösteriyor, göstermek zorunda kalıyor.
AKP’nin MHP esareti
AKP’nin siyaseten en güçsüz dönemini yaşadığının farkında olan Bahçeli, iktidara dönük bazen “aksiyon başlatan bazen de aksiyon durduran hamle yapması”, AKP’nin Kürt kadro ve tabanında yani içeride sorunlar üretiyor. Öncesinde az-çok bir Kürt siyaseti izleyen AKP, Cumhur İttifakı ile birlikte tümüyle silahın, şiddetin siyasetine yönelmesi başka faktörlerle birlikte DEVA Partisi benzeri yapı ve kadroların kopuşuna yol açmış. Kısacası AKP, MHP ile kriz çözmek isterken, Cumhur İttifakı giderek AKP içi krize dönüşüyor.
Üç; AKP, seçim sistemiyle de sıkça oynadı ama bir türlü çözemedi ve bunu da giderek kendisine dönen bir krize dönüştürdü. En yakın örneği Cumhur İttifakı’nın, Başkanlık rejiminde başkanın %50+1 ile seçilmesinde anlaşmasıydı. Daha dün kendi önerileri olan ve “işte millet iradesi” diye savundukları seçilme oranını şimdi yeniden değiştirmek istiyorlar. Çünkü tek adam rejimine odaklı yasalar çıkartıldığı için dün Cumhur İttifakı, kendi başkan adayının seçilebilmesi için gerekli olan %50+1’e ulaşabiliyordu ama bugün ulaşamayacaklarını görünce yeniden değiştirip salt çoğunlukla seçilmesi üzerinde çalışıyorlar. Bir meseleyi çözmek yolunda attığı adımın kısa sürede kendi krizine dönüşmesinin bir diğer tipik örneği.
Seçim barajı konusu
Ayrıca Meclis çoğunluğunu sağlayamama korkusuyla Cumhur İttifakı, siyasi partiler ve seçim yasası üzerinde de çalışıyor. Milletvekili sayılarının hesaplanmasında ve ülke barajlı D’Hondt Sistemi’ne devam mı? Yoksa “daraltılmış bölge” veya “esnek daraltılmış bölge” ve her bir bölgeye 5 vekil sistemi, ülke barajını %10’dan %5’e indirme ve bölge barajının %20’ye çıkarılacağı yeni sistem mi? Cumhur İttifakı bunun üzerinde çalışıyor ama “getireceğimiz yeni sistemde ya %50+1 gibi bize karşı bir silaha dönüşürse? Ya bölücüler bazı illerde ful çıkarırsa? Ya İstanbul’da Kürt destekli CHP vekilleri ful alırsa?” soruları altında bunalmış durumda.
Cumhur İttifakı’nın önümüzdeki seçimi kazanabilmek için 7 Haziran 2015 seçim öncesi ve sonrası benzer politikaları izleyecek olması kriz siyasetince esir alındığının bir diğer alanı.
Dört; “Başkanlık sistemiyle ekonomi kısa sürede ayağa kaldırılacaktı” fakat tam tersine kafa üstü yere çakıldı. Ekonomide durumun kritik eşiğe hızla ilerleyişine ekonomistler “tsunamiye benzer bir dalga kapıda” diyor. Cumhur İttifakı her adım ve hamle ile erken seçime hazırlık yapıyor ama ekonominin birkaç ayda hatta birkaç yılda toparlanacağının işaretleri görünürde yok. Hızla daralan ekonomi, füze gibi tırmanan işsizlik oranları, yükselen kur basıncının ağırlaştıracağı ekonomik ve sosyal sorunları hükümet taşıyamaz ve bu sorunlar altında seçimi kazanması çok zor.
Savaşla iktidarda kalma
Ayrıca hükümet “normalleşme” adımları attıkça işçi-işsiz-yoksulun yaşamı anormalleşiyor çünkü işçiyi işten atmak normalleşiyor. Zam yağmuru yoksulun yaşamını cehenneme çeviriyor. İntiharlar artıyor. Üstüne üstlük Türkiye, birçok ülkede doğrudan savaş yürütüyor. Suriye, Kürdistan, Akdeniz, Yunanistan, Libya, Mısır… alanlarında ısıtılan savaş iklimiyle; Cumhur İttifakı, iktidarını içeride toplumun sorunlarının çözümünden çok sınır ötesi yeni “fetihler” ve bununla atbaşı giden polis devleti siyasetinde görmekte. Gerek bu durum gerekse ekonominin kısa sürede toparlanamayacağı gerçeği; Kürt ulusal güçleri, Türkiye demokrasi dinamikleri, AKP’nin önümüzdeki erken seçimde tıpkı 1 Kasım 2015 erken seçim benzeri politikalarla kazanmayı hedefleyeceğini bilerek hazırlık şimdiden yapılmalı.
Beş; AKP son birkaç yıldan beri ekonomik krizi, işçinin kıdem tazminatına el koyarak Hazine’ye devrederek çözmek istiyordu, halen de öyle. Ancak ne zaman gündeme taşısa işçi ve sendikalarının büyük tepkisiyle yüzleşince geçici olarak geri adım atıyor fakat ne vazgeçebiliyor ne de seçim hesaplarıyla uygulayabiliyor. Yarattığı krizin AKP’yi baskılamasının bir başka örneği.
Ekonomi cephesi
Ayrıca iktidarın, el oymak istediği kıdem tazminatına, beyaz yakalının emeklilik ikramiyesini de eklemek istemesi hem krizi derinleştiriyor hem de krizin kapsam alanı da genişletiyor. AKP bununla da yetinmeyip 25 yaş altı, 50 yaş üstü olana esnek çalışmayla iş bulma iddiası dahil işçiyi hedef alan yeni bir “Esnek paketle” geliyor. Ama ayda on günden az çalışana sigorta primi yok. Süreli iş sözleşmesi bitince ihbar-kıdem tazminatı yok. İşe iade davası açma yok. İşte patrona kalkan işçiye vahşi İstihdam Paketi.
Demokrasi cephesi zemini
AKP’yi kuşatan bu belli başlı kriz noktaları; Kürdistan ve Anadolu arasında sömürgeciliğe ve faşizme karşı ulusal özgürlük-demokrasi cephesi dinamiklerinin üzerinde buluşup ortaklaşacakları köprülerdir. Kayyumlar, gözaltılar furyası, cezaevlerinde tutulan siyasi rehineler, İstanbul Sözleşmesi, çoklu baro, sosyal medya, seçim ve siyasi partiler yasası, parti kapatmalar, kıdem tazminatı, Ayasofya, tırmanan işsizlik ve patlayan kadın cinayetleri… Bütün bunlar ise Kürdistan’da Ulusal Birliği dayatan gelişmeler oldukları kadar Kürdistan ve Anadolu halkları arasında geniş demokrasi cephesinin örülmesinin iç harcını sağlama işlevini de üstlenebilirler.
Ancak en geniş demokrasi cephesi kiminle kurulacak? CHP’nin başını çektiği sistem içi muhalefet, krizi derinleştirip AKP’yi erken seçime zorlamak istemiyor. Tersine “AKP ne kadar daha fazla yıpranırsa o kadar iyi olur” politikası izlenmekte. Hem kendi aralarında hem de Kürt siyasetine bakışta son derece ürkek ve kaçak dövüşüyorlar. İlgi alanları, demokrasi cephesi değil AKP’yi iktidardan düşürecek ve kendilerine iktidar yolunu açacak seçim ittifakı! Yani halkların öznesi olacağı özellikle Kürtlerin ve siyasi temsilcilerinin yer alacağı geniş demokrasi cephesi gündemlerinde yok. Ama “tıpkı 23 Haziran gibi Kürtler yine AKP’ye karşı mecburen bize oy verir” hesabının ötesine gidemiyorlar. İlginçtir Cumhur İttifakı, “tehlike” olarak Kürt siyasetini özelde HDP’yi gördükleri için kolu kanadının ötesinde belini kırmaya çalışıyor. CHP ve diğer muhalefet patileri ise “biz siz Kürtleri görmedik, duymadık ama siz yine de bize oy verin” oportünistliğini aşamıyorlar.
Mücadele kazandırır
Sonuç olarak; elbette her karanlık tünelin dışarıya, aydınlığa açılan bir çıkışı vardır ve bu çıkışa mücadele ile varılacak. Cumhur İttifakı’nın halklara dayattığı bu karanlık tünelden, başta Kürdistan ulusal demokratik güçleriyle Türkiye demokrasi güçlerinin kararlı mücadelesiyle çıkılacaktır. Partilerle kurulamayan geniş demokrasi cephesi halklarla kurulması hedeflenmeli. Kürt halkı baskıya asla boyun eğmedi. Şırnak halkının Kürdistan’da taş çatlatan sessizliği, uzman çavuşun bir çocuğa cinsel saldırısını kitlesel protesto ederek kırması önemlidir. Ve Kürt siyaseti tarihine baktığında sömürgecilerin; Kürtlerin örgüt-parti-mücadele ve kazanımlarını hedef alırken A, B parçası ya da X parti Z örgüt ayrımını yapmadan, “Bunlar KÜRT” genel patenti altında herkesi hedef aldıkları ama o an güçlü olana odaklandıklarını görecekler. Sömürgecilerin bu yaklaşımı Ulusal Birliği dayatan diğer anahtarımız. Ulusal Birliği başarmak, karanlık tünelin öbür ucundaki özgürlük ve demokrasi halayına kalkışmanın ilk adımı olacaktır.