Yokluğun ve hiçliğin ortasında umudun bittiği, sözlerin artık para etmediği bir zamanda fikri neyse zikri de aynı olan fedakar fedailer Kürt halkının yegane inandığı ve güvendiği tek kurtuluş umudu oldular. Uzun yıllar Kürt halkının dirilişi için mücadele ettiler
Rubar Amedi
Tarihin her döneminde toplumlar için karanlık çağ ve aydınlık çağ vardır. İlerici insanlık gerici ve zorba düzene karşı sürekli başkaldırmış, direnmiş, karanlık çağlardan kurtulmak için amansız bedeller ödeyerek ışık arayışçıları olmuşlardır.
İnsanlık tarihi baş eğmeyen halklar ve önderler ile doludur. Kimisi kendisini toplumu ve savunduğu değerler için feda etmiş, kimi zaman da toplum kendini önderi için feda etmiştir. Her iki koşulda da başkaldırı esas alınmıştır, aydınlığa ulaşmanın yolu ve yöntemi aranmıştır.
Kürt halkının da tarihinde buna benzer çağların yaşandığı bir gerçektir. Karanlık çağlar genelde soykırım, katliam ve sürgünler ile dolu olan çağlardır. Bu çağları aydınlığa çıkarmaya yönelik kahramanca direnişler sergilenmiş, fedakârca yaşamlar yaşanmıştır. Her isyanımızın bağrına saplanan paslı hançerler karanlık
çağlarda kalmamızı isteyen egemenlerin hançeri olmuştur. Bu hançeri tutan eller bazen kardeşimiz dediğimiz kişiler, bazen de dost dediğimiz kişiler olmuş. Buna rağmen Kürt halkı sürekli aydınlığa çıkan yolu bulmaya yönelik hep bir arayış, bir direniş içinde yaşamaya çalışmıştır.
Tarihimiz acı ve dramatik olaylar ile doludur. Aydınlığı arayan yiğit kahramanlarımızın yaşamı ve yaşadıkları romanlara konu olabilecek niteliktedir. Yakın tarihimizde Dersim isyanının önderlerinden Seyit Rıza’nın idam kararı uygulanırken, önce yaşı küçük olmasına rağmen çocuğunu gözleri önünde idam ettirerek Seyit Rıza’ya o evlat acısını yaşatmaları. Ha keza yaşamını Kürt halkının mücadelesine adayan Nuri Dersimi’nin ölene kadar kayıp kızını araması, kızlarının bulunması için Dersim aşiret beylerine ve Kamuran Bedirxan’a mektuplar göndermesi resmî belgelerde geçmektedir ve Nuri Dersimi son nefesine kadar kayıp kızlarını bulma umuduyla hep bir arayış içinde olmuştur. 19 Eylül 1930 tarihli Cumhuriyet gazetesinde yer verilen karikatürde bir dağ başındaki mezar taşına kazınmış “Hayalî Kürdistan burada gömülüdür” yazısı bize yaşatılmak istenen karanlık çağın bir tablosu ve özeti gibidir.
1938 Dersim isyanından sonra 1970’lere kadar adeta üzeri betonla kaplanmış bir Kürdistan karanlık çağ gerçekliği dört parçaya da egemen kılınmak istenmiştir.
Bu süreç boyunca tüm parçalarda geçerli olan egemen üstünlerin hukuku Kürt ve Kürdistan’ın inkârı üzerinde yapılanmıştır. Adı yasak, ülkesi yasak, kültürü, dili yasak, neredeyse aldığı nefes bile yasak. “Kürdüm diyenin yüzüne tükürürüm” diyen bir zihniyet ile Kuzey Kürdistan baskı ve cendere altına alınırken, Rojava, Güney ve Rojhilat Kürdistan’da bir taraftan İslam’ı maske edinmiş faşist İran Humeyni rejimi, diğer taraftan Baas rejiminin zulmü altında Kürtler karanlık çağı yaşamaya mahkûm edilmek istenmektedirler.
Bu gidişatı durdurmaya yönelik dört parça Kürdistan’da bazı girişimler olsa da sonu hep hüsranla sonuçlanmıştır. Egemenlerin baskı, zor ve işkence yöntemleri ile bu süreç devam ettirilmiştir.
1970’lerin başında ülkesini karanlık çağlardan kurtarmak isteyen bir grup yurtsever ışık arayışçıları bir lokma, bir hırka felsefesiyle Kürt halkının ve Kürdistan’ın kaderini değiştirmeye çalışırlar. Bunun için çok ağır bedeller öderler ama asla halklaşmaktan ve ışık arayışçıları olmaktan vazgeçmezler.
Bu süre zarfında birçok irili ufaklı partiler adı ve kendisi yasak ülkenin adını dahi anmadan sözde kurtuluş için yola çıktıklarını iddia ettiler ama Kürdistan için Doğu Devrimci Kültür Ocakları demekten öteye geçmediler, geçemediler. Hiçbirinin halkta karşılığı olmadı çünkü öyle bir karanlık zamanı yaşıyorduk ki bu zamanı aşacak olanların ateşten gömlek giymesi gerekirdi. Bedeller ödeyip sırat köprüsünden geçmesi gerekecekti ve başarılan tam da buydu.
Yokluğun ve hiçliğin ortasında umudun bittiği, sözlerin artık para etmediği bir zamanda fikri neyse zikri de aynı olan fedakâr fedailer Kürt halkının yegâne inandığı ve güvendiği tek kurtuluş umudu oldular. Uzun yıllar Kürt halkının dirilişi için mücadele ettiler. Kürt halkının en yiğit kahraman evlatları halkı uğruna Diyarbakır Cezaevi’nde diriliş için ölümüne mücadele ettiler ve başardılar. Adeta ölümden yaşam yarattılar. Mazlumlar, Kemaller, Hayriler ve daha nice fedailerimiz bedenlerini feda ederek kurtuluşun fitilini ateşlediler.
Ve bu fitillenen ateş 15 Ağustos ulusal kurtuluşun başlangıcı oldu. İnkâra ve ölüme mahkûm edilen bir halkın tarihi yeniden yazıldı. Ortadoğu’nun en mazlum halkı olan Kürtler kendini 15 Ağustos ile küllerinden adeta yeniden yarattı. Ve bunun sonucu da düşünmez iseniz Kürt sorunu yoktur diyen bir zihniyet sayın Abdullah Öcalan’ı muhatap almak zorunda kaldı. Bu amansız mücadele sonucunda birçok şey değişti. Bugün yok sayılan Kürtler Ortadoğu’da en örgütlü politik ve askeri güce dönüştü. Satranç tahtasında artık bir piyon değil oyun kurucusudur. Kürtleri hesaba katmadan hiçbir güç Ortadoğu’da politik ve stratejik bir yaklaşım içine girememektedir. Rojava’da gerçekleşen devrim bunun en somut örneğidir.
15 Ağustos’un kazanımları ile Kürtler ideolojik ve askeri olarak tüm dünyada ezilen halklara bir umut ışığı oldu. Nasıl yaşamalı sorusuna en güzel cevabı Kürtler direnişleri ile cevap oldular ve halen de olmaya devam ediyorlar. Ne mutlu bizlere ki böyle bir tarihin canlı tanıkları olduk.
Ödenen bedellerin, çekilen acıların ve yitirilen yaşamların anlamlandırılması kazanımlara sahip çıkmak, bunu daha da ileriye götürmekle olacaktır. Bu bakımdan vicdanlı olan her Kürt fedailerimizin yaratığı kazanımları korumalı ve sahip çıkarak bunu daha da ileriye taşımalıdır.
Selam olsun bizleri karanlıklardan aydınlığa çıkaran bu halkın en değerli evlatlarına ve fedailerine.