Portekiz diktatörlüğünün yıkılışından yaklaşık bir ay sonra Lizbon’a gelen ünlü yazar Gabriel Garcia Marquez, şöyle diyordu: “Etrafta sadece Portekiz’e erken gelmiş yazın ve deniz mahsullerinin kokusunu değil, her yere sinmiş yeni türde bir özgürleşmenin meltemini de teneffüs etmemek elde değildi…”
Bizim bildiğimiz anlamıyla devrimdir ya da değildir, orası tartışılır; sokaklardaki halkın sonradan inisiyatifi kaptırmasının sonuçları da incelenebilir ama 25 Nisan 1974’te Portekiz’de olanlar gerçekten ilginçtir. Alt rütbelerden askerlerin sürüklediği ama halkın coşkuyla katıldığı hareket, Avrupa tarihinde bir ilk olsa gerek.
Yorgun bir sömürgeci
Eski yüzyıllarda dünyanın en büyük sömürgeci güçlerinden biri olan Portekiz, 20. yüzyıla doğru gelinirken bu toprakların önemli bölümünü yitirmiş durumdaydı. “Dünyanın en büyük köyü” olarak tanımlanan ülke, kriz içerisindeydi ve siyasal istikrar yok gibiydi. 1910’da cumhuriyetin kurulmasından sonraki 16 yılda 9 başkan, 45 hükümet geçip gitmiş ama kargaşa bitmemişti. Bu koşullardan faydalanan darbeciler 1926’da yönetime el koyduğunda uzun sürecek bir dikta rejimini de başlatmış oluyorlardı.
Yeni dönemin yıldızı, Antonio de Oliveira Salazar’dı. 1933’te yeni bir Anayasa uydurup “Estado Novo” (Yeni Devlet) adıyla anılan faşist rejimini kurdu. Kiliseyi arkasına alıp rejim karşıtlarını ortadan kaldırarak, ülkeyi büyük bir cezaevine çevirmişti. 1968’e kadar düzen böyle hüküm sürdü ama arada sömürgelerde isyan ateşleri yanıyor, halkların mücadelesi rejimi zorluyordu. 1968’de Salazar koltuktan ayrıldı ve onun yerine aynı faşist çizgiyi devam ettiren Marcello Caetano geçti ama artık kriz zirvedeydi. Mozambik’te FRELİMO, Gine Bissau’de PAIGC, Angola’da MPLA örgütleri ayaklanmaları sürüklüyordu. Kırsal bölgeler tamamen gerilla denetimindeydi.
Orduda kaynaşma
Bu koşullar altında 1970’lere gelen Portekiz, artık yorulmuştu. Rejim, bütçenin yarısını orduya ve sömürge savaşlarına ayırıp halkı yoksullaştırırken, bu kirli savaşı sürdürebilmek için çıkarılan 4 yıllık askerlik yasası kaçak sayısını olağanüstü artırmaktaydı.
Muhalefetsiz 1973 seçimlerinde Caetano’nun partisi bütün milletvekilliklerini “kazanmıştı” ama artık sular durulmuyor, grevler, öğrenci hareketleri patlıyor, ordu içindeki çalkantılar rejimin içten de çökmeye başladığını gösteriyordu. Sömürge savaşlarına karşı olan sol görüşlü genç subaylar Silahlı Kuvvetler Hareketi (Movimento das Forças Armadas-MFA) adlı gizli örgütü kurmuşlardı.
24 Nisan 1974’te MFA’ya bağlı, çoğunluğu emekçi kökenli yüzbaşılardan oluşan askerler harekete geçti. Bu güçlere kısa sürede diğer birlikler de katılınca başarı geldi.
Halk sokaklarda
Askerlerin sokağa çıkmama çağrısını umursamayan binlerce Lizbonlu, zafer şarkılarıyla sokaklardaydı. Askerlerin silahlarının namlularına takılan kırmızı karanfiller, sonradan hareketin “Karanfil Devrimi” olarak anılmasına yol açacaktı. Caetano Brezilya’ya kaçtı. Bütün hareket sırasında yalnızca gizli polisin ateşiyle dört gösterici ölmüştü, Halk “gizli polise ölüm sloganıyla binayı kuşattı, sabaha karşı polisler teslim olduğunda, işkence aletlerinin de bulunduğu depo ele geçirildi. Servisin şefi Binbaşı Silva Pais tutuklandı. 27 Nisan gecesi Caxias zindanlarında bulunan tüm politik tutsaklar serbest bırakıldı; halk onları bir bayram havasında karşıladı. 1 Mayıs’ta ise Lizbon tarihi bir gün yaşadı. Sokaklar halka aitti. Birçok fabrika işgal edilirken, toprak işgalleri sürüyor, bu arada Portekiz, sömürgelerdeki askerlerini geri çekiyordu.
Çözemezsen…
Nisan 1974’ten Kasım 1975’e on dokuz ay süren dönem, şüphesiz çok tartışmalıdır. ‘Yeni bir düzen’ kurma sevdasındaki sağ güçlerle sokaklardaki halk arasındaki çelişki, uzun süre devam etti. Art arda gelen 3 darbe girişiminden sonra 25 Kasım 1975’te sağcı darbe başarılı olduğunda ise ordu içindeki sol kanat temizlenirken asker komiteleri dağıtıldı, grevler yeniden yasaklandı. Egemen güçler, nisan rüzgârının kısa sürmesini istiyorlardı ve sonunda tam istedikleri gibi olmasa da Lizbon’da düzen yeniden sağlandı. Ama artık Portekiz hiçbir zaman eskisi gibi olmayacaktı. On yıllar boyunca depolitize edilerek baskı altında köreltilmiş olan halk bilinci, bir kez uyanmış ve sokağın havasını solumuştu.
Sonuçta, askeri darbeyle karışık gerçekleşmesi ve kendi iç çelişkileri tartışma konusu olsa da, Nisan Devrimi’nin belki de en çarpıcı dersi, başka halkları esaret altında tutmanın hayırlı bir şey olmadığıydı. Sömürge sorununu çözemeyenin çözülmesi, böylece tarihi bir ders olarak bir kez daha kayıtlara geçmişti.
Arif MOSTARLI