Yeni bir yıla girdik… Suskun gibi görünenler, değerlerine el uzatanlara bir büyük ders vermeye hazırlanıyor yeniden. Tarih böyle akıyor bu topraklarda…
Ender Öndeş/İstanbul
Yeni bir yıla daha girdik. Yaşamlarımızdan eksilen her zaman parçası, sonraki kuşakların ömrüne ekleniyor; bizim çektiklerimiz onların yolunu açıyor, onların varlığı bize büyük bir tahammül ve direnme gücü veriyor.
“Karanlık zamanlarda şarkı da söylenecek mi?” diye soruyordu yıllar önce Bertolt Brecht ve kendisi yanıtlıyordu soruyu: “Elbette şarkı da söylenecek/Karanlık zamanları anlatan.” Tam öyle değil ama. Biraz daha karışık. “Karanlık zamanlarda” gelecek ışıklı günlerin de şarkısı söyleniyor bir yandan, kötü bir yıldan umutlu bir yıla geçerken de hem geriye, geçmişe ve yitirdiklerimize bakıyoruz, hem de geleceğe, yarına, gecenin sonunda bizi karşılayacak olan gün ışığına… Birincisi belleğimizi taze tutuyor, ikincisi kazanma umudumuzu yeniliyor.
Baharı karşılarken
Zulüm hiç eksik olmadı bu topraklardan… Derelerin kan aktığı, topraktan canlarımızın fışkırdığı zamanlardan geçtik hep. “33 Kurşun”dan Roboski’nin çocuklarına kadar dikenli yollardan yürüyüp geldik; ama kış her zaman kendi içinde baharı büyüttü; yüzlerce kez tanık olduk buna. Şimdi, bir kez daha kritik dönemeç noktalarıyla, tuzaklar ve avantajlarla dolu yeni bir yıla merhaba diyoruz ve yine gözümüz baharda. Kürdün tarihinde ilk kez bir barış yolu aranırken Osmanlı’nın o büyük sarayında çekilen fotoğraf hala arşivlerde ve fakat o fotoğrafta yer alan barış elçileri cezaevinde. Siyasi hırslar uğruna devrilen masa hala orada dururken, coğrafyamızın bir ucundan öbürüne kan akmaya devam ediyor ve bu kanı durdurabilecek tek irade o gün bugündür tecrit altında.
İmparatorluk hevesi
O büyük çabanın önünün kesilmesinden doğan büyük çıkmaz ise şimdi sadece mevcut sınırlar içinde değil Suriye’den İran’a, Irak’a kadar bütün diğer coğrafyalarda daha büyük trajedileri hazırlıyor. Sorunları bölgenin halklarıyla değil de her biri kendi pis işleri peşinde koşan büyük kumarbazlarla ve barbar çetelerle ‘çözmeye’ çalışanlar ise dava vahim sonuçları üretiyorlar. Macera ve imparatorluk hevesleri peşinde koşarken, her dönemeçte ilişkiler değişiyor ama değişmeyen tek şey, halklara düşmanlık olarak kalıyor. Şimdi, Suriye coğrafyası yeni bir kaosun eşiğindeyken, bir kez daha dünya ağır bir sınava zorlanıyor. Halkların dış güçler olmaksızın ayakta duramayacağı tezi de kuşkusuz bir kez daha direniş tarafından test edilecek.
Taktakurusu düzeni
Bütün bunlar olurken, son yirmi yılın en ağır ekonomik krizinin yükünü her zaman olduğu gibi en alttakilere yıkan, bunun için ağır bir baskı atmosferiyle emekçilerin sesini kısmaya çalışan iktidar, savaşı ve zulmü bir seçim kampanyası olarak yürütüyor. Karın tokluğuna çalışan emekçilerin ‘tahtakurusu’ isyanını bile bir ‘beka’ sorunu olarak gören, “işçileri nasıl da susturduk” diye övünenler, yarattıkları bu soluk aldırmaz atmosfere rağmen çöküntüyü önleyemiyorlar ve zaten bu yüzden yeni maceralara ihtiyaç duyuyorlar. Neredeyse 20 yıldır bütün kaynakları savaşa ve betona gömerek ülkeyi kurutanlar, ancak bütün itirazları, en masum olanları bile bastırarak iktidarı koruyabileceklerini umuyorlar. Cumartesileri bu yüzden ortalık lacivert kesiliyor, gazeteciler bu yüzden yeni yılı cezaevinde karşılıyorlar, bu yüzden üniversite kürsüleri gerçek sahiplerinden uzak olmanın hüznüyle küflenip duruyor, bu yüzden insanlar cezaevi hücrelerinde ‘naklen yayın’ sırasında yaşamlarını yitiriyorlar.
Leylaların zamanı
Ama yetmiyor yine de bütün bunlar. Daha dün yüzlerce, binlerce insan kendilerini yönetmeye aday olacakları seçmek için yine kendi evleri gibi bildikleri partilerinin kapısındaydılar, inanılmaz bir ısrar ve inatla siyasi iradelerini sandığa yansıtmaya hazırlanıyorlar. Suskun gibi görünenler, değerlerine el uzatanlara bir büyük ders vermeye hazırlanıyor yeniden. Tarih böyle akıyor bu topraklarda… Bayraklar elden ele geçiyor, düşenin yerini bir diğeri dolduruyor, yenilen ayağa kalkıp yeniden yola koyuluyor. Kimyası böyle bu toprakların. Bugün bedenini açlığa yatan Leylalar nereden güç alıyorsa, katırlar üzerinde gelen parçalanmış evlatlarını bağrına basan kadınlar da oradan güç alıyor. Yüzlerce yıl önce Sultan Muratları, İskenderleri “gölgesiz” geçip gitmeye zorlayan kimya, betonlara gömülse de, eninde sonunda bir yerden filiz sürmenin imkânlarını yaratıyor. Ki onlardan öncesinde de ne “gölgesiz”ler vardı bu topraklarda, bilmez miyiz hiç? O demirci ustası olmasaydı, kim hatırlardı şimdi Dehak denilen zulüm padişahını.
Newroz bahardır
İşte o yüzden bu topraklarda, “Ne de olsa kışın sonu bahardır” denildiğinde o bir şarkı sözü değil, tarihin tartışmasız hükmüdür. Kışın sonu bahardır evet. Ve bahar, Newroz’dur, uyanıştır, her seferinde yeniden diriliş ve ayağa kalkmadır. Bu yüzden, yeni bir yıla girmek rakamların değişmesi anlamına gelmiyor; bahara doğru yürümek, bahar için, Newroz için yürümek anlamına geliyor. Çünkü biliyoruz ki, bahar, bizim geleceğimizdir.
Ve yine biliyoruz ki, gelecek, biz nasıl istiyorsak öyle gelecek.
Yolumuz açık, önümüz aydınlıktır.
Yeni yılınız kutlu olsun!