Dünyanın her yerinde devletler kirli işler için ‘denetim dışı’ kirli kaynakları kullanmayı sever. North da bunu yapmıştı. İran’a silah ticaretinden ve kokain tüccarlarından al, kontra çetelere ver! Doğrusu bu hiç yabancısı olmadığımız bir şey!
Arif Mostarlı
7 Mayıs 2018’de, Amerika’da bireysel silahlanmanın en güçlü lobisi olan ‘Ulusal Silah Derneği’nin başkanlığına Donald Trump’ın sevgili dostu Oliver North seçildiğinde, bazıları hemen geçmişi hatırlayıp biraz bozulmuştu. Ama ne vardı ki bunda? Vietnam Savaşı boyunca “cesur, dinamik liderlik ve ciddi kişisel tehlike karşısında göreve sarsılmaz bağlılık” gibi nitelikleri yüzünden göğsünü madalyalarla doldurmuş eski bir asker için bundan daha münasip bir görev olabilir miydi? Amerikan sağı onu sevmeyecekti de kimi sevecekti yani?
Şimdilerde 79 yaşında olduğu halde hâlâ aşırı sağcı kampın efsanelerinden biri olan Oliver North’tan söz ediyoruz. Belki belleklerden silindi biraz ama hani şu İran-Kontra skandalının patronu ve uyuşturucu kaçakçılarının hamisi olan adamdan…
Hızlı bir yükseliş
7 Ekim 1943’te Teksas’ta doğmuştu North. Baba zaten binbaşıydı; dolayısıyla ona da ordu yolu görünmüştü. Önce Virginia’daki Deniz Piyadeleri Üssü’nde teğmen rütbesi aldı. Sonra Vietnam savaşı geldi. Vietnam’da müfreze komutanıydı ve madalya toplamaya orada başlamıştı. Bu arada köy katliamlarından yargılanan arkadaşlarına ‘karakter tanıklığı’ yaparak cinayet dayanışması örnekleri vermeyi de ihmal etmedi.
Savaş hüsranla bitti gerçi ama North gibilerin yıldızı hiç sönmedi. Binlerce Vietnam gazisi sokaklarda savaşı lanetlerken, yaptıklarını hep savunan North’u doğal olarak ABD’nin en sağcı başkanlarından olan Ronald Reagan da çok sevdi. 1981’de North artık Washington’da Ulusal Güvenlik Konseyi’nde bir yarbaydı ve pis işler ondan soruluyordu. Ama asıl şöhretini meşhur İran-Kontra skandalındaki rolüyle yaptı.
Ambargoyu delmek
ABD, Şah Rıza Pehlevi döneminde İran’ın en büyük silah satıcısıydı ve Ocak 1979’da İran İslam Cumhuriyeti’ne miras kalan silahların büyük çoğunluğu Amerikan yapımıydı. Dolayısıyla Humeyni rejimi, yedek parça tedarikine ihtiyaç duyuyordu. Ancak, Kasım 1979’da Tahran elçiliğinde patlayan rehine olayının ardından, Başkan Jimmy Carter İran’a silah ambargosu koydu. Ronald Reagan da, 1981’de göreve başladığında, silah ambargosunu sürdüreceğine söz verdi.
Reagan ekibi, bu ambargonun İran’ın Sovyet etki alanına girmesine kapı açtığını düşünüyordu ama bir yandan da Humeyni’nin İslam devrimini yayma girişimleri ürkütücüydü.
Tam da bu karmaşık ikilem sürerken, Nikaragua’daki Sandinist devrime karşı Honduras’ın topraklarında örgütlenen ‘kontra’ çeteleri sınır boyunca ve içlere kadar saldırılar düzenliyor, tarlaları yakarak, köylüleri katlederek yeni Sandinist hükümeti devirmeye çalışıyordu. Reagan’ın en büyük amacı, güneydeki bu ‘kızıl mikrobu’ ortadan kaldırmaktı ve bunun için çetelere büyük fonlar ayırıyordu. Ancak bu durum, ABD’de bir tartışma konusuydu ve sonunda Kongre, 1982’de ABD’nin kontra çetelerine para akıtmasını kesin olarak yasakladı. Ancak Reagan yönetimi yine de Kontraları gizlice silahlandırmaya ve eğitmeye devam etti.
Alavere dalavere
Sürecin bu noktasında Reagan ekibi, uzaktaki İran’ı değil, yakındaki Nikaragua’yı daha fazla önemsediği için, bu kirli savaşa ‘dışarıdan’ fon yaratma yolunu seçti. Süreç böyle başladı. Başrollerde, Ulusal Güvenlik Danışmanı Robert McFarlane ve Oliver North vardı. Bu ikili, Hizbullah’ın Lübnan’da rehin aldığı Amerikalıları kurtarma pazarlığını da vesile ederek karmaşık yollardan bu süreci başlattılar. Süreç karmaşık ama işlem basitti, ABD, İsrail üzerinden silah tüccarı Manucher Ghorbanifar aracılığıyla İran’a değişik silahları satıyor, gelen para ise denetim dışı olarak Honduras’taki katillere akıyordu. Üstelik böylece İran’daki ılımlı güçlerin desteklendiği söyleniyordu ama sonuçta silahlar rejime gidiyordu. Böylece 1981-1986 arasında 3 bine yakın TOW ve bir dizi Hawk füzesi İran’a gitmişti. Bu arada North ipleri ele almıştı ve Brunei Sultanı dahil (10 milyon dolar!) her yerden kontralara para akışı sağlanıyordu.
Sonrası uzun hikâye. Nikaragua’nın CIA’ya ait bir uçağı düşürmesiyle birlikte her şey çorap söküğü gibi geldi. North, üç günde on binlerce belgeyi yok etse de geriye bir şeyler kaldı. Reagan ulusa seslenerek sorumluluğu aldı ama bu arada North ekibini de sattı. 1988’de 16 suçtan yargılanan North, sonuçta da birkaç yıllık kamu hizmeti cezasıyla kurtuldu. Böylece politik hayata atılmasının yolu da açılmış oldu.
Bu arada, asıl büyük suçlar ise ortada kaldı; Panama diktatörü Noriega’nın uyuşturucu ticaretini kolaylaştırmak, Kolombiya’daki kokain operasyonlarını kartellere önceden bildirmek ve bütün bunların parasının kontralara gitmeyen bir bölümünü cebe indirmek gibi…
Şimdi 79 yaşında North ama hâlâ bir kenara çekilmiş değil. Önümüzdeki günlerde Trump’ın yeni seçim kampanyasında boy gösterirse de herhalde kimse şaşırmayacak.
***
North’un hikâyesinin bizim coğrafyamızla elbette ilgisi yok. Neden olsun ki hem? Uyuşturucu parasıyla ‘teröre karşı mücadele’nin finanse edildiği bir ülke değiliz ki biz!