Herkes gibi biz de DAİŞ’in yenilgisinin ilan edileceği güne kilitlenmişiz. Ancak hem Suriye Demokratik Güçleri (SDG) komutanlarının hem de bölgedeki gazetecilerin tahmin ettikleri tarihin üzerinden zaman geçmeye başladı. Zaman geçtikçe de sabırsızlık artıyor. Biz de bir grup gazeteci olarak sabırsızlığımıza yenilip, DAİŞ’in son mevzisinin bulunduğu Bahoz köyüne doğru yola koyulduk.
Sabahın erken saatleriyle birlikte Kamışlo’dan yola çıktık. Uçsuz bucaksız, bereketli coğrafyanın içinden süzülen yoldan hızla yol aldık. Haseke, Şedad, Basute, Hakkıl Ömer, Hakkıl Tenek derken, yedi saat süren yolculuğun ardından DAİŞ’in son mevzisi Bahoz köyüne yaklaşık 30 km uzaklıktaki boş çölün ortasında, SDG savaşçılarının Bahoz köyünden gelenleri karşıladıkları yere ulaştık. SDG komutanlarıyla yaptığımız ilk görüşmelerin hepsinde ilanın neden bu kadar geciktiğini sorduk. Hemen hemen hepsinden benzer cevaplar aldık. Onlar da bu kadar uzayabileceğini tahmin etmediklerini, ancak Bahoz köyünden hiç beklemedikleri sayıda sivil ve DAİŞ’linin çıktığını söylediler.
SDG Basın Merkezi Sözcüsü Mustafa Bali, kuşatmanın başladığı ilk günlerde köyde en fazla bin 5 yüz kişinin olabileceğini tahmin ettiklerini, ancak şimdiye kadar kuşatma altındaki Bahoz köyünden 17 bin kişinin çıkıp, SDG güçlerine ulaştığını söyledi. Bali, Bahoz köyünde hala ne kadar insanın olduğunu da bilmediklerini sözlerine ekledi. 17 bin insan etrafı kuşatılmış bir köyde nasıl olur da fark edilmez? Yönelttiğim soru karşısında Bali de şaşkınlığını gizlemeden, “Dronlarla havadan yaptığımız keşiflerde de bu kadar çok insanın orada olduğunu fark etmedik, bu kadar insanın orada olabileceğini de tahmin etmedik” diye cevap verdi. Çöl rüzgarıyla savrulan toz bulutu içinde beklerken, uzaktan yükselen ağır toz bulutunu fark ettik.
Arka arkaya dizilmiş kamyonların bize doğru geldiklerini fark edince, tüm gazeteciler gibi biz de hemen fotoğraf makinamızı, kameramızı alıp, kamyonlara doğru gittik. Arabaların kasalarından yüzlerce kişi çıktı. Çoğu çocuk ve kadın. Erkekler ya yaşlı, ya da yaralı. Şimdiye kadar sadece Bahoz köyünden 17 bin insan gelip SDG güçlerine ulaştı, ancak köyde hala kaç kişinin olduğunu ne SDG komutanları biliyor, ne de gelenler söylüyor. Hepsinin gözlerinde yenilginin, sefaletin, açlığın izleri okunuyor. Ancak bazılarının gözlerinde hala kinden, öfkeden de izler var. Konuşmalarımızda açıkça “Biz şimdi yenildik, ama mutlaka İslam Devleti’ni (DAİŞ) kuracağız” da diyorlar. Ancak şimdiye kadar SDG güçlerine ulaşmayı başaranlar arasında kurtulmayı başaran 13 Ezidi çocuğun hikayesi, DAİŞ ile savaşın nedenlerini özetlemeye yeter de artar.
Hepsi Şengal’in DAİŞ’in eline geçtiği 2014 yılında kaçırılmışlar. 7 ila 15 yaşları arasında görünüyorlar, demek yakalandıklarında 2 ila 10 yaşları arasındalarmış. Bazıları daha konuşmayı öğrenmemişken kaçırılmış. Şimdi ne anadillerini, ne de kültürlerini biliyorlar. Kendilerine yabancı. Belki de ne annelerini, ne babalarını, ne de doğdukları toprakları hatırlıyorlar. Çocuk olmanın ne demek olduğunu bilmeden DAİŞ’in okullarından geçmişler. Silahı, kanı, öfkeyi, öldürmeyi bir oyun sanıp büyümüşler. Şimdi gidecekler Şengal’e, ya da Laleş’e. Kim olarak, hangi kimlikle? Peki, anneleribabaları yaşıyor mu, yaşasalar da onları tanıyacak mı? Ya da onlar annelerini, babalarını tanıyacaklar mı? Yaşanmamış bir çocukluk, bölünmüş, parçalanmış bir kişilik. Bunlar kim, kim olarak yaşayacaklar? Tabi bir de toplum onları ne kadar kabul edecek?
Yarımlıklarına, parçalanmışlıklarına ne kadar çözüm olacak? Kimisi ‘DAİŞ’in elinde yetişen çocuklar’ diyecek, kimisi kendi kültürünü bilmemekten dolayı dışlayacak. Evet, bu çocuklardır Kürtlerin DAİŞ’e karşı neden bu kadar inatla, inançla savaştıklarının özeti. Ama yine de ne olacak bu çocukların hali? DAİŞ’in kaçırdığı çocukların, kadınların bir kısmı katledilip dipsiz kuyulara atıldı, ancak kurtarılanlar nasıl yaşatılacak? Bu çocukların, kadınların hiçbirinin sanki hiçbir şey olmamış gibi bundan sonra yaşaması mümkün değil. Yarımlıkları, parçalanmışlıkları sürekli bir travma olup karşılarına çıkacak. Ya yarımlıklarının altında silikleşip köşelerine çekilecekler, ya da yalnız bırakıldıkları kalabalıkların içinde öfke nöbetlerine tutulup radikalleşecekler. Üstelik bir tek onlar da değil, daha binlercesi, belki de onbinlercesi. Dünya şimdi, kendilerini daha çok ilgilendirdiği için, SDG’nin elindeki bin dolayında yabancı DAİŞ’linin ne olacağını konuşuyor. Ancak SDG’nin elinde 3-4 bin civarında tutuklu var.
Ondan daha önemlisi eşleri DAİŞ’li olan binlerce aile var. Bu onbin civarında kadın, bir o kadar da çocuk demek. DAİŞ yenilse, son mevzisi düşse de bu insanlar ne olacak? Bu kadar insanı ömür boyu cezaevlerinde ya da kamplarda tutmak mümkün değil. Hadi Suriye vatandaşı olan DAİŞ üyeleri ve aileleri Kuzey Suriye’de tutulmaya devam edildi. Peki yabancı DAİŞ üyeleri ve aileleri ne olacak? Ne ABD, ne Fransa, ne İngiltere, ne Almanya, ne de diğer ülkeler kendi vatandaşı olan DAİŞ üyelerini ve ailelerini kendi güvenlikleri için risk oluşturabilirler diye kabul etmiyorken, onbinlerce kişiyi Kuzey Suriye yönetimi ne yapacak? Bu insanlar ki, derin bir toplumsal bozulmanın sonucu radikal düşüncelerin etkisi altına girdiler. Derin bir rehabilitasyon altına alınıp, yeniden topluma kazandırılmadıkça da insanlığa, topluma küskünlükleri geçmeyecek. Hele hele yaşananların hiçbirinde suçu olmayan, her şeyden bihaber bu çocukları, ailelerinin düşüncelerinden ya da işledikleri suçtan dolayı cezalandırmak hakkaniyete sığmaz. Nasıl ki insanlar doğarken ne kendi ırklarını ne kendi uluslarını ne kendi inançlarını belirleyemiyorlarsa kendi ailelerini hiç, hem de hiç tercih edemiyorlar.
Irkçılığın her türlüsünü reddederken, bu çocukları cezaevlerinde, ya da toplumdan dışlayacak şekilde kamplarda tutmak da ırkçılığın bir başka biçimi değil midir? Evet her insanı işlediği suçtan dolayı yargılamak gerekir, ama kimseyi kendisinin seçme hakkı olmadığı ailesinin işlediği suçtan dolayı suçlamamak, cezalandırmamak gerekir. SDG, YPG ve YPJ Ezidi Kürtleri başta olmak üzere tüm insanlığa verdiği sözü tuttu ve kara bir kabus gibi insanlığın üstüne çöken DAİŞ’i yenmeyi başardı. Pek yakında bunun zaferini de tüm dünyaya ilan edecek. Peki dünya bu kara büyünün etkisi altına giren bu insanları ve onların çocuklarını kurtarabilecek mi?