‘Ohh be!… Kurtulduk, öldü!…” dediler, yanıldılar, ağlamayın artık ölmedi Deniz inadına, ütopyasındaki imgesini milyonların kafasına zerk edip gökyüzüne yükselmiş, yıldızlara karışmıştı, küllerinden yeniden doğarcasına!’
İskan Tolun
Üç Fidan‘ı saygıyla anıyorum!…
Çocuktum henüz, 6-7 yaşlarında ama dün gibi hatırlıyorum, 6 Mayıs 1972 sabahını. Tam yarım asır…
Köyün ortasından şen şakrak giderken duymuştum Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idam edildiğini; duyunca da bir ışık sönmüştü bende, o yaşta. Oysa, adını duymuştum sadece Deniz’in, bir devrimci olduğu söyleniyordu. “Devrimciler; zulüm edenlere, faşistlere, haksızlık yapanlara karşı, savaşırlar, yoksul halkı savunur, korurlar” diye söylenen sözleri can kulağıyla dilemiş olmalıyım ki, Denizlere, devrimcilere karşı büyük bir sempati, saygı duyuyordum; kalbimin en özel köşesinde saygın bir yer edinmişlerdi. Aniden, idam edildiklerini duyunca da hüzne gömüldüm, gün karardı sanki. Evet, kara bir gündür 6 Mayıs, kara, kapkara!…
Bu konu her açıldığında; ya da bu konu ile ilgili bir belgesel, bir video izlediğimde, veyahut bir yazı, bir kitap okuduğumda aklıma hep o ilk, hüzün dolu gün geliyor. Unutamıyorum bir türlü, o ilk, kara, kapkara günü. Üç Fidan, dünyayı daha da aydınlık, yaşanılır kılmak için emperyalizme karşı yılmadan, son nefeslerine kadar mücadele ettiler. Bunu herkes biliyor artık, yediden, yetmişe…
Onları anlatan belgeseller, videolar, filmler çekildi; yığınla yazılar yazıldı, onlarca kitaplar basıldı ve bu, daha nesiller boyu böyle devam edecek…
Deniz’in Ütopyası adlı romanım için yıllardır bu kahramanlar üzerinde araştırmalar yapıyorum ve kanımca, onları anlatmaya ne kalemler ne de sözler yeter!…
Deniz Gezmiş’in romanını yazmak aklımın ucundan bile geçmiyordu. Ama, ikinci (Girdap/Remzi’nin Çilesi Ölünce Biter-2) romanım çıktıktan sonra okuyuculardan artık, talepler gelmeye başladı:
“Deniz Gezmiş üzerine bir roman yaz. Deniz’i senin kaleminden okumak istiyoruz,” diye ve bu talepler giderek yoğunlaştı. Deniz Gezmiş’in romanını yazmak bana ancak mutluluk verirdi, kolları sıvadım.
Ulaşabildiğim herkesten o döneme dair bilgiler topladım, belgeseller, filmler, videolar izledim, yazılar okudum, onlarca kitap devirdim. Bu arada bazen dezenformasyonlar da edinmiyor değildim. Ama sağolsunlar Deniz’in okul/dava arkadaşları, beni bu konularda ziyadesiyle aydınlatıyorlar. Özellikle de değerli hocam Ragıp Zarakolu ile Cengiz Çandar hocam…
Bu değerli insanı araştırırken alabildiğine etkilendiğimi itiraf etmeliyim. Evet, çok, çok etkilendim. Özellikle de idamlardan sonra bunalıma giren avukat Halit Çelenk’in tek başına odasında dolaşırken kendi kendine:
“Ah Deniz ah!… Asılan sen miydin, yoksa ben!?…” diye, biteviye ağlayarak haykırışlarından…
Üç Fidan için, Ölmezler için sadece avukat değil, bütün analar-babalar, dağlar-taşlar, yer-gök ağlamıştı, o kara, kapkara günde, 6 Mayıs 1972’de!…
Onları tekrar saygıyla anarken, Deniz’in Ütopyası adlı romandan kısa bir kesit sunmak istiyorum: “Nasıl ağlamasınlar ki!?… Kapkara gözleri; kıvırcık, simsiyah saçları, boyu uzun dal gibi ve alabildiğine simetrik, dimdik bir duruşu, yerinde duramaz heybetli, heyecanlı bir konuşması, özgürlüğe gidecek kararlı bir yürüyüşü, attığını vurur, esnek ve çevik bir yapısı vardı Deniz’in, korktular ondan korktular; toplandılar, “Yılanın başı küçükken ezilmeli,” mantalitesiyle karar alındı, emir verildi ve koca bir orduyla ardına düştüler, kapkara bir bulut gibi çöktüler, baharda ışıl ışıl doğan bu güneşin üstüne, derdest ettiler, fakat, yine de teslim alamadılar, despotizmin zindanları dar geliyordu ona, pes etmedi hiç gururluydu, onurluydu ve alabildiğine de kararlıydı, bu kez haince, acımasızca, gaddarca astılar onu, hem de işkence ede ede, bilerek; köşkte bunu kutlamak için toplandılar, kadehler tokuşturup “Ohh be!… Kurtulduk, öldü!…” dediler, yanıldılar, ağlamayın artık ölmedi Deniz inadına, ütopyasındaki imgesini milyonların kafasına zerk edip gökyüzüne yükselmiş, yıldızlara karışmıştı, küllerinden yeniden doğarcasına!..”
“Benim haklı olduğumu tarih bir gün yazacaktır!”
(Deniz Gezmiş)