Bugüne kadar varlığını sürdürmüş olan insanlık yani homo sapiens türünün tarihi yaklaşık 200 bin yıl. Bu geçen 200 bin yıl içinde sınıflar tarihi ise sadece 10 bin yıllık bir geçmişe sahip. İnsanlık tarihindeki ilk sosyo-ekonomik yapı ilkel komünal toplumdur. Bu yapının en önemli özelliği, sınıfsız bir toplum olmasıyla birlikte üretim araçlarının ortak mülkiyetine dayanıyor olmasıdır. Avcı toplayıcı bir yaşam içinde tamamen eşitlikçi ve antihiyararşik yapıda süren komünal yaşam, insanlık adına ileri bir adım olarak kabul edilen tarımsal üretimlerin başlamasıyla birlikte eşitlik yapısı bozulmaya ve hiyerarşi ortaya çıkmaya başlamıştır.
İlkel toplumda yapılan avcılık ve toplayıcılıkta açlık riski sınırlıydı. Onlar var olan birçok bitki türünden yararlanıyorlardı. Her mevsim farklı türleri tüketerek yaşamlarını sürdürmeleri çok ciddi açlık sorunlarını ortaya çıkarmıyordu. İlkel komünal toplumda depolama ya da biriktirme gibi bir anlayış yoktu ve doğanın o gün onlara sunduklarıyla yetinmekteydiler. Daha fazla üretmek ve dolayısıyla doğayı sömürmek gibi bir kavrama çok yabancıydılar. Ancak nüfus artışları nedeniyle komünlerde ihtiyaçlar arttı. Bazı bitkileri ve hayvanları evcilleştirmeye başladılar. Bu küçük adımlarla başlayan tarım üretimleri dünyaya yayılmaya ve ardından birçok felaketle birlikte sosyal çöküşler, açlık ve sefalet yılları başladı.
Çünkü artık rekabet ve mülkiyet var olmuştu. Zamanla yaşanan bu değişimler ilkel sayılabilecek çiftliklere yapılan baskınlar, savaşlar beraberinde korkuyu ortaya çıkardı. İlkel avcı toplayıcı toplum kendini doğanın bir parçası olarak görürken, çiftçiliğin ortaya çıkmasıyla birlikte doğanın yönetilebilir ve kontrol edilebilir olduğu anlayışı egemen oldu. Bu anlayışla birlikte bireysel zenginliğin kutsanması 10 bin yıl önce başlayan ve tarım devrimi olarak nitelenen sürecin ortaya çıkardığı ilk kökten değişimdi. Ve artık toplumlar sınıflı toplum haline geldi. Sınıflı toplumun ortaya çıkmasıyla birlikte hem insan emeğinin sömürüsü hem de doğanın sömürüsü günümüze kadar atbaşı devam etti.
10 bin yıl önce ortaya çıkmaya başlayan sınıflı toplumların bugün vardığı nokta ise inanılmaz boyutlarda. Gelişmiş-gelişmemiş ve belirsiz bir niteleme olan gelişmekte olan ülkeler olarak dünya üçe ayrıldı. Dünya nüfusunun yüzde biri dünya da yapılan üretimlerden ortaya çıkan değerin yaklaşık yüzde seksenine sahip oldu. Adaletsizliğin ve eşitsizliğin tavan yaptığı günümüzde halen hâkimiyetini tüm acımasızlığıyla sürdüren kapitalizm hem insanlığı hem de içinde yaşadığımız dünyayı yok etmeye doğru hızla ilerliyor. Bu gidişi durdurmak için birçok alternatifimiz maalesef yok.
İnsanlık tarihi ne yapmamız gerektiğini aslında açıkça ortaya koyuyor. İlkel olarak nitelediğimiz toplumun komünal yaşam örneğinin, günümüze uygun bir biçimiyle yeniden hayat bulması tek çıkış yolu. Eşitsizliğin ve hiyerarşinin ortadan kaldırılması kapitalizmin yok edilmesine bağlı. Hem doğal yapının hem de insanlığın sürebilmesinin ön koşulu kapitalist yağmanın ve sömürünün ortadan kaldırılması için bugünden yapabileceklerimiz olmalı. Kahrolsun kapitalizm diyerek onu yok edemeyeceğimiz bir gerçek. Bugün dayanışmayı, birlikte üretebilmeyi, birlikte hareket etmeyi sağlamamızın ön koşulu ise ezilenlerin ortaklaşabilmesidir.
İlkel komünal toplumdaki yaşamı daha ileriden oluşturmak gerekiyor. Bunun için dünyayı yeniden keşfe de gerek yok. Kapitalizmi yenilgiye uğratmış olan sosyalizm deneyiminden öğreneceklerimiz var. Sosyalist devletlerdeki geri dönüşün yani kapitalizme uzun yıllar sonra yenik düşmesinden de öğreneceğimiz çok şey var. Komünist monifestoyu yazanlar halen ışığını saçmaya devam ediyor. Ve bugün yeni bir dünyayı oluşturmak için çok daha hızlı olmamız gerekiyor. Dünya elimizin altından kayarken yerimizde saymaya devam edersek yakın gelecekte açlık, sefalet ve ölüm yoksul halkların kaderine dönüşecek. Kapitalizmin tekeline aldığı teknolojik gelişmeler bu hızla sürerse halkları bekleyen tek şey kölelik olacak.
Bugün dünya halkları kapitalizmin yıkıcı yüzünü artık daha net görüyor. İklim adaleti için milyonlar sokaklara çıkıyor. Ancak bizim gibi geri bıraktırılmış ülkelerde bu durum birçok gündemin içinde yok olup gidiyor. Türkiye halkları da doğal yaşamın yok edilmesinin daha çok farkında. Bu farkındalığı büyütmek ve asıl düşmanın sermaye ve onun iktidarları olduğu gerçeğini ekolojik bağlamda da ele almak ve bu gerçeği büyütmek ertelenemez bir görev. Ya başaracağız ya da yok olup gideceğiz.