Kurulduğundan bu yana, sermaye sınıfının siyasi temsilciliğini üstlenen AKP’nin çatısı altında siyaset yapanlar “kraldan çok kralcı olmaya çalışırken” öyle gaflar yapıyor ki -çoğu zaman gaf yaptıklarının farkında bile olmadan- kapitalizmin tüm çirkinliğini, vahşiliğini alenen ortaya seriveriyorlar. Bunlara bir yenisine geçtiğimiz günlerde AKP Genel Başkan Yardımcısı ve Ekonomi İşleri Sorumlusu Nihat Zeybekçi eklendi. Zeybekçi, hükümet olarak gizlemeye çalıştıkları İsrail’le ticari ilişkiler açığa çıkınca, işi pişkinliğe vurarak, “Eyvallah, İsrail’in Müslümanlara yaptığı bebek katliamını kınıyoruz ancak diğer taraftan da İsrail serbest ticaret anlaşmamızın olduğu bir ülke yani 6 satıp 1 aldığımız bir ülke” diyerek kendisinin ve partisinin “katliamların ticarete mani olmayacağı” görüşünü açıkça ifade etmiş oldu.
Zeybekçi’nin -daha sonra sosyal medya hesabından da teyit ettiği- “ticaretten elde edilen kârlar için bebek katliamlarının görmezden gelinebileceği”ne yönelik anlayış, kamuoyunda tepkiyle karşılansa da kapitalizmin tabiatına uygundur. Hatta büyük katliamlara neden olan savaşlar, özellikle kriz dönemlerinde sistemin bekâsı için bir gereklilik olarak görülür. Savaşlarda gerçekleşen ölümler ve yaşanan insani dram, kapitalizmin ayakta kalabilmesi için insanlığın katlanması gereken bir bedeldir sadece. İnsanlara ödettirilen bedel sadece savaşlarla da sınırlı kalmaz. Sermaye sahibi olmayan ve onu temsil etmeyen milyonlar, iş cinayetlerinde; doğa talanının kirlettiği havadan, sudan zehirlenerek ya da sürüklendikleri açlık ve sefalet nedeniyle kaybettikleri canlarıyla öder bu bedeli.
Egemenliğini sürdürebilmek için insanı, doğayı katletmeyi mübah gören bu anlayış, kapitalist sistemin -maskelemeye çalıştığı- gerçek yüzüdür aslında. Kapitalizmin ideologları (bunların birçoğu akademisyen kimliği altında faaliyet yürütür), sistemin bu vahşi yüzünü maskelemek gayesiyle insanlığı, “kapitalizmden başka seçeneği olmadığı”na inandırmak için sürekli bir çaba içindedir. Bu çaba yetersiz kalıp maske düşmeye başladığında ise devreye devletin baskı aygıtları girer. Türkiye’de, ABD’de ve birçok Avrupa ülkesinde Gazze katliamı protestolarının ya da genel olarak savaş karşıtı eylemlerin şiddetle bastırılması bunun en yakın örnekleridir. Savaş karşıtlarının yanı sıra emek sömürüsü, iş cinayetleri ve doğa katliamlarına karşı eylemleri bastırmaya yönelik devlet şiddeti de yine bu örnekler arasındadır.
Kapitalizmin vahşetine karşı direnenlere yönelik şiddetin nedeni çok açıktır: Dünya nüfusunun çok küçük bir azınlığını oluşturan burjuva sınıfının çıkarları için dünyanın geri kalınına ölümü, açlığı, sefaleti reva gören bir sistemin gerçek yüzünün açığa çıkmasından duyulan korku!
Bu korku boşuna değildir; çünkü sistemin gerçek yüzünün görünür olmasıyla birlikte, vatan-millet uğruna(!) savaşta ölüme razı olan, ekmek parası için sömürüye, iş cinayetlerine ve doğa katliamlarına ses çıkar(a)mayanlar, bir avuç azınlığın servetine servet katması için kurban edildiklerinin farkına varacaklardır. Bu ise, kapitalizmin sorgulanmasına neden olacak ve kapitalist-emperyalist sömürü düzenine karşı, halkların topyekün ayağa kalkması tehlikesini beraberinde getirecektir.
Bundan 135 yıl önce II. Enternasyonal tarafından “Uluslararası Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü” olarak kabul edilen 1 Mayıs’la dil, din, ırk, cinsiyet ayrımı yapmadan dünyanın dört bir yanındaki emekçiler, ezilenler “sınıf bilinci içinde” kapitalizmin vahşetine karşı bir araya gelmeye çağrılmıştır. Bu nedenle de burjuvazi ve onun siyasi temsilcileri, kapitalizmin maskesini düşürmeyi ve ona karşı mücadele etmeyi amaçlayan 1 Mayıs’lardan hep korkmuş, 1 Mayıs etkinliklerini engellemeye, provoke etmeye çalışmıştır.
Diğer birçok kapitalist ülkede olduğu gibi Türkiye’de de 1 Mayıs korkusu, yasaklamalarla ve çoğu zaman şiddet kullanılarak engellenmek istenmiş; 1977’de olduğu gibi kimi 1 Mayıs’lar gerçekleştirilen provokasyonlar nedeniyle cinayetlere, katliamlara sahne olmuştur. Bu yıl da gelenek değişmemiş, işçilerin Taksim’de yapmayı planladıkları 1 Mayıs etkinliği İstanbul Valiliği tarafından yasaklanmıştır. Diğer pek çok kentten de benzer yasaklama haberleri gelmektedir.
2024 1 Mayıs’ı sömürünün, açlığın, yoksulluğun sefaletin, eşitsizliklerin doruğa çıktığı yani sınıflar arası çelişkilerin tarihte eşine az rastlanır ölçüde derinleştiği; aynı zamanda -Zeybekçi’nin de ifşa ettiği gibi- kâr uğruna katliamların, soykırımların görmezden gelindiğinin tüm açıklığıyla ortaya çıktığı bir döneme denk gelmiştir. Böyle bir dönemde tüm yasaklamalara karşı 1 Mayıs’ı meydanlarda kutlayarak burjuvazinin korkularını büyütmek önemlidir elbette. Ancak ondan daha önemlisi, 1 Mayıs’ın tarihsel anlamına uygun olarak, kapitalizmin vahşetine karşı işyerlerinden mahallelerden başlayarak grevleri, direnişleri örgütlemektir. Maskesi düşen kapitalizmin barbarlığı böylesine gözler önüne serilmişken, 1 Mayıs vesilesiyle insanlığın bu barbarlığa razı olmadığını göstermek gerekir. Birlik ve dayanışma ile işçi sınıfının ve tüm dünya halklarının kendi kaderini tayin ettiği savaşsız, sömürüsüz bir dünyayı inşa etmek mümkündür.
Bijî Yek Gulan!
Yaşasın 1 Mayıs!