Yusuf Gürsucu / İstanbul
ABD’de gerçekleştirilen iklim zirvesine 41 ülke davetli. Kapitalizm aşırı üretim süreçlerine ‘yenilenebilir’ maskesiyle sürdürme çabası anlamsızlığını korurken, emperyalist güçler arasında paylaşım gerginliği yaşanıyor
Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) davetiyle 22 Nisan’da (bugün) başlayan ve 23 Nisan’da sona erecek olan 2 günlük iklim zirvesi düzenleniyor. Bu zirveye ABD tarafından Türkiye’nin de içinde bulunduğu 40 ülkenin davet edildiği duyuruldu ve ardından Pakistan’ın da davetlilerin içine alınmasıyla davetli sayısı 41’e ulaştı. Dünya da giderek genişleyen doğa yağması sonucunda ortaya çıkan ekolojik krize bağlı olarak gelişen iklim değişimi, küresel boyutta sıcaklıkları giderek arttırıyor. İklim zirvelerinde alınan kararlarla bu sürecin durdurulma ihtimalinin olmamasına karşın, iklim zirvelerine yönelik çağrılar yapılıyor olması dikkat çekici. Bugüne kadar zirvelerde alınan kararların herhangi bir karşılığı ise yok. Buna rağmen emperyalist kapitalist sisteme eklemlenenlerin eliyle beklenti yaratma gayreti devam ediyor.
Sancılı bir süreç
ABD, 4 Kasım 2016 tarihinde Paris İklim Anlaşması’na imza atmıştı. Trump’ın başkan seçilmesinin ardından geçmişten beri iklim zirvelerine muhalif olduğunu gizlemeyen Trump, 1 Haziran 2017 günü anlaşmadan çıkacaklarını açıklamıştı. Ancak imzalanan anlaşmadan 3 yılı doldurmadan çıkılması mümkün değildi ve bu çıkma kararı 4 Kasım 2019’da resmiyet kazanabildi. ABD’de yapılan son seçimlerinden hemen önce 4 Kasım 2020’de, ABD anlaşmaya imza atan 197 ülke arasından ilk ve tek çekilen ülke olma unvanını kazandı. Bunun yanında örneğin Türkiye’nin de içinde bulunduğu 7 ülke ise anlaşmaya imza atmasına karşın meclislerinde anlaşmanın halen gündeme alınıp imzalanmamış olması sancılı bir sürecin yaşandığını gösteriyor.
Sıkıntı ne?
Dünya coğrafyasının yüzde 97’si kapitalist üretim süreçleri tarafından içerilip sermaye birikim sürecine bağlanarak sermaye tarafından yağmalandı. Kapitalizmin yaklaşık 200 yıllık bir sürede dünyanın altını üstüne getirmeyi başardı! Bu yağma sürecinin sonuçları ise son 40-50 yıl içinde üstü örtülemez boyutta ortaya çıkmaya başladı. Kapitalizm için sadece bir hammadde deposu olarak görülen doğal yaşam, artık kapitalizmin büyüme sürecine yanıt veremez halde. Trump’ın Paris anlaşmasından çekilme kararının ardında fosil yakıt üretimlerinde dünya tekeli konumunda olan ABD’li dev şirketlerin olduğu ise bilinen bir gerçek.
Kabuk değişikliği
Fosil yakıtların küresel ısınmaya neden olduğu biliniyor. Kapitalizm hesap yaparken yukarıda belirttiğimiz gibi hammadde deposu olarak gördüğü doğanın yaşatılmasını kendi çıkarlarıyla örtüştüğü oranda mümkün kılarken, işaretlenen ‘koruma’ bölgelerinin nedeni de bundan ibaret. Doğal ‘kaynaklara’ ucuz ve kolay yolla erişmek kapitalizmin olmazsa olmazıdır. Gerçekleştirilen iklim zirvelerinin ise kapitalizmin doğası gereği yıkıcı olan yüzü kabuk değişimi ile örtülmek istenerek, yeni bir maske yüze yerleştiriliyor.
Güç paylaşımı!
İklim zirvelerinin ana gündemi enerji üretimlerinde gerçekleştirilmek istenen değişimdir. Fosil yakıtlardan vazgeçilerek ‘yenilenebilir’ enerji adı altında enerji üretim biçimlerine geçiş hedefi, kapitalizmin büyüme sürecini kesintisiz sürdürme amacı taşımaktadır. Kapitalizm enerji üretim biçiminde kabuk değiştirmeye çalışırken, aşırı üretim süreçlerini ‘yenilenebilir’ yolla sürdürmek istiyor. Avrupa Birliği’nin ve özel de Almanya’nın başını çektiği ‘yenilenebilir enerji’ye geçiş planı kapitalizmde sancılı bir biçimde sürüyor. İnisiyatif alıp sürecin başına oturmak isteyen ABD, 41 ülkenin katılımını sağlayıp gerçekleştirdiği zirvenin konusu her ne kadar iklim değişimi olarak gösterilse de asıl hikaye bu bağlamda yeni sürece hakim olma hesabıdır.
İnanç pompalanıyor
UNESCO, geçtiğimiz günlerde yayınladığı 68 sayfalık raporda, 2030’a kadar toplumların önündeki en büyük dört zorluğu şöyle sıraladı; İklim değişikliği ve biyo-çeşitlilik kaybı, şiddet ve çatışma, ayrımcılık ve eşitsizlik ile yiyecek, su ve barınma eksikliği. Kapitalizmin iklim değişimine çözüm bulacağına inananların olması anlamsızlığını korurken, biyoçeşitliliği patentleyerek sermaye birikimine bağlıyor olması bile tek başına bu yok oluş sürecinde kapitalizmden kurtulmak dışında bir seçenek olmadığını göstermeye yetiyor. İklim zirvelerinde halklar üzerinde algı yaratılarak, kapitalizmin ekolojik krizi çözülebileceği inancı pompalanmaya çalışılıyor.
Dünya yanıyor
Kapitalizm, sermayenin egemen olduğu teknolojiyle (‘yenilenebilir enerji’, GDO vd.) insanlığın kurtarıcısı rolüne soyunarak çağımızın en büyük sorunu olan küresel ısınmayı çözme vaadinde bulunabiliyor. Oysa, kapitalizmin sömürüye tabi tutmadığı herhangi bir canlı veya cansız varlık dünya üzerinde kalmadı. Dünyada yaşamın temel elementleri olan su, hava, toprak ve enerji metalaştırılıp ticarileştirildi. Sular, hava ve topraklar kirletip, ormanlar katledildi, güneş ise dünyayı yakmaya başladı.
Boş vaatler
Paris’te alınan kararlarla, her zirvede olduğu gibi sermayeye yeni kapılar açılıyor. Verilen vaatler, kurdukları koalisyonlar bir gerçeği yani kapitalizmin yok edici yüzünü örtmeye yönelik. Paris anlaşmasını Fransa’da uygulamaya sokmaya çalışan Macron, anlaşmanın ne anlama geldiğini ‘karbon vergisi’ ile ortaya koydu. Kapitalizmin gizlenemez iğrenç yüzü kabuk değiştirerek örtülmeye çalışılırken, bu sürecin tüm maliyetini ise halklara kesme planları hızla uygulanıyor. Kapitalizmin ham madde deposu olarak görüp savaş açtığı doğa için koruma vaatlerinde bulunması, Albert Einstein’in, “Aynı anda hem savaşa hazırlanıp hem de savaşı önleyemezsiniz” sözünü anımsatıyor.