Biz “kapitalizm bunalımda, kriz derinleşiyor” diye duralım. Kapitalizm değişiyor, kendini varedici yollar bulup yeniliyor. Kapitalizmin değişimi her alanda oluyor elbette, ben tarımı anlatayım size.
Fiyat artışı hızlanıyor
Geçmişten bu yana üretim girdilerinde “makul’ fiyat artışı vardı; çiftçilerin alıştırıldığı. Şimdi fiyat artışı hızı var; yetişilemeyen, alışılamayan.
Felaketler sıklaşıyor
Hani, “kırk yılda bir, yüzyılda bir olur” denilen doğal felaketler vardı. Şimdi onlar, kapitalizmden sebep, çok sık, bir kaç yılda bir oluyor; önleyemediğimiz. Ençok çiftçileri vuran.
Topraklar şirketlere yurt oluyor
Uğrunda savaştığımız, bir karışı için konu komşu ve akrabalarımızla kavga ettiğimiz, hani şu vatan bellediğimiz topraklar. Şimdi o topraklar hükümetin böğründe yuvalanmış köstebek maden ve enerji şirketlerinin para kasalarına yurtluk ediyor. Çünkü “Acele Kamulaştırma” topraktaki mülkiyet güvencesini kaldırdı.
Fiyatlar yüksek, alım gücü düşük
Maliyetin düşmesine sağlayacak, yapılmayan yeterli desteklemelerle üretim kösteklenirken ithalatçı şirketlere, – paramız var ithal ediyoruz- destekli yanlı politikalarla deli paralar kazandırılıyor. İthalata dayalı yanlış dağı büyütülüyor, üretime ket vuruluyor.
Şöyle ki; 2020 yılının sonuna yetecek kadar pamuk, 2019 yılında 10 milyon ton civarında buğday ithal edildi. Çiftçi niye üretsin, üretirse kaça satacak? Çiftçi niye 3,5 milyon hektar araziyi ekemiyor, boş bırakıyor nedeni bu ithalat ve ithalata dayalı fiyat politikaları olabilir mi?
İthalat ucuz değil ki
Buğdaydaki son ithalat verilerine bakalım. TMO, ekmeklik buğdayı Ağustos ayında liman maliyeti hariç ortalama 222 dolardan, Eylül ayında 245 dolardan, Ekim ayında ise 257 dolardan ithal edecek. Bu ne demek? Evet sevgili arkadaşlar, bir yandan ithal buğdayın fiyatı artıyor, diğer yandan döviz kuru yükseliyor? Yıkım tek değil çift taraflı. Aslında biz üretebilecekken, şirketler kazansın diye üretim önemsiz kılınıyor. Eee üretemezsek olacağı bu. Bir kenara not edelim; bu hala iyi günlerimiz!
Niye?
Kur yerinde durmuyor. Uygulanan tarımsal üretim modeli, endüstriyel. Endüstriyel tarım modelinin girdileri dışarıdan temin ediliyor. O da kura göbeğinden bağlı. Tarımsal üretim modeli değişmiyor, değiştirmek için hükümette istek ve çaba yok.
İthal etmezsek, ihracat yapamayız
Türkiye’de tarıma dayalı kayda değer bir sanayi var. Mesela un ve tekstil sanayi gibi. Bilindiği üzere unun hammaddesi buğday, tekstilin ise pamuk. Buğday ve pamuk üretiminde kendimize yetecek potansiyelimiz var. Fakat üretim politikamız yok. Bu yüzden ithal etmek zorunda bırakılıyoruz. Yani ithal etmezsek, ihracat yap(a)mayacak hale getirildik.
Sağlıksız gıdaya söz söylemeye yasak.
İthal veya içeride üretilen gıda hakkında, söz söylemek, açıklama yapmak yasaklanıyor. Şaka değil, gerçek. “Gıda, Tarım ve Orman Alanında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Teklifi” dün TBMM’de görüşülecekti. Görüşülecek kanun, gıdaya yönelik ifade özgürlüğünü kısıtlayıcı içerikte. Besleneceğimiz gıda hakkında söz hakkımız, bilgi paylaşım hakkımız şirket çıkarı için elimizden alınıyor. Evet. Kapitalistler böyle değişimlerle, ön açıcılıklarla parasını katlıyor. Halk hem yoksullaşıyor hem yoksunlaşıyor.
Yoksullaşmaya panzehir üretmesi gerekenler ne diyor?
“Bu hayatın albenisine kendisini kaptıran insan, dünyasını da ahiretini de kaybeder” diyen Erdoğan, “Müminin görevi varlıkta şımarmamak, yoklukta sabretmektir. Gerçek mümin acıyı bal eyleyendir” diyor.
Hugo Chavez ise, “Tanrı açlık ve yoksulluk isteseydi, denizde balık, ormanda meyve armağan etmezdi” diyor.
Hangisi?