Bilim insanı biriktirdiği bilgisini, nedensellik ilişkisi içinde, insan ve doğa odaklı ele alıp yoğuran insandır. Elde edilen bilgi sebep-sonuç ilişkisini içeren bir biçimde sunulmadıkça, öne sürülenlerin doğruluğu tartışmalıdır. Türkiye’de mevcut iktidarın Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) raporlarının yüzde 90’ını kabul etmesi dikkat çekerken, bu raporların hiçbir değerlendirme sürecine bağlanmadan kopyala-yapıştır yöntemiyle yapıldığının hemen herkes farkında. Bir ekosistemde en azından tüm mevsimlerde süren yaşamın (bu süre de asla yeterli değildir) incelenmesi ve bir neden-sonuç elde edilmesi gerekir. Ancak böyle bir inceleme süreci uygulanmadığı gibi bu uyduruk raporların altında güya bilim insanı etiketi taşıyan insanların imzasının olması her bilim insanı etiketli insanların iddialarına güvenmemek gerektiğinin açık göstergesidir.
10 bini aşkın hakemli dergilerde yayınlanan çalışmalarda 2G-3G-4G gibi teknolojilerle çalışan cep telefonları için sağa sola dikilen baz istasyonlarının insan ve çevre sağlığına zararları sermayeden bağımsız olan bilim insanlarınca ortaya konurken, 5G’nin bu sistemlerden çok daha insan ve çevre üzerinde etkisinin olmaması mümkün mü? Bu iddialara karşıt iddialar ise fonlanan ya da sermaye tarafından desteklenen çalışmalarla yapılan çürütme girişimleri her nedense Birleşmiş Milletler vb. yapılar tarafından kabul görmektedir. Bu bir tesadüf değildir ve kapitalist sistemin bu bağlamda işleyişini ortaya sermektedir. Bilimin sermayenin kontrolünde olduğu koşullarda doğa ve insanın değil şirketlerin bu süreçten zarar görüp görmedikleri öngörülerek raporlar hazırlanır. Bu raporlarda doğa ve insana olan etki gerçek dışı veriler üzerinden yokmuş gibi gösterilmektedir. Bunun binlerce örneğini sadece Türkiye’de bulmak mümkündür.
Davos’ta yapılan Dünya Ekonomik Forum’larının (WEF) 2019 ve 2020 zirvelerindeki ana temaları Endüstri 4.0’dı. Neoliberalizmin ortaya çıkardığı küreselleşmenin hayal kırıklığı, olası isyanların nasıl önleneceği ve ‘dördüncü sanal sanayi devrimi’ (Endüstri 4.0) kapsamında yeni bir düzenin nasıl inşa edileceği gündemlerinin başında yer aldı. ‘Küresellik kapsamında çok taraflılık, kapsayıcılık, sürdürülebilirlik dördüncü sanayi devrimi çağında küresel bir mimariyi şekillendirmek, yeni modellerin inşa edildiği bir dünya yaratmak’ olarak özetlenen görüşmeler yaptılar. En önemli risklerinin ya da korkularının ‘Doğal kaynak arzına ısrarlı ve makul maliyetle’ erişememek olduğu en dikkat çekici vurgularıydı.
Bilimin tüm verileri sermayenin elinde toplanmakta. İstediklerinde sonuçları değiştirmekte ya da saklamaktalar. Sermayeden uzak bilimsel çalışma neredeyse olanaksız hale geldi. Bülent Şık’ın başına gelenler dünyanın dört bir yanında yaşanıyor. İnsanlıktan, doğadan yana tutum alanlara bilimsel araştırma olanaklarının önü kapatılıp işsiz bırakılıyor. Bu zorluklara, olanaksızlıklara ve baskılara rağmen halktan ve doğadan yana tutum alan bilim insanlarının varlığı ise bize umut veriyor. Ancak gittikçe azaldıklarını söylemek gerekiyor. KHK’lar ile halkın ve doğanın yanında saf tutan bilim insanları üniversitelerden uzaklaştırıldı hem de ipe sapa gelmez gerekçelerle. Türkiye gibi ülkelerde açıktan yapılan saldırılar artık kabuk değiştirerek diğer kapitalist ülkelerde ve Türkiye’de de farklı bir yol izliyor. Sermaye tarafından desteklenen fonlar ve vakıflar üniversitelerin ve bilim insanlarının araştırmalarında dayanacakları tek kanal haline getirilmiş durumda. Bu kanal ise tüm destekleri kapitalizmin yararına olacak araştırmalara veya fonlarca belirlenmiş alanlara yönelik yapılmasını şart koşuyor.
Kapitalizmin Endüstri 4.0 ile sanal bir dünyayı inşa edip insanları nereye gizlenirlerse gizlensinler izleyebilecekleri ve büyük çoğunluğu post modern sanal bir dünyada, adeta aptala çevirip kapitalizmin kölesi haline getirme hesapları yapıldığını görmemiz gerekiyor. Kapitalizm, emek sömürüsü olmadan büyümesi olanaksızdır. Bu durumu sürdürmek içinse hammadde deposu olarak gördüğü doğaya dayanmak zorunda. 5G teknolojisini büyütmek içinse nadir toprak elementlerine ulaşmaları gerekir. Bunun için başvuracakları tek yer ise yine doğal yaşamdır.
Nadir toprak elementleri (REE) bilgisayar, cep telefonları, tüm elektronik devreler ve savaş sanayisi gibi birçok endüstriyel üretimde yoğun olarak kullanılan olmazsa olmaz madenlerden biridir. REE on yedi kimyasal element içerir: Hafif nadir toprak elementleri; lantan (La), seryum (Ce), praseodimyum (Pr), neodimyum (Nd) ve prometyum (Pm). Orta nadir toprak elementleri; samaryum (Sm), öropiyum (Eu) ve gadolinyum (Gd). Ağır nadir toprak elementleri ise: terbium (Tb), disprosyum (Dy), holmiyum (Ho), erbium (Er), tülyum (Tm), itterbiyum (Yb), lütyum (Lu), skandiyum (Sc) ve itriyum (Y). REE’ler çeşitli nükleer, metalurjik, kimyasal, katalitik, elektriksel, manyetik ve optik özelliklere sahiptir.
Bu elementlerin ana üreticisi olan Çin’in nadir toprak elementlerine getirdiği ihracat kısıtlamaları sonrasında yoğunlaşarak artan biçimde, ABD başta olmak üzere birçok ülkeden Rio Tinto gibi birçok maden tekeli zengin maden yataklarına sahip olan Moğolistan’ı adeta işgal etti. Moğolistan’ın en büyük maden sahası Oyu Tolgoi’un bulunduğu bölgede yeraltı su rezervlerinin aşırı kullanılmasıyla birlikte kaynak sular yok olurken yeraltı ve yerüstü ise hiçbir canlının yaşayamayacağı bir alana dönüşmüş durumda. Türkiye’nin de son yıllarda bu madenciliğe ve ihalelere hazırlandığı bilinmektedir. Altın, elmas vb. madenler ve petrol, doğalgaz, kaya gazı gibi üretim süreçlerinin ekosisteme verdiği zararları artık herkes görebilmekte. Nadir toprak elementleri için açılan ve açılacak madenlerle birlikte ekosistem çok ciddi boyutlarda tahribata uğrarken canlıların yaşam alanları iyice daralarak adeta bir soykırıma uğratılacak.
Birçok yaşamsal sorunu büyüten REE madenciliğinde, çıkarılan cevherin içinde REE ortalama yüzde 6 düzeyinde bulunur. Bu nedenle, üretim sürecinde harcanan elektrik ve su dışında, siyanür vb. zehirli kimyasallar ile çevreye büyük miktarlarda toksit atıklar karışır. Nadir toprak elemenlerinin üretim sürecinin yarattığı en önemli çevresel sorunlardan birisi de, toryum içeren monazit ve ksenotim cevherlerinin radyoaktivitesinin yarattığı sorundur. REE madenciliğinde genel olarak atıklar iki biçimde ortaya çıkar. Küçük boyutlarda olması nedeniyle belirli bir madeni çevreleyen suya ve toprağa emilebilen ince parçacıklar karışır. Doğanın yerle bir edilmesiyle ortaya çıkan kayalar bir yana, diğer çok önemli olumsuzluğu ise suların sedimantasyon, asit drenajı ve ağır metallerin birikmesiyle geri kazanılamaz düzeyde kirletilmesidir.
Doğanın metalaştırılma süreci kapitalizm ile birlikte yağmacılık anlayışıyla günümüze dek gelişti ve büyüyerek sürmekte. Bu yazıyı yazmamdaki neden 5G’nin yarattığı sorunları farklı bir yönüyle görünür kılmak için. Kapitalist modernizm, dünyayı yok olma sürecine doğru hızla yuvarlarken halen kapitalist moderniteyi savunup onun uygulamaları için yok zararsızdı, yok şuydu buydu gibi ortaya serilen tutumları sergileyen kişilerin kapitalizmin yedekliğine savrulması kaçınılmazdır. Benim naçizane önerim eğer doğrudan, iyiden, gerçeklerden, emekten, doğadan yana iseniz düşünce üretmeden önce kapitalizme yabancılaşmalısınız, doğaya ve yalın gerçeklere değil…