Kapitalist modernitenin en zehirli ürünü milliyetçilik/ırkçılıktır. Eğer moderniteye demokrasi eşlik etmezse, modernitenin yarattığı imkanlar egemen sınıfların elinde ölüm makinasına dönüşür. Nazi Almanyası bunun dört dörtlük bir örneğidir
Hüseyin Kalkan
İttihat ve Terakki Cemiyeti (İTC) uygarlığın yarattığı ve o dönemde Osmanlı’nın elinde olan bütün olanakları Ermeni soykırımı için kullandı. Osmanlı çok gelişmiş bir kapitalist ülke değildi, ancak olanı kadarı ile modernite ülke çapında bir soykırımı gerçekleştirmek için yetti. Ünlü sosyolog Zygmunt Bauman, Holokost’un yalnızca Yahudi tarihindeki bir olay ya da modern öncesi barbarlığa bir geri dönüş olarak değerlendirilmemesi gerektiği söyler. Holokost’un moderniteyle ve onun düzen oluşturma çabalarıyla derinden bağlantılı görülmesi gerektiğini savundu. Bauman, Modernite ve Holocaust adlı kitabında bunu şöyle açıklıyor: “Holocaust, bu uzun ve acıklı infazın hiçbir noktasında akılsallık ilkesine aykırı değildi. ‘Kesin Çözüm’, hiçbir evrede akılcı verimlilik peşinde koşma, amaç için en uygun aygıtı seçme ile çatışmamıştır. Tam tersine bu, gerçek akılcı düşünceden kaynaklanmış ve bürokrasi tarafından biçimine ve amacına sadık kalınarak yaratılmıştı. Modem bürokrasi ve onun emrindeki beceri ve teknolojiler, iç düzenindeki bilimsel ilkeleri olmaksızın yapılmış birçok kitle kırımı, pogrom, toplu cinayet, gerçekte soykırımdan pek farklı olmayan birçok olay biliriz. Ancak açıktır ki, Holocaust, böyle bir bürokrasi olmaksızın düşünülemez. Holocaust, kökü tümüyle kurutulmamış modernlik öncesi barbarlık kalıntılarının akıldışı bir taşma olayı değildi. O, modernlik evinin meşru bir sakiniydi; o bir başka evi, yuvası olarak kabul edemezdi.” (Zygmunt Bauman, Modernite ve Holocaust, Sarmal Yayınevi, s.37) Söz konusu kitapta Bauman kendini Yahudi soykırımı ile sınırlar ve Nazi örneğinde meseleyi açıklar. Ancak modernite, Almanya ile sınırlı bir olgu değildir ve modernite mutlaka soykırıma yol açar diye bir önermede bulunamayız. Ancak, demokrasi olmadan modernite faşizme de yol açar, soykırıma da. Ben PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın demokratik modernite önermesinden hareketle, modernitenin demokratik yönünün ihmal edilmesinin toplumsal felaketlerle sonuçlanacağını düşünüyorum. Bu nedenle Ermeni Soykırımı’nı bir de bu perspektifle incelemeye çalışacağım. Öcalan, demokratik modernite paradigmasını dair şunları belirtir savunmalarında: “Demokratik ulus paradigmasının ulus-devletteki homojenleştirici, çatışmalı, milliyetçi, cinsiyetçi, dinci ve pozitivist zihniyetlerle birlikte iktidarcı ve sömürücü tekellerin yol açtığı derin çıkmazlar ve çatışmaları ortadan kaldırabilecek nitelikte ve kapasitede olduğu gayet açıktır. Demokratik modernitenin ekonomik ve ekolojik unsuru, kapitalizmin ve endüstriyalizmin dayattığı ekonomiyi ve çevreyi sadece krizlere uğratmakla kalmayan, ulus-devlet temelinde parçalayan ve böylece muazzam verim düşüklüğünde önemli bir etken olan olumsuzluklarını gidermekle kalmaz, aynı zamanda ekonomik ve ekolojik toplumun ihtiyaç duyduğu bütünselliği sağlayarak azami verimliliğe imkân tanıyan ve çevreye en az zarar veren çerçeveyi de sunar. Tarım-su-enerji komünleri etrafında geliştirilecek her tür ekonomik ve ekolojik komünal birlikler, ekonomik ve ekolojik toplumun ihtiyaç duyduğu ve tarihsel kültürün dayattığı dayanışmaya imkân veren, işsizliği önleyen, çalışmayı özgürleşme sayan ve verimliliğe yol açan düzeni mümkün kılar.” (https://firatnews.com/analIz/Oecalan-demokratik-modernite-gelecegin-gerceklesmis-uetopyasidir-138693) Bu belirlemeler kapitalist modernitenin zaaflarını ortaya koyduğu gibi toplumsal bir barışın koşullarına da işaret etmektedir.
Osmanlı modernitesi
Ermeni Soykırımı’nı da zayıf ve bağımlı olsa da Osmanlı modernitesi gerçekleştirmiştir. Belki buna İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin modernitesi demek daha doğru olur. Gerçi Ermeni Soykırımı Türkiye’de kapitalist gelişmenin başlarında meydana geldi. Ancak merkezileşmenin hemen hemen tamamlandığı, kapitalizmin birçok ürününün kullanılmaya başlandığı, devletin merkezileşmesinin tamamlandığı döneme rastlar. Avrupa karşısında gerileyen Osmanlı yöneticileri arayı kapatmak için Avrupa’ya bakarak reformlar yapmaya başladılar. Tanzimatla birlikte devlet mekanizması merkezileşirken ordunun modernleşmesi için adımlar atıldı. Bir taraftan da Avrupa ile kıyaslayacak düzeyde olmasa bile sanayileşme gelişmeye başladı. Bu gelişmeler olmaysadı ülke çapında bir soykırımı gerçekleştirmek mümkün olmayacaktı. Almanların desteği ile yapılan demiryolları, Ermeni halkının ölüm bölgelerine sevk edilmesinde kullanıldı. Posta ve telgraf mekanizması uzun süreden beri kullanılıyordu. Talat Paşa, telgraflarla katliamı İstanbul’dan yönetti. En önemlisi ordunun hem örgütlenme bakımından hem silah ve eğitim bakımından Almanlar tarafından modernleştirilmesiydi. Alman Tarihçi Prof. Dr. Lothar Rathmann ‘Alman Emperyalizminin Türkiye’ye Girişi’ isimli kitabında, Alman subaylarının Osmanlı ordusunu eğitmesi ve örgütlendirmesi için İstanbul’a gelmeleri ile ilgili şu bilgileri veriyor. “Abdülhamit, Osmanlı ordularını yeniden örgütlemesi için yetenekli bir subay grubunun ve Osmanlı devlet aygıtında çalıştırmak üzere birkaç yüksek mülkiye memurunun gönderilmesini talep etti. (s. 27) Alman silah tekelleri, özellikle Krupp bu isteğin kabul edilmesinden yanaydılar. Çünkü Osmanlı devletine silah satışına başlamışlardı ve daha çoğunu satmak için bu isteğin kabul edilmesini istiyorlardı. 1882 Mayıs ayının sonlarında Albay Von Kaehler yönetimindeki bir Prusya askeri heyeti Osmanlı başkentine geldi.” (s.28) Kaehler’in ölmesinden sonra yerine meşhur Binbaşı Von der Goltz gönderildi. Uzun yıllar Türkiye’de kalan Goltz, Osmanlı ordusunu yeni baştan reorganize etti ve bütün hücrelerine nüfuz etti. Daha sonra Enver Paşa ile tanışan Alman askerleri onun Almanya’ya gidip eğitim görmesini sağladılar. Enver’le Almanların ilişkisi o kadar ileri gitti ki Türkiye’yi Enverland (Enver’in ülkesi) olarak isimlendirmeye başladılar.
Almanya demiryolları ağını yapma imtiyazını elde ettikten sonra birkaç yerde birden başlamıştır demiryolu ağını yapmaya. Berlin-Bağdat Demiryolu olarak adlandırlan bu ağ Mezopotamya’nın derinliklerini Alman egemenliğine açıyordu. Demiryolunun iki yanındaki topraklardan çıkacak maddenleri işletme hakları da Almanlara veriliyordu. Bu dönemde haberleşmenin gelişmesi, telgrafın özellik askeri faaliyetlerde sıkı olarak kullanılması, Alman askeri uzmanların Osmanlı ordusunu eğitmeleri, Ermeni Soykırımı’nı mümkün kılmıştır. Bu işin bir yanıdır. Bir de modernitenin ideolojik yanı var.
Modern milliyetçilik
Kapitalist modernitenin ideolojisi ülkeden ülkeye değişse de milliyetçiliktir. Modernite ürünü milliyetçiliğin en tehlikeli ateşli silahtan daha tehlikeli olduğu şimdiye kadarki uygulamalardan belli oldu. Osmanlı topraklarında ise milliyetçilik Balkan savaşlarında Osmanlı ordularının yenilmesi ve Rumeli’deki toprakların kaybedilmesi ile birlikte kitlesel bir nitelik kazandı. Denilebilinir ki Osmanlı ordularının Rusya ve Avrupa orduları karşısında gerilmeye başlaması ile birlikte soykırım hazırlıkları başladı. Osmanlı–Rus harbinde Osmanlı Devleti Rusya’ya yenildi ve kaybedilen topraklarda yaşayan Müslümanlar bu toprakları terk etmek zorunda kaldı. Balkan savaşının kaybedilmesi ile birlikte bu göçler o günün koşullarına göre devasa boyutlara ulaştı. Bu göçler iki sorun doğurdu. Birincil olarak bu göçmenlerin iskan edilmesi sorunu ile karşı kalındı. İkinci olarak bu göçmenlerin Osmanlı topraklarına gelmesi ile birlikte bu göçmenlerde milliyetçi bir kin birikti. İttihat ve Terakki Cemiyeti (İTC) iktidarı ile birlikte körüklenen bu milliyetçi kin, kırım için rıza ürettiği gibi, sivil halkın yer yer katliama katılmasına yol açtı.
Birinci sorun bu gelenler Ermeni ve Rum köylerine veya onların çevresine yerleştirilerek giderilmeye çalışıldı. Bunun bir nedeni daha vardı. O da muhtemel bir savaşta Müslüman olmayan azınlıkların bir risk olarak görülmesiydi. Balkan Savaşı ile birlikte yükselen milliyetçi dalga İTC iktidarınca savaşa katılmak için bir manivela olarak kullanıldı. Ayrıca bu savaşla birlikte Müslüman olmayan nüfusun göç ettirilmesi ve malların Müslümanlarda kalacağı beklentisi soykırımı körükledi ve sivil halk arasında bir taban kazanmasına yol açtı. Balkan Savaşı’nın, Osmalı topraklarında Türk milliyetçiliğinin oluşmasına önemli katkıları olmuştur. Rumeli topraklarının kaybedilmesi sadece göçlere yol açmamış, travmalara da yol açmıştır. Türk Tarihçi Zafer Toprak, Balkan Savaşı’nın etkisini şöyle anlatır: “Farklı bir söylemle milli mücadele bizce 1919’da değil 1912’de başlamıştır. Tüm bu savaşları sürdürecek milli kimlik Balkan Harbi ile gündeme gelmiştir. Balkanların yitirilişi Osmanlı kimliğinin bir yana bırakılmasına, yeni bir milli kimlik olarak Türk milliyetçiliğinin ön plana çıkmasına neden olmuştur. (Zafer Toprak, ‘Cihan Harbi’nin provası Balkan Harbi, Toplumsal Tarih 104, s. 45-46) Zafer Toprak’tan yukardaki alıntıyı yapan Erol Köroğlu ise Balkan Harbi’nin milliyetçiliğin gelişmesine katkıları ile ilgili şunları ekler: “Balkan hezimetinin yarattığı şok, tramva ve olumsuz sonuçlar gerek devlet yönetimi ve siyaset düzeyinde, gerek kültürel alanda, gerek halk arasında Türk milliyetçiliğe yönelimi artırmış, Anadoluculuk ve halkçılıktan yayılmacı ya da irredantist eğilimli Turancılığa kadar uzanan bir milliyetçilik yelpazesinin oluşmasına yol açmıştır. (Erol Köroğlu, Türk Edebiyatı ve Birinci Dünya Savaşı, s. 121, İletişim Yayınları/2016) Köroğlu, bu konudaki analizin şöyle sürdürür: “Balkan Savaşı’nın Türk milliyetçiliğini canlandırıcı etkisine geri dönelim, zira bu etki bütün diğer etkenlerden çok daha güçlü ve belirleyici olmuştur… Olup bitenlere milliyetçi bir gözlükle bakacak bir çevre özellikle İstanbul’da ortaya çıkmaya başlamıştı. Bu bakış açısını besleyecek konjonktürel koşullar ise, gerekenden fazla miktardaydı. Cephe İstanbul’a dayanmış, top sesleri duyulur hale gelmişti. Yabancı ve yerli basın savaşın evrelerini günü gününe İstanbul’a taşıyordu. Ayrıca oluk oluk akan okullar ya da camilere yerleştirilen yaralılar ve muhacirler, o güne kadar savaşları uzakta olup biten şeyler olarak kaygısızca yaşayan İstanbul’u derinden sarsmaktaydı.” (Age, s. 123-124)
Sonuç yerine
Eğer moderniteye demokrasi eşlik etmezse, modernitenin yarattığı imkanlar egemen sınıflar elinde ölüm makinasına döner. Nazi Almanyası bunun dört dörtlük bir örneğidir. Zygmunt Bauman, bu nedenle Nazi örneğinde Modernite ve Holocaust ilişkisini incelemiştir. Türkiye’de olan ise bunun ilk örneğidir. Türkiye, modernitenin başlarındaydı. Buna rağmen, var olduğu kadarı ile uygarlık araçları soykırım için kullanılmıştır. Elbetteki kapitalizm o dönemde Avrupa’daki kadar gelişmemişti. Bu nedenle Ermeni Soykırımı yer yer taşların ve sopaların kullandığı kaba bir vahşetin eşliğinde gerçekleşti. Özellikle bu ülkenin devrimcileri, savaşların ve kırımların son bulması için bir öneri olarak Demokratik Modernite’yi ciddiyetle incelemelidir.