Benjamin Noys
Kapitalist Gerçekçilik kitabı, geçen on yılda bir ifade kalıbı halini aldı: “Mark Fisher’ın ‘kapitalist gerçekçilik’ olarak adlandırdığı…” veya “Mark Fisher’ın ‘kapitalist gerçekçilik’ diye tarif ettiği…”. Fisher’ın teşhisi kabul gördü, ama şöyle bir tehlikeyle karşı karşıyayız: Kitap olarak Kapitalist Gerçekçilik’in cevheri [substance] tuhaf biçimde ortada yok. Başlık o kadar tutuldu ki, kitabı gölgede bıraktı. Ben bu yüzden kitabın “cevherine” dönmek istiyorum, ama bunu özel bir yolla yapacağım. Kitabın cevheri, kapitalist gerçekçiliğin cevheri değil. “Kayıtsız, kişisiz, merkezsiz, soyut ve parçalı bir sistem”den geçtiğimiz “geç kapitalizmin siyasi fenomenolojisi”ni olanca eziciliğiyle hissettirmekte Fisher’ın üstüne yok elbette.[1] Ancak kitapta iş başında olan başka bir “cevher” daha var: değer odaklı olmayan başka türden bir kolektife çağıran tüm o arzular, deneyimler ve yaşanmışlıklar. Göreceğimiz üzere bu çağrı, hem bizi kapitalist gerçekçilikten kurtarmaya hem de kapitalist olmayan bir yaşam geliştirmeye yönelik bir arzu eğitimi sürecini içeriyor. “Öğrenci Hayatı Üzerine”yi yazan Walter Benjamin gibi, Mark Fisher da öğrenciler için yazan bir yazar. Fakat bu, onları küçümseyen, üstten bir yaklaşım değil. Fisher, Kapitalist Gerçekçilik kitabının da parçası olduğu Zero Books dizisi için kaleme aldığı bildiride, başka tür bir söyleme ulaşmak için “edilginleştirici uyuşukluğu” aşmak gerektiğini söylemiştir: “akademik olmadan entelektüel, popülist olmadan popüler olan” bir söylem.[2] Öğrenciler için, öğrenciler adına yazmaktır bu – yani birer öğrenci olarak hepimiz için.
Kapitalist gerçekçiliğin tahlilini [breakdown] çifte anlamda ele almanın önemli olması, kitaptaki bu cevherin çifte biçiminden ileri geliyor. Tahlil önce bizim, kapitalist gerçekçiliğin doğallaştırıp haklılaştırması beklenen kriz ve kemer sıkma deneyimimizden söz ediyor. Giderek apokaliptik bir hal alan günümüzde olası alternatifler komünistten ziyade faşist biçime bürünürken, kapitalist gerçekçilik son sınırına kadar genişlemiş görünmektedir. Kapitalist gerçekçiliğin tahlili, kapitalizmin tahliliyle örtüşüyor gibidir. Kapitalist gerçekçiliğin tahlilindeki ikinci anlam, kapitalist gerçekçiliğin tahlilini, R. D. Laing’in diyeceği gibi bir atılıma [breakthrough] dönüştürmektir. O zaman kapitalist felaketin doğallaştırılması olarak kapitalist gerçekçiliğe sıkışıp kalmak yerine, onu aşabiliriz. Kapitalist Gerçekçilik’i, Fisher’ın kültürel politika yazıları,[3] ölümünden sonra yayınlanan The Weird and the Eerie kitabı[4] ve yarıda kalan projesinden bir fragmanın da yer aldığı yazı derlemesiyle[5] birlikte okuyarak bunu yapmaya çalışacağım.
Fisher, zamanımızın en kötü yanlarını zehir zemberek bir keskinlikle ortaya koymada ustaydı ama daha iyi üzerine düşünmeyi de bırakmıyordu. Fisher’ın yazıları genelde umutsuzluk ile taşkın neşe arasında gidip gelir – Franco “Bifo” Berardi tarzı. Bu salınma, kapitalist kültürün içerideliğini, bütünleşmeye direnen “dışarısı” üzerinden yarma eğilimini yansıtır. Kapitalist kültürün içerideliği, Fisher’ın asitsi teşhis becerilerinin ve umutsuzluk duygusunun zeminidir; “dışarısı” ise garip olasılıkları ve taşkınlık hissini ortaya çıkarır. Fisher’ın “cevheri”, o özel Spinozacılık, bu içerideliğe bağlanıp kalmaya dayanan “kederli tutkular”ı aşıp “dışarı”ya uzanmaya çalışır.[6] Bu bölünmüş cevher, gerilim halindeki cevher, Fisher’ın eserlerinde gördüğümüz salınımın sebebidir.
Fisher’ın kapitalist gerçekçilik analizinin merkezinde, ruh sağlığı ve eğitim meseleleri bulunur. Ruh sağlığı konusunda, kapitalist gerçekçiliğin tahlili, sadece bir toplumsal tahlil değil, aynı zamanda kapitalizmi oluşturan kesintisiz çöküntülerle krizlerin biçim ve süreçlerini yoğunlaşmış biçimde sunan psişik bir tahlildir. “Kapitalist gerçekçilik ruh sağlığına hava durumu gibi doğal bir olgu muamelesi etmekte ısrarlıyken (halbuki hava durumu da artık doğal bir olgudan ziyade siyasi-ekonomik bir sonuçtur)”,[7] krizin sonucu, kapitalizmin, ruh sağlığının ve elbette hava durumunun doğal görünmekten çıkmasıdır. Üst üste gelen tahlil biçimleri, Roland Barthes’ın Çağdaş Söylenler kitabındaki analizde kilit yer tutan yerleşik ideolojik mekanizmayı, yani kültürel olgulara doğal olgu muamelesi eden işleyişi can evinden vurur.
Fisher bu duruma verilecek cevabın ruh sağlığını politikleştirmek olduğunu öne sürer. Ruh sağlığı, farmakolojinin ve uyum sağlama mekanizmalarının tedavi etmesi gereken “doğal” bir olgu, “genetik” bir bozukluk değildir. Bu etkenler ruh sağlığı üzerinde etkilidir elbette, ki Fisher’ın nörolojik boyuta ilgisi bunun göstergesidir, ama bu açıklamalar her türlü toplumsal neden-sonuç ilişkisini göz ardı eder. Fisher’ın dediği gibi: “Tüm ruh hastalıklarının nörolojik biçimde somutlaştığını söylemeye lüzum bile yok, ama bu onların sebepleri hakkında hiçbir ipucu vermez”.[8] Bu politikleştirme hamlesi sadece kapitalist natüralizmi reddetmekle kalmaz, Deleuze ile Guattari’nin “şizofren” figürüne devrimci vasfı vererek methiye düzdükleri anti-psikiyatri patikasının senaryosunu da reddeder.[9] Fisher, belirli bir bozuklukta kapitalizme dibine kadar gömülmenin veya ondan kurtulmanın işaretini aramaktansa, herkesi saran stres, yorgunluk (TATT – Tired All the Time/Mütemadiyen Yorgun) ve kaygıya odaklanmayı tercih etmiştir. Yüksek kapitalizmin psişik ortamı kaotiktir, Fisher’a göre de “üretim ve dağıtım yeniden yapılandırılırken, sinir sistemleri de aynı işlemden geçer”.[10] Kırılganlık ve güvencesizlik, gelecek olasılıklarını parçalayan, psişik bir yaşantıdır.
Fakat bu negatif bir fenomenolojiden ibaret değildir. Fisher, Deleuze ile Guattari’ye sadık kalarak, kapitalizmi bir “arzu makinesi” olarak ele alır. Onların faşizm hakkındaki sorusunu kapitalizme uyarlayarak, neden kapitalizmi arzuladığımızı sorar. Yüksek kapitalizmin fenomenolojisi, yüksek kapitalizme libidinal yatırımımızın fenomenolojisidir. Eğitim sorununun arzu eğitimi sorununa döndüğü yer burasıdır. Fredric Jameson’ın, bizim sorunumuzun “her şeyden önce ne istediğimizi anlamaya çalışmakta yattığı” iddiası geliyor aklıma.[11] Ütopyalar, sonunda, bağımlılık yaratan kapitalizm kültürü karşısında hayal gücümüzün sınırlarını gösteren negatif derslerdir. Jameson şunun altını çizer: Ancak ütopya bizi fukaralaştırdıktan, “dünyayı küçültme” hamlesini hayata geçirdikten sonradır ki, bizler “arzulamayı istemeye, arzulamayı öğrenmeye, her şeyden önce Ütopya denen arzuyu icat etmeye” başlayabiliriz.[12]
Jameson, alıntıladığım metinde bu fukaralaşma deneyimini ve arzunun doğuşunu Andrey Platonov’un komünist modernist romanı Çevengur üzerinden ararken, Fisher bunların izini popüler kültürde sürer: garip ve tekinsiz şeylerde, 1970’lerin sosyal demokrasisinin kalıntılarında, dans müziği kültürünün yaratıcılığında. Jameson’da da, Fisher’da da bir eğitim tasarısı görürüz: “dünyayı küçültme” hamlesi üzerinden “arzulamayı isteme”yi öğretme tasarısı.
Arzuyu eğitme tasarısının işlenip geliştirilmesi, Mark Fisher’ın ölümünün sebebiyet verdiği kayıplardan biri olmaya devam ediyor. Fisher’ın tüm yazıları incelenerek, ama aynı zamanda kolektif biçimde geliştirilmesi gereken bir tasarı bu. Psikanalizin etkisini düşünürsek, bir “bilinç yükseltme” tasarısı kadar “bilinç dışı yükseltme” tasarısından da söz edebiliriz.[13] Özellikle “asit komünizm” tasarısı için geçerli bu. Fisher önceleri psikedelia’yı “sembolik düzenin varlığını inkâr” olarak tanımlıyor, sosyalliği hiçbir şekilde kaydedemeyen “psikotik” bir gerileme olarak görüyordu.[14] Bu noktada punk’ın “asla bir hippiye güvenme” şiarına ve psikedelia’yı “gevşek” bir gerileme olarak reddetmesine bağlı kalıyordu. Asit komünizm fragmanı ise bilinç değişimi deneylerini yeniden değerlendirerek, kapitalist gerçekçiliğin ötesindeki veya dışındaki imgelemler olarak ele alır. Ancak, sinir sistemine yerleşmiş sermayenin iç dünyası ile her nasılsa ulaşabileceğimiz bilinç dışı ve psikedelik “dışarısı” arasındaki gerilim varlığını sürdürür.
Bu bağlamda, Marx’ın Feuerbach üzerine üçüncü tezini göz önüne almak önemli: “Eğitmenin kendisinin de eğitilmesi gerekir” der orada ve devam eder: “Koşulların değiştirilmesi ile insan etkinliğini veya kendi kendini değiştirmenin örtüşmesi, ancak devrimci pratik olarak tasavvur edilebilir ve ancak bu şekilde rasyonel olarak kavranabilir.” Fisher da yazılarını hepimiz gibi büyük ölçüde bu bağlamın dışında yazdıysa, bu eğitim ve kendini eğitme sorununu hâlâ düşünmemiz gerekiyor demektir. Bizi bekleyen, bu eğitim tasarısıdır ki, “kapitalist gerçekçilik” bu tasarıda işaret edilen gerçek cevherin sadece budanmış ve sakatlanmış halidir. “Delişmen” bir cevher, “delişmen” bir arzu, Kapitalist Gerçekçilik’te altı çizildiği gibi disiplinle ve örgütlenme biçimleriyle bağdaşmaz değildir. Fisher’ın eserlerine damgasını vuran, verimli olmasını umduğum gerilimlerden biri de budur: Özgürleşmenin yanlış adımları ve hataları üzerinde durmayı da ihmal etmeyen bir özgürleşme dinamiği incelemesi. Belki bugün arzu eğitimi olanaklarını tam da bu gerilimde gidip gelerek bulabiliriz.
[1] Mark Fisher, Capitalist Realism (Winchester: Zero Books, 2009) 64. Türkçesi: Kapitalist Gerçekçilik.
[2] Mark Fisher, K-Punk: The Collected and Unpublished Writings of Mark Fisher (2004–2016), ed. Darren Ambrose (London: Repeater, 2018) 103.
[3] Mark Fisher, Ghosts of My Life: Writings on Depression, Hauntology and Lost Futures (Winchester, UK: Zero Books, 2014).
[4] Mark Fisher, The Weird and the Eerie (Londra: Repeater, 2016).
[5] Mark Fisher, K-Punk. The fragment on “Acid Communism,” 751–770.
[6] K-Punk 695–699.
[7] Capitalist Realism 19.
[8] Capitalist Realism 34.
[9] Özellikle Guattari, Deleuze’le kitaplarının alımlanmasındaki hatalara atfen, devrimcilik vasfını bir figür olarak “şizofren”e değil şizoid “süreç”e atfettiklerinin altını çizmiş; şizofreninin kapitalist sistemden ayrı düşünülemeyeceğini söylemiştir. Guattari anti-psikiyatri yaklaşımını da benimsemez, farklı bir psikiyatri önerir: bkz. Cynthia Cruz, Tek Kesin Tedavi, Dünyayı Değiştirmek – ç.n.
[10] Capitalist Realism 34.
[11] Fredric Jameson, The Seeds of Time (New York: Columbia University Press, 1994), 75. Türkçesi: Zamanın Tohumları.
[12] Jameson, The Seeds of Time 90.
[13] K-Punk 764.
[14] K-Punk 83.
www. e-skop.com’dan alınan bu yazı Elçin Gen tarafından çevrilmiştir.