Gündemlerin yoğunluklarından kaynaklı ne yazacağıma karar verememişken yardımıma Diyarbakır valiliğinin açıklaması geldi. Dicle Barajı’nda üç kapaktan biri aşırı yağan yağışlardan kaynaklı oluşan baskıyla kopmuş. Baraj kapağı nasıl kopar demeyin kopuyor işte ve tsunami büyüklüğünde su, sel taşkını oluşuyor. Yirmi yılı dolmayan bir kapak nasıl oluyor da kopabiliyor? Kopabiliyorsa bu barajlar neden yapılıyor ve bu kuruma bu yetki neden veriliyor demezler mi?
Kapağın kopması haberi üzerine ajansların ve kentin birçok sivil toplum örgütünün duyarlılığı ile bir anda kent gündemine oturdu. Bu vesile ile birçok önleyici tedbir alınabildi; Kent merkezinde Silvan köprüsü trafiğe kapatıldı, vadi yatağında birçok ev boşaltıldı. Ve bir nebzede olsa sosyal medya duyuruları sonuç vermiş oldu. Elbette ben yazıyı gazeteye gönderdikten sonra oluşan tahribatı öğreneceğim için sadece tahminlerde bulunabilirim.
Dicle baraj kapağının kopmasıyla su seviyesi yaklaşık 3-4 mt yükselecek ve beş ilçe ile 11 mahalle etkilenecek ve bu taşkın üç gün sürecek. Elbette nehir ekosisteminde yaşayan sucul yaşam, vadi yatağında inşa edilmiş yapılar ve tarım alanları da bu tahribattan nasibini alacak. Vadi yatağında özellikle ekimi yapılan pamuk tarlalarının kimyasal gübreleri nehre dolacak. Çınar, Bismil, Çarıklı ve Hewsel Bahçeleri’ndeki bostancılar bu selden zarar görecekler.
Aslında bu taşkın ortaya çok önemli bir şey çıkaracak. Bizlerin yıllardır vadi yatağı dediğimiz ama sermayeye ve onun ekürisi olan kurumların değildir dediği alan doğa eliyle bir daha çizilecek. Dicle nehir olduğunu ispatlarcasına akacak. Dicle Nehri yarın gözle görülebilecek ölçekte vadi yatağını kendi belirleyecek. Dicle Barajı’ndan Bismil girişine kadar olan bu alanda baraj yapımından beri isimsiz-tanımsız su olarak geçen Dicle Nehri tüm asaleti ile akacak ve sisteme inat nehir olduğunu hınçla anlatacak.
Güvenlikçi bir politikanın ürünü olan DSİ suyun doğru kullanılması ile alakasız olarak barajlar inşa etmektedir. Kendinden çok emin ve devasa ölçekte barajları yapmayı marifet saymaktadır. Bu ölçekte yapılan barajların bu kadar zayıf ve teknikten yoksun yapılması açıklanabilir bir durum değildir. DSİ’nin taşkın koruma müdürlükleri ve noktaları kapatması da yetersizliğiyle açıklanabilir.
2014 yılında Siirt’te sermayeye ait bir barajda uyarı yapılmaksızın halkın yoğun olarak bulunduğu bir zaman diliminde su bırakılmış onlarca kişi sele kapılmış ve 6 kişi yaşamını yitirmişti. Hiçbir ikaz tabelası, uyarı ve koruyucu tedbir alınmamışken, hukuki olarak verilen mücadele de sonuç verememiştir.
Günün ülke gündemi hızlı tren kazası idi. İki trenin kafa kafaya çarpmasının imkansızlığını düşünürken ulaşımdan sorumlu kurum bunu da başardı. 9 kişi yaşamını yitirdi onlarcası yaralı ve hala açıklama bekleyen onlarca soru. Çorlu tren kazası yaraları sarılmamışken o kazada yaşamını yitiren çocukların annelerinin çığlıkları hala kulaklarımızdayken. İnsan ve insan dışı tüm canlıların yaşamı yok pahasına ellerinden alınmaktadır. Her gün onlarca insan endüstriyel sermayeye kurban gitmektedir. İnsan hayatının bu kadar ucuz bu kadar kıymetsiz olmasının nedeni sermayeye hizmetin asıl olmasından başka bir şey değildir. Şimdi bu kafanın nükleer santraller yapacağını, işleteceğini düşünmek çok korkutucu.
Endüstriyalizme geçiş süreci olsa gerek ki bu kadar kayıptan hiçbir ahlaki sorumluluk ya da vicdani olarak bir rahatsızlık duyulmamaktadır. Tam da kapitalizmin istediği vicdan ve ahlaktan yoksun bir nesille açıklanabilecek tutumlar sergilenmektedir. İnsan yaşamı bu kadar değersiz olmamalı, kayıplarla dolu tahribatlar önlenmelidir.