Sizi bilemem ama ben her güne yapılan yeni müdahaleleri duyarak başlıyorum. Bu yazıda; aynı durumda olduğumuzdan emin olarak sizinle buluşacağım ve sürüklendiğimiz girdaptan birkaç olayı arka arkaya buraya bırakarak başlayacağım yazıma.
Ekolojik Yaşam dergisinin yeni sayısı hazırlanıyor bugünlerde. Sokulduğumuz girdapta anlar vardır, nefes alırsınız ve mücadeleye daha güçlü başlarsınız, işte öyle bir nefes Ekolojik Yaşam dergisinin yeni sayısının hazırlığı bu günlerde benim için. 2000’li yılların başından beri sürdürülen suyun ve su havzalarının metalaştırılma süreci, verilen mücadeleler, gelinen son durum, yaşam için almamız gereken politik tutumlar, SUyu irdeleyerek ve Mezopotamya havzası özgünlüğünde, sistemin sistematik süreci değerlendirilerek tartışıldı bu sayıda. Mezopotamya’nın belleği, bölge halklarının biriktirdikleri, yaşadıkları ile yürütülen tartışmalar bölgeye yaşam sunan kadim nehirler Fırat Dicle’nin akışına kapılarak yapılmaya çalışıldı. Ekolojik Yaşam dergisinin yeni sayısı önümüzdeki günlerde kitapçılarda olacak. Edinmenizi, akışın içinde sizinle buluşmamızı dileyerek salık veriyorum. Mezopotamya havzasının yaşamında, yapılan müdahalelerde bugünü, yaşamınızı, her gün karşımıza çıkan gerçekleri, güne başlarken duyduklarımızın bizi sürüklediği kaosun sürecini, gün gün bizleri bu sürece sürükleyen siyasi stratejileri bulacaksınız Su ve Mezopotamya sayısında. Bu sayının kurgulanışı ile kapitalizmin, hegemonyanın, faşizmin ekoloji politik katmanlarını, kapitalizmin, ulus devletleri yöneten siyasi rejimin krizleri ile sürüklediği müdahaleler tarihe ve çözümlemek bu kaostan çıkışı bulmak üzere bizlere notlar olarak ulaşıyor.
Yazının başında belirtiğim planlı müdahalelere, günlük yaşananlara döndüğümüzde her birimizin her gün bir önceki günden daha derin yaşadığı girdap bizleri içine almaya devam ediyor.
Yerel seçimleri geride bıraktığımız günleri yaşıyoruz. Hepimiz politik sorumluluğumuzu yerine getirip irademizi sandıklardan yaşama yansıttık. Politik sorumluluğumuzun sürdüğü gerçeğini hepimiz bugün yaşamın her evresinde yaşamaya devam ediyoruz. Kayyımla yönetilen belediyelerde halkın iradesinin temsil edilmeye başlandığı il ve ilçelerde yöneticileri halkın iradesini doğru yönetmenin sorumluluğu ile ve içinden çıkılamaz kangrenleşen sorunlarla boğuşarak başlıyor güne oysa. Bu günlerde hangi yeni göreve başlayan muhalefet partilerinin yöneticisine ulaşırsanız günün kaosu içinde nasıl boğulduklarını, çözüm üretecek vakti de, çözümü de bulmakta zorlandıklarını duyarsınız kendilerinden. Çözümünü bulamadıkları sorun bizlerin sorunudur yaşananın tüm çıplaklığında. Yerel yöneticilerle buluşmanız -nasıl çözüm bulacağız- sözleri ve içten içe yaptıkları politik yardım çağrıları ile sona eriyor. Ülkenin genelinde siyasi iktidarın ısrarla ve ısrarla sürdürmeye çalıştığı, bu güne kadar uyguladıkları istersek soruna çözüm arayanların arasında olalım (siyasetçi, yönetici vd.) istersek sorunu doğrudan yaşayan olalım açıkça her geçen gün hepimiz bu girdabın içine sürüklemeye devam ediyor. Oysa hepimiz yaşanan süreci de, bu sürecin nedenlerini de oldukça iyi biliyoruz, teorisini de. Alanda bu sürece karşı mücadelesini verenler olarak, politik perspektifi ve aklı net olanlar olarak genelde yaptığımız palyatif, anlık, geçici, lokal dahası yaşananları kabul ederek üretmeye çalıştığımız çözümlerle sürdürdüğümüz politik süreçler bizi sistemin her geçen gün şiddetlendirdiği sistemin kaosu içine hızla alıveriyor. Bu gerçeği kabul etmekte politik tutumlarımızı sorgulamakta yarar olduğu açık.
Kayyımdan kurtarılan yerel yönetimlerde göreve başlayan, ekoloji perspektifini temel perspektif kabul eden yöneticilerimizin karşılaştığı ilk sorun bir borç batağı, bunu hepimiz biliyoruz. Bütçesi akıl almaz derecede eksilere sürüklenmiş bir yönetimi devraldı pekçok yönetici. Göreve başladıklarından bugüne değin henüz borcun hesabını sormak, nasıl temizleneceği ile ilgili süreçleri örmek, çözümler üretmek için zamanları olmadı. Yoksulluk tüm ülkede çözümsüzlüğe sürüklenmişken belediyenin kapısı her gün yüzlerce kişi tarafından çalınıyor. Kayyımdan kurtulan belediyelerde sadece iş isteyenlere iş için müracaat edenlere çözüm aramaya çalışıyor yöneticiler tüm gün boyunca. Bu arada sadece ilçe yönetimlerinde göreve başlayan il belediye meclisinin siyasi iktidarda olduğu illerde başka bir gerçekle daha karşı karşıyalar. Meraların tarım alanlarının rezerv alanı yapılmak üzere kayyım süresi boyunca parça parça şirketlere verilmesine, bölgede istihdamı arttırma hedefi ile doğal alanlarda alt ölçek plan yapma yetkisinin büyükşehirin yetkisine devredildiği gerçeği ile yüzleşiyorlar. Bir yanı ile yasal yetkileri kısıtlanan belediyelerde diğer yanıyla yeni enerji ve maden yatırımlarına karşı meclis üyeleri ile bu yatırımların istihdam yaratamayacağı gerçeğini tartışmaya çabalıyorlar. Bir kez daha emek-ekoloji politik tutumun kendi kararını verme süreçlerine yansımasındaki açmaz sadece yerel yöneticileri değil özyönetimi, emek-demokrasi güç birliğini savunan, yeni yaşamı kurma hedefinde olan tüm politik güçleri bu açmazları çözümlemeye davet ediyor.
Deprem bölgesinde Hatay özgünlüğünde yaşama el koymalar tüm hızı ile sürüyor. Kanal İstanbul Yenişehir rezerv alanı planlamasında olduğu gibi sadece üst ölçeklere ve alt ölçek planlarında değişiklik değil doğal alanların, zeytinliklerin rezerv alanı ilan edildiğine Hatay halkı Dikmece köyü halkının verdiği mücadele sürerken her gün ayrı bir bölgede tanıklık etmeye, saldırı ile karşı karşıya gelmeye devam ediyor. Yaşam alanına saldırılan yöre halkları ise o güne değin sürdürülen politikaların nasıl adım adım ve stratejik olarak üretildiğine nasıl siyasetin ve şirketlerin lehine kararlar alındığını kendi yaşadığı sahip olduğu geçimliğini sürdürdüğü alanlar üzerinden her geçen gün daha yakından öğreniyor, onu içine almayacağını düşünürken girdabın içinde kendisini buluveren herkes gibi.
Geriye birkaç soru kalıyor -şimdi ne yapacağız-, -nasıl mücadele edeceğiz-(?) ardından son derece samimi samimi güçlü ancak arayışta olduğunu vurgulayan çağrı hepimize ulaşıyor;
Bize yardım edin… Girdabın içinde hızla savrulurken.
Günlük yaşamımızda boğulmamak için boğulmaktan kurtulmanın ilk adımını biliriz hepimiz çırpınmaktan vazgeçmek. Ne dersiniz, çırpınmaktan ve panik olmaktan vazgeçip politik sorumluluk almaya başlasak mı! Hala örgütlü olmayı atladığımız her alanda örgütlü olmaya, sorumluluk almaya ve kaosun yaşandığı alana karşı demokratik kitle örgütlerinde örgütlenerek emek- demokrasi-ekoloji perspektifi ile siyaseti zorlasak mı? Ben önce kendi alanıma saldırıya karşı yapacaklarımı planlayayım, çözüm üreteyim sonra örgütlenirim diye düşünenlerden değilseniz eğer. Girdabın içinden gelen ne yapacağız soruları, saldırı alanları, herhangi bir sorun bizim yaşamımızdan ne kadar uzak? Ne dersiniz?