Kendi çıkarları uğruna Kürt ulusal birliğine saldırmak, KDP’nin ihanetinin boyutunu da gözler önüne seriyor. Türk devleti ise bugün yaşananlar karşısında ellerini ovuşturarak olan biteni keyifle izliyor
Mervan Özdemir
Hakan Fidan’ın 24 Ağustos’ta Kürdistan Bölgesi ve Irak’ı ziyaret etmesinin ardından Irak ve Kürdistan Bölgesi’nde ani ve sıcak gelişmeler ardı ardına yaşanmaya başlandı.
Hakan Fidan içi dolu bir çantayla Bağdat kapılarına dayanmıştı. Ziyaret öncesinde ana akım medya deyim yerindeyse Fidan’ın racon kesmeye hazırlandığını ifade ediyordu. Bu ziyaretten sonra Erdoğan da gidecek, tüm taleplerinin karşılanmasının vermiş olduğu kıvançla Sudani’yle tatlı pozlar verecekti.
Olmadı. Çünkü karşılarında duran Irak, her istediklerini yerine getiren KDP değildi. Son iki yıldır Dicle ve Fırat nehirleri üzerinden uyguladıkları ve Irak’ı kuraklık ve çölleşmeye sürükleyen su ambargosu da fayda etmemişti. Fidan’a göre Irak, en azından su ihtiyacının karşılanması için tavizler verecekti.
Fidan’ın çantasında Irak’ın PKK’yi terör listesine alma, İran’la varılan anlaşma gibi Kürdistan Bölgesi ile Türkiye arasında ortak bir sınır güvenliği oluşturma, petrol akışının yeniden Türkiye’nin çıkarları doğrultusunda sağlama gibi bir dizi talep bulunuyordu. Ortak güvenlik anlaşmalarıyla mümkünse Şengal ve Mexmur’a yönelik de saldırılar gerçekleşecekti.
Söz konusu görüşme gerçekleşmeden birkaç gün önce Irak Başbakanı Muhammed Şiya Sudani’nin danışmanı, PKK’nin Türkiye’nin talebi üzerine 2013 yılında Sayın Abdullah Öcalan’la gerçekleşen görüşmelerin sonucunda Irak topraklarına dahil olduğunu söyledi. Şüphe yok ki Türk devleti Irak’ı oldukça zorlamış olacak ki Irak, Türkiye’nin bizzat kendisinin PKK’yi ülkelerine kabul etmelerini isteyen bir anlaşmaya vardığını ifade etmek zorunda kaldı.
Bu mesaj, aynı zamanda Irak’ın Kürt sorununa ve onunla özdeşleşen PKK’ye bakış açısının da Türkiye’den farklı olduğunu gösteriyor. Zira danışman, Kürt sorununun sıradan bir sorun olmadığını, Türkiye, Irak, İran ve Suriye’nin üzerinde konuşarak çözebileceği bir sorun olduğunu sözlerine ekliyordu. Doğru söze ne denir? Danışman, bir realiteye dikkat çekiyorsa ne ala. Şayet güvenlikçi politikalara atıfta bulunup yeni bir Lozan’a gönderme yapıyorsa hay aksi! Irak’ın Türk devletine karşı geliştirdiği duruş göz önüne alındığında ikinci seçeneğin zayıf olduğu anlaşılıyor. Irak’ın sütten çıkma ak kaşık olmasa da Kürt sorununa Türk devletine oranla daha rasyonel ve realist bir pencereden baktığı kesin. Fidan’la gerçekleşen görüşmelerde Irak siyasetinin bel kemiğini oluşturan Şii siyasi liderleri Türk devletinin Irak’tan çekilmeleri gerektiğini defalarca söyledi.
Gel gelelim Hewlêr’de gerçekleşen görüşmelere. Bu görüşmeler kesinlikle Federe Kürdistan’daki siyasi otoriteyle gerçekleşmemiştir. Çünkü siyasi otoritenin temsili olan parlamento, Irak Federal Mahkemesi’nin kararıyla feshedilmiştir. Dolayısıyla doğrudan ve sadece KDP ile görüşmeler gerçekleştirildi.
Fidan, ardı ardına Mesrur, Mesud ve Neçirvan Barzani ile görüşmeler gerçekleştirdi. Diplomatik görüşmelerde ilk defa karşılaştığımız bir durum da yaşandı. Neçirvan Barzani ile gündüz görüşen Fidan, akşam saatlerinde yeniden Neçirvan ile bir araya geldi.
Fidan, dolu dolu taleplerle Irak’ın kapısına dayanmıştı ve Hewlêr’e eli boş gitmişti. Irak’ta bir hayal kırıklığı yaşadığı için değil. Hali hazırda zaten Hewlêr’den talep edip de karşılanmayan bir şey kalmadığı için. Türkiye, Federe Kürdistan’a operasyonlar başlattığı 2019’dan bu yana KDP’nin her türlü desteğini aldı. Birçok kesim, KDP’nin Türk devletine gücünün yetmediği yönünde yorumlar geliştirmiş olsa da gelinen aşamada Türk devleti Kürt sorununu çözmeye kalkışsa buna karşı gelebilecek bir KDP gerçekliği var. Zira Kürt sorunu çözülse KDP çözülecek.
KDP’nin provokasyonları sonucu Kerkük’te yaşanan olayların ardından bir gerçek daha karşımızda beliriyor. Türk devleti, KDP’yi kendilerine paravan yaparak Kerkük’ü ele geçirmek istiyordu. KDP ise Kerkük’te YNK’nin kendisine siyasi bir alan oluşturmaması için uğraşıyordu. KDP, bu hamleyle hem Kerkük’te YNK’yi devre dışı bırakacak hem de Türk devletinin kendisinden istediklerini yerine getirmiş olacaktı. Ancak Kerkük’te yaşayan Kürt halkı ve bileşen halklar, bu provokasyona toplumsal bir refleksle karşı durdu. KDP ve Türk devletinin planlarını boşa çıkardı.
Fidan ve Barzani ailesi arasında yapılan görüşmelerde ortaya çıkan plan ve program Kerkük’le sınırlı değildi elbette. Kerkük’te yaşanan KDP provokasyonunun ardından KDP’nin Sîdekan ve Biradost’a yönelik hamlesi, başka bir tehlikeye daha işaret ediyor. 13 Eylül gecesi KDP, Irak sınır muhafız birlikleri adıyla 200 zırhlı araçla çıkarma yaptı. 14 Eylül şafağında ise çatışmalar yaşandı. Sîdekan ve Biradost, KDP’nin son 2 yıl içerisinde 15’i aşkın PKK’linin yaşamını yitirmesi ve 2’sinin de yaralı olarak esir alınmasıyla sonuçlanan pusularla Kürt halkının hafızasında yer tutuyor. Yaşamını yitiren PKK’lilerin cenazeleri ve yaralıların akıbetleri hala bilinmiyor. Kürt halkı bu tarihi ihaneti hafızasında uzun süre canlı tutacak. Çünkü hemen ardından çocuklarının cenazelerini almak için Sêmelka sınır kapısında nöbet tutan annelere KDP’nin cevabı Rojava’ya ambargo uygulamak oldu.
KDP-Fidan görüşmesinin ardından Hewlêr ve Süleymaniye’de 2 saldırı daha gerçekleştirildi. 18 Eylül’de eşzamanlı olarak gerçekleştirilen Hewlêr’de KNK Federe Kürdistan Temsilciliği’ne yönelik saldırıda Deniz Cevdet Bülbün, Süleymaniye’de Erbet Havaalanı’na yönelik saldırıda ise Kürdistan Anti-Terör İdaresine bağlı 3 peşmerge şehit düştü. Yaşananların ardından Türk devleti saldırıları itiraf eden açıklamalar yaparken, KDP ise sessizliğini sürdürüyor.
Açıkça görülüyor ki KDP, Türk devletinin kendisine vermiş olduğu görevleri yerine getirirken Kürt halkını katletmekten çekinmiyor. Kendi çıkarları uğruna Kürt ulusal birliğine saldırmak, KDP’nin ihanetinin boyutunu da gözler önüne seriyor. Türk devleti ise bugün yaşananlar karşısında ellerini ovuşturarak olan biteni keyifle izliyor.
Son 5-6 yıllık savaş içerisinde PKK’ye karşı Kürt güçleri ve kamuoyunu yanına çekmek isteyen KDP, tüm özel savaş provokasyonlarına rağmen istediği desteği bulamadı.
Öyle anlaşılıyor ki KDP, gözünü karartarak Kürt halkına rağmen bu savaşın resmi ilanının eşiğine dayandı. Tarih bize KDP’nin PKK’yi hançerlemek için bilediği hançerin eninde sonunda kendisini vuracağını öğretmiştir.