Türkiye geçtiğimiz yirmi yıl boyunca çok önemli aşamalar kaydetti. Söz konusu gelişmeler özellikle de toplumun değer yargılarında çok önemli değişimlere yol açtı. Olumsuz anlamda bir olgunlaşma hali yaşıyoruz adeta. Malum, olgunluk tepkilerini kontrol altında tutma halidir aynı zamanda. Biz toplum olarak o hali çoktan aştık. Hiçbir şeyi yadırgamıyor, yadsımıyor, şaşırmıyor, olduğu gibi kabulleniyoruz.
20 yıl öncesinde önüne gelen “elimdeki kaset kaydını açıklarım ha” diyerek tehditler savurur, çoğu kez de mesaj yerine ulaştığından amacına varmış olurdu. AKP iktidarında ise açıklanan skandallar fırtına koparmak bir yana, yaprak dahi kımıldatamıyor. Tersine, çoğu kez açıklayanın başını belaya sokmaktan öte bir işlev görmüyor.
Belki de toplumsal davranışları değerlendirmek için farklı bakış açılarına ihtiyaç vardır. Ne de olsa matematik veya fizik gibi mutlak doğruları olmayan bir alandan söz ediyoruz. Çağların biriktirdiği bir sezgi yeteneğiyle kitleler belki de olmayacak duaya âmin dememeyi içselleştirmiş, normal şartlarda hayret edilesi hallere şaşırmamayı öğrenmiş de olabilirler.
Sonuçta “Benim memurum işini bilir” sözünün arka planında da bu sezgi yeteneğini görmek mümkün. Romantik idealizmin kabul etmekte zorlandığı “Bal tutan parmağını yalar” özdeyişi bir gerçekliği ifade ediyor aslında. O yüzden de muktedirlerin, makam sahiplerinin sürdürdükleri görevlerden ötürü palazlanması halkımız tarafından yadsınmaz. Tersine, olanaklar elinin altındayken bundan yararlanmayı beceremeyenler tuhafsanır. Beceriksizlikleri eleştiri konusu edilir. Ne de olsa “Devlet malı deniz, yemeyen domuz” ifadesi de Türkçeye özgüdür ve somut bir tutumun dışavurumundan ibarettir sadece.
Geçmişte yatak odalarında bulunan para sayma makineleri, ayakkabı kutularına istiflenmiş döviz banknotları, ‘paraları sıfırla’ talimatlı ses kayıtları ne etki yaptıysa şimdi de ele geçirilen 4,9 ton kokainin teslimat adresi ve sahibinin kim olduğu da aynı etkiyi yapıyor. Bu denli büyük vurgunların gerçekleştiği işlerin arasında kimi cinayetler işlenebileceği de halkın sezgileriyle kabullendiği bir anlayıştır.
Bu yüzden muhalefetin ısrarla sorduğu ‘128 milyar dolar nerede?’ sorusu da sadece muhalif çevreler için merak konusu. Yurdum insanı sorunun cevabını net bir şekilde biliyor. Biliyor ve bunu yadsımıyor.
Aynen itibar denen şeyin maddiyatla ölçüldüğünü bildiği gibi. Sakın Fidel Castro veya Nelson Mandela’nın itibarını anımsatmaya kalkmayın, onların her ikisi de terörist zira.
Gelinen noktada “Ya devlet başa, ya kuzgun leşe” sözünü artık “Hem devlet başa, hem kuzgun leşe” diye güncellemek gerekiyor.
Yazının buraya kadarı içinizi daralttıysa 12 Eylül sonrası siyasete soyunan Turgut Sunalp paşanın kazanacağına emin olarak girdiği ilk ve son seçimin sonuçları karşısındaki halini anımsayıp yüreğinizi ferahlatabilirsiniz. Sahi, bir de “Uysal eşeğin çiftesi pek olur” diye bir özdeyişimiz vardı, yine yılların sezgi ve deneyim birikiminin sonucu.
‘Yaşasın onuncu köy’ diyenlerin inancıyla bitirelim, ‘bu devran böyle gitmez.’