Geçenlerde bir makalede ya da bir haberde mi rastladım? Medyada çok yer almayan bu habere göre; Modern hayat insanlığın duygu dünyasını da değiştirmiş. İnsanın duygusal yapısı üzerine araştırma yapan bir grup bilim insanına göre altı temel duygumuza yeni duygular eklenmiş. Evet: ”Neşe, üzüntü, öfke, korku, şaşkınlık ve tiksinti” olarak bilinen altı temel duygumuza; “yüceltme, gurur, ilgi, şükran ve kafa karışıklığı” gibi duygular da eklenmiş.
Artık devir değişti demek, ‘modern hayat’ yeni duygular oluşturuyor. İnsani olanı da durmadan öğütüyor. Yoksa gelinen noktada bunca acı, bunca hüzün nasıl açıklanabilir? Tüm insani ilişki biçimleri değişmekte, ancak yerine dar bireysel ve sınıfsal çıkarlar dışında bir şeyler konulamamaktadır. İş, para ve çıkar eksenli oluşmuş bu dünya insan ruhunu sıkmakta, yalnızlaştırmaktadır. İnsan ruhu acımasız bir kıskacın pençesinde inlemekte, yüreğini kanatmaktadır.
***
Victor Hugo “Notre Damme’nin Kamburu” adlı romanında çevresi tarafından sevilmeyen kambur kilise zangocu Qasimado, Çingene güzeli Esmeralda’yı haydutlar tarafından dövülürken kurtararak götürüp kilisede saklar. Bu yüzden Rahip tarafından kırbaçlanarak cezalandırılır.
Qasimado’yu ilk gördüğünde dehşete kapılan ama sonra bu iyi kalpli zangoca minnet duyan Roman kızı onun yüzündeki yaralara parmaklarıyla dokunur… Zangoç kızın gözlerine bakar ve “yaram orada değil, burada” der… Gösterdiği yer, kalbidir.
Bizim yaralar da aynı Qasimado gibi ten altında yürekte kanıyor. Son dönemlerde nereye gitsek, kimin gözlerinin içine baksak derin bir mutsuzluk suretiyle karşılaşıyoruz. İzlediğimiz her görüntü, dinlediğimiz ya da dillendirdiğimiz her söz içten içe kanıyor. Özlemini çektiğimiz şeyler dünyamızı terk etmiş, başka bir gezegene göç etmiş sanki. Şarkımız, şiirimiz ve sevdamız durmadan kanıyor.
***
“Bu hayat kötü” diyor, kestirip atıyoruz.”Hayatı biraz da biz bu hale getirdik” deme dürüstlüğünü de göstermiyoruz… Önemsenmeyen, ayaklar altına alınan bunca değerlerimizin önünde bir an durup düşünmek, kendimizle hesaplaşma cesaretimiz de yok. Değerler kanıyor, cesaret kanıyor.
Yakınıp duruyoruz, hazır bulduğumuz kurallara dayalı bu oyunun dışına çıkamıyor, oyunu bozamıyoruz. Vahşi sistem çok yönlü bombardımanlarıyla beynimizin ve yüreği mizin son kalelerini de bir bir ele geçiriyor. İlginçtir bunu yaparken de o bildik yöntemini kullanıyor, yine bizi kullanıyor. Bizi bize, beni bene kırdırıyor. O bizdeki, o bendeki yara kanıyor.
Bir işgal hareketiyle karşı karşıyayız sanki. Değerlerimizi öyle bir hızla kaybediyoruz ki çoğu kez kaybettiklerimizin farkında bile olamıyoruz. Gündelik kaygılarla, hırslarımızla, çıkarcı, bencil yanlarımızla her geçen gün yıprattık, kararttık içimizi. Yalanlarla, maskelerle yaşamaya alıştık. İçimizde hasbelkader diri ve güzel kalabilmiş seslere tıkadık kulaklarımızı. Çığlıklar içten içe kanıyor.
Yaşamı anlamlandıran değerleri yitirdik, duyarlılıklarımızı ve duygularımızı yitirdik. Bir yürek esintisine hasret bıraktık kendimizi. Sevgi yoksulu olduk. Değerler ve duygular kanıyor, kıyıda köşede kalmış sevgi kırıntıları durmadan kanıyor.
Biraz karamsar bir yazı oldu farkındayım. Ama şunu da biliyoruz ki çaresiz değiliz. Yaramızı yine biz saracak, biz sağaltacağız. Yaramız gibi eczamızı da yine kendimizde taşıyoruz.