PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın avukatlığını yapan ilk isimler arasında yer alan Eren Keskin ve Ercan Kanar, 15 Şubat’ın 21. yılında o süreci anlattı. Deneyimli hukukçular, sürecin adil işlemediği ve Öcalan’ın rolü konusunda hemfikir
PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın 15 Şubat 1999 tarihinde devletlerarası bir komplo ile Türkiye’ye teslim edilmesinin üzerinden 21 yıl geçti. Öcalan, o tarihten bu yana İmralı Cezaevi’nde ağır tecrit koşullarında tutuluyor. Öcalan’ın Türkiye’ye getirildiği dönemde ilk olarak avukatlığı yapanlar arasında yer alan İnsan Hakları savunucu Eren Keskin ve deneyimli hukukçu Ercan Kanar, 15 Şubat 1999’da yaşananları ve yargılama sürecini anlattı.
”90’lar ordunun etkisindeydi’
JinNews’ten Safiye Alağaş’a konuşan Eren Keskin, Öcalan’ın Türkiye’ye getirilmesi ile birlikte ‘karmaşık bir sürecin başladığını’ sokaklarda linç gösterilerinin yapıldığını hatırlattı. O dönemi, “Ordunun iç ve dış siyasetteki etkisinin yoğun olduğu bir dönem” sözleri ile özetleyen Keskin, “1990’lar bütünüyle ağır bir süreçti. Bizim ‘kirli savaş’ diye adlandırdığımız, tamamen haksız bir savaşın devam ettiği, militer şiddetin son derece yoğun olduğu, insanların gözaltında kaybedildiği, köylerin yakıldığı bir süreçti. Onun ardından 1990’ların sonunda da Öcalan Türkiye’ye getirildi” yorumunu yaptı.
‘O görüntüler tüm Kürtlere yönelikti’
Öcalan’ın Türkiye’ye getirilmesinin ardından 12 avukat ile birlikte Devlet Güvenlik Mahkemesi’ne (DGM) başvurarak avukatlığını üstlendiklerini aktaran Keskin, kararının ardında yatan nedeni ise şu sözlerle özetledi: “Ben hiçbir zaman bu kararı verdiğime pişman olmadım. Biz doğru ve hakkımız olan bir şey yaptık. Bunun ardında yatan neydi dersen, o görüntülere yansıyanlar tüm Kürtlere yönelikti. 15 Şubat özellikle Türkiye Kürdistan’ında yaşayan Kürtler açısından son derece önemli bir tarih ve bir travmanın yıl dönümü. ”
‘Adil bir yargılama süreci yapılmadı’
Öcalan’ın Şubat ayında getirildiğini ve Haziran ayında davanın bittiğini söyleyen Keskin, bu sürecin ‘adil bir yargılama süreci olmadığının’ altını çizdi. Keskin, “Zaten DGM’ler son derece tartışmalı mahkemelerdi. Bu konuda, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin de (AİHM) kararları var” dedi.
‘İnsanlar linç edilerek öldürüldü’
Yargılama süresince kendilerinin de çok fazla tehdit edildiğini aktaran Keskin sözlerine şöyle devam etti: “İnsan hakları mücadelesinde de çok önde bir yerde olduğumuz için Osman’a (Baydemir) da bana da çok fazla tehditler geldi. Hatta İçişleri Bakanlığı bize koruma vermeyi teklif etti. Biz bunu reddettik. Gazetelerde özellikle benim kadın kimliğime yönelik ağır hakaretler, tehditler, tacizler içeren haberler yapılıyordu. Sokaklarda saldırıya uğruyorduk. 6 ay evimize gidemedik. Evlerimize ‘Ne Mutlu Türküm’ diye pankart asıldı. Zor bir süreçti. Bu sadece bizler için değil, coğrafya için zor bir süreçti. İnsanlar linç edilerek öldürüldü o süreçte.”
‘Devlet Öcalan’ın rolünü iyi biliyor’
Keskin, Öcalan’ın Kürt sorunun çözümündeki rolüne ilişkin soruya ise şu ifadelerle yanıt verdi: “Öcalan’ın rolünü bence devlet çok iyi biliyor. Son İstanbul seçimlerinde, ondan bir medet ummak durumunda kaldılar. Onun mektubundan. Bence bu sorunu Öcalan’la görüşerek çözebilirler. Bunu yapmayı denediler ve yaptıklarında Türkiye’de gerçekten bir durulma oldu. İnsanlar mutlu oldular. Ben 30 yıldır insan hakları mücadelesi içerisindeyim. Kürdistan’da mutlu insanları o barış süreci denilen süreçte gördüm.”
‘Sürekli değişen bir devlet aklı var’
“Ama bugün geldiği noktaya baktığımızda karşımızda tutarlı bir devlet aklı yok. Sürekli değişen bir devlet aklı var. Onun için de bir öngörüde bulunamıyorsunuz. Yarın başka bir akıl da devreye girebilir. Yeniden bir barış süreci de başlayabilir. Ama biz hep durduğumuz yerdeyiz. Bizim farkımız o. Bizim taleplerimiz, tavırlarımız, iddialarımız hiçbir zaman değişmedi, her zaman aynı.”
‘Tecridin yasal hiçbir yanı yok’
Hükümlü olan bir kişinin ailesiyle ve avukatlarıyla görüşmesinin yasal olduğunu, ancak Öcalan söz konusu olduğunda bu yasaya uyulmadığını söyleyen Keskin, İmralı’da ‘bir komplo yasası olduğunu’ ifade etti. Tecridin bir insanlık suçu olduğunu söyleyen Keskin sözlerini şöyle sonlandırdı: “İmralı Cezaevi’nde geçerli olan sistem, Türk hukukuna da uygun değil. Demek ki başka bir akıl yönetiyor orayı. Türkiye Cumhuriyeti devleti bir kere altına imza attığı hiçbir uluslararası sözleşmeye uygun davranmıyor. Sözleşmelere uygun davranmadığı için de hem Avrupa Birliği süreci işlemiyor hem uluslararası hukukta itibarını kaybetti. Şurası bir gerçek ki Öcalan’ın sözü çok önemli. O nedenle Öcalan’ın sözünü söylemesine sesini duyurmasına izin verilmesi gerekiyor. Bu da tecridin kaldırılmasıyla olacak. Tecridin yasal hiçbir yanı yok. Ama ben Türkiye işçi sınıfının, Türkiye’deki sosyalistlerin de bir sorunu olduğunu düşünüyorum. Bugüne kadar Türkiye’de bir gün bile barış için bir genel grev yapılmadı.”
‘Öcalan korsan yöntemlerle kaçırıldı’
Mezopotamya Ajansı’ndan Ferhat Çelik’e konuşan Ercan Kanar ise, Öcalan’ın yargılamasının üzerinde Genelkurmay Başkanlığı’nın baskısının olduğuna ve sözlü kurallarla bu davanın yürütülmek istendiğine dikkat çekti. Kanar, Öcalan’ın en başından beri ‘korsan yöntemlerle kaçırılıp Türkiye’ye teslim edildiğini’ dile getirerek, “Buna benzer bir durum beyaz rejim zamanında Güney Afrika’da bir ulusal kurtuluş savaşçısına uygulanmıştı. Yüksek Mahkeme o tür bir kaçırmanın hukuka aykırı olduğu yönünde karar vermişti. Biz o konudaki kararı Öcalan’ın yargılandığı mahkemeye sunmuştuk” dedi.
‘Yazılı hukuk ayaklar altında’
Eren Keskin gibi Kanar da Öcalan’ın yargılanma sürecinin her açıdan ‘hukuka aykırı olduğunun’ altını çizdi. Kanar, sözlerine şöyle devam etti: “Ankara’da görülen ilk duruşmada ‘Yazılı hukuk kuralları tamamen ayaklar altına alındı’ dedim. Çünkü daha önce Öcalan, hakkında 4 ayrı gıyabi tutuklama kararı olmasına rağmen gözaltı uygulaması yapıldı. Hâlbuki yazılı hukuk uygulamasına göre gıyabi tutuklama kararı olan kişi gözaltına alınmaz. Bu ilke Öcalan şahsında çiğnenmişti. Davadaki bir başka hukuksuzluk ise davanın başka bir yerde görülmesiydi. Yani Öcalan İmralı’da tutuluyordu. İmralı Cezaevi de Marmara’da yer alıyor. Ama dava Ankara’da görüldü. Bu hukuka aykırıydı.”
‘O gün enteresan şeyler oldu’
Yargıtay’da hem kendilerinin hem de Öcalan’ın çok uzun bir savunma yaptığını ifade eden Kanar, “Ben yine de 100 sayfalık bir yazılı savunma verdim. Öcalan, yaptığı savunmada ‘İdam edecekseniz de edin’ diye bir vurgu yapmıştı. Fakat o savunma gününde çok enteresan şeyler oldu. Bütün dünya basını Yargıtay’daki duruşma salonunu doldurmuştu. Tam savunmanın ortasında Ahmet Taner Kışlalı’nın öldürüldüğü haberi geldi. O duruşma gününde o olayın olması çok ilginçti. Bu haber gelince salonun yarısı boşaldı. Eğer o olay olmasaydı basında hem Öcalan’ın savunması hem de bizim savunmamız geniş yer tutacaktı. Fakat o olay yaşananları gölgeledi” ifadelerini kullandı.
‘Karar yargılamadan önce verilmişti’
Bülent Ecevit’in o dönem “Bu yargılamayı bir ayda bitireceğiz” sözlerini hatırlatan Kanar sözlerine şöyle devam etti: “ Zaten Türkiye’de yargı hiçbir zaman izafi olarak bağımsız ve tarafsız olmamıştı. Öcalan, için de karar yargılamadan önce verilmişti. O zaman Kemal Yazıcı, Bursa Emniyet Müdürü’ydü. Yazıcı, bütün otellere talimat verdi ve ‘Öcalan’ın avukatlarına ver vermeyeceksiniz’ dedi. Kürt otel sahipleri dahi hiç kimse bize yer vermedi. Sonrasında ise Öcalan’a davanın önemli dosyaları verilmedi. Yaşananlar bir engizisyon yöntemiydi. Yani ilk başta karar verilmişti ardından yargılama yapıldı. Öcalan, asla adil bir yargılamayla karşılaşmadı.”
Öcalan için ‘1 Haziran yasaları’ çıkartıldı
Davanın daha sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) gittiğini dile getiren Kanar, AİHM’in 6’ncı maddesinin ihlal edildiği yönünde karar verdiğini hatırlattı. AİHM’in kararından sonra yeniden bir yargılanması olması gerektiğine vurgu yapan Kanar, “Fakat Türkiye, Öcalan’ın yeniden yargılamaması için acilen özel bir yasa değişikliği yaptı. O yasa değişikliğine belli tarihler kondu ve ‘Bu tarihler arasında ceza alanlar hariç daha sonraki süreçte AİHM yeniden yargılama kararı verirse yargılama yapılır’ gibisinden bir düzenleme yapıldı. Yani Öcalan’a ilişkin ‘1 Haziran yasaları’ dediğimiz özel yasa değişikliği yapıldı. Halbuki kişiye özel yasa yapılmaz. Kişilere ilişkin yasa ancak faşist ülkelerde, diktatörlüklerin olduğun ülkelerde yapılır” diye belirtti.
‘Barışın yolu…’
Öcalan’a 21 yıldır İmralı’da dünyada eşine az rastlanan çok katı bir tecrit sisteminin uygulandığına dikkat çeken Kanar, “Buna rağmen komployu hazırlayanlar amaçlarına ulaşamadı. Artık Öcalan, serbest bırakılmadır. Türk ve Kürt halkının dostça birlikte yaşamasının yolu kalıcı bir barıştan geçer. Ama maalesef mevcut iktidar giderek MHP’ye teslim olarak savaş politikalarını daha da artırıyor” ifadesinde bulundu.
HABER MERKEZİ