Bir halkı adeta yok etme hakkını ve gücünü kendinde gören bir devlet; sahipsiz, yoksul, yollara düşmüş oradan oraya barınacak bir yer arayan bir halkı esir almış, istediği zaman vuruyor, bombalar yağdırıyor, istediği zaman açlığa mahkum ediyor.
Filistin halkı yıllardır İsrail işgali altında inlemekte… İsrail, Filistinlilerin hayatlarını sürdürebilmeleri için sağlanması gereken en asgari insani şartları bile çok görmekte, insanları sistematik bir şekilde çaresizliğe sürüklemektedir. Teel Zaatar, Şabra, Şatilla…Yakın geçmişte Filistinlinin künyesine yazılmış nice katliamın sadece birkaçının adıdır… Şimdi de Gazze.
Emperyal devletler ve onun eli kanlı jandarması olan İsrail, tarihe kirli sayfalar ekliyor. Onbinlerce Filistinlinin katline neden olan ve şiddeti gittikçe artan, kural tanımayan bir saldırı bu.
Yine de direnmeye çalışıyor Filistin. Savaşan gerillasından, ağıt yakan anasından, taş atan çocuğundan, kalemini bir silah gibi kullanan yazarına kadar her yönüyle hep direndi Filistin.
*
Filistinli şair Mahmut Derviş’in ‘Kimlik Kartı’ adlı şiirinde anlatmaya çalıştığı gibi Filistinlinin damarına bir kez daha basılıyor:
“Bir daha diyorum, kütükte kayıtlıyım
Birinci sayfanın ta başında, nefret etmem insanlardan
Saldırmam hiç kimseye
Ama aç korlarsa beni, korlarsa çırılçıplak
Yerim etini beni soyanın
Açlığımı ve öfkemi kolla, damarıma basma benim.”
Mücadeleye paralel olarak Filistin’de sanatın içeriği ve üslubu da değişikler göstermiş, şiirde içe dönük, baş eğmeci temler yok olmuş, yitip gitmiştir. Bu içerik değişikliği neredeyse Arap şiirinin tümünü etkilemiş, içeriğini değişikliğe uğratmıştır. Filistin şiiri, sanatın ancak varoluş kavgasına bağlı olarak gelişip büyüyeceğini ve bu mücadele ile kişilik, kimlik kazanabileceğini kanıtlama açısından iyi bir örnektir:
“Bugün yeniliyorsak, delik-deşikse gövdelerimiz
Yarın bir baharın içinden dipdiri geçeceksiniz
Yükselecek gövdemizden bir duvar
Haykırarak kalacağı burada çırılçıplak ve açlıkla boğuşsakta”
(Semih El-Kasım)
Evet. Filistin şiirinin niteliği hakkında bir kanıya varmak için hafızamızı yoklamak yeterli olacaktır. İsrail eski Savunma Bakanı Şimon Perez, sıkıyönetim uygulamak için devrimci şiirden daha iyi bahane olmayacağını söylemişti. Yine General Moşe Dayan’ın, Filistinli şair Fedva Tukan’ın bir şiirinin yirmi komandoya bedel olduğunu, mısralarının on suikastten daha yıkıcı olduğunu söylemesi hafızalardan silinmemiştir;
“Hayır sevgili yurt, yılma
O yitilen yerde, karanlık alanlarda
Ne denli öğütmeye kalksalar da öfkeyi
O sonsuz acının değirmen taşlarında
Yılma, köreltemezler seni
Çalsalar çocuklardan gülüşü ve sevinci
Yıksalar, yaksalar da sonunda
Yeni bir yaşam belirecek sana
Duvarlarında pıhtılaşan kandan
Yaşama dönüşecek ölüm bir anda
Sen ey kanayan yurt, sen ey öfkemiz bizim
Sen ey sultanı yüreğimizin.”
*
Alışılır, anlaşılır şey değil. Ölmek ve öldürmek zorunda değiliz. Hiçbir şey insan hayatından daha değerli olamaz. Hiçbir düşünce, inanç, hiçbir devlet ya da yetki, bayrak ya da toprak, hiçbir öfke, amaç, kurum ya da örgüt insandan daha değerli değildir. Kazanmak istediğimiz hiçbir şey bir insanın “yaşama hakkı”ndan daha üstün değildir. İnsan hayatını temel almayan, yaşamı siyasetin merkezine koymayan hiçbir sistem ve yönetim de adaletli olamaz. Bu her kesim, her taraf için geçerlidir.
Yazarın dediği gibi tam bir çelişki içindeyiz:
“… Alay eder gibi, hem cinayeti mahkum eden evrensel yasaklar koyuyoruz hem de savaşlar çıkarıyoruz. Cinayet dehşetle karşılanıyor ama savaşa değer veriliyor.”
İnsani değerleri hiçe sayarak yalnız kendini düşünen gözü dönmüş yöneticiler başkalarının acıları üzerine inşa etmeye çalışırlar iktidarlarını.
Filistin elbette her zamanki gibi direnecektir ama acılara son vermek adına, ortak insanlık değerleri adına katliamları durdurmak için haydutlara karşı, her devletin, her bireyin sesini yükseltmesi gerekir.