Bu yıl 1 Ağustos’ta başlayan kamu çalışanları ve emeklilerinin mali ve sosyal haklarını ilgilendiren toplu sözleşme görüşmeleri Türkiye’deki temel ekonomik durumu, çalışma yaşamındaki sorunları, yoksulluğu ve işsizliği yeniden tartışmamızı sağladı.
Türkiye’de Çalışma Bakanlığı istatistiklerine göre Temmuz 2023 itibarı ile kayıtlı yaklaşık 16,4 milyon işçi bulunmakta olup bunların sadece 2,4milyonu yani %14,7’si sendikalıdır. Sendikalı işçilerin de sadece yarısı toplu iş sözleşmelerinden yararlanmaktadır. İşçi alanında durum oldukça vahimdir. Kamu çalışanları noktasında ise 4 milyona yakın kamu çalışanının sendikalı olma hakkına sahip 2,8 milyonundan 2,1 milyonu sendikalıdır. Örgütlenme oranı yaklaşık %74,5’tir. Örgütlenme düzeyi yüksek ancak kazanımları oldukça düşüktür. Bunun sebebi yandaş diye tabir ettiğimiz iktidara yakın düşüncede olan sendika ve konfederasyonların emekçilerin hak ve çıkarlarından uzaklaşmalarıdır. Esasında Türkiye’de çok ciddi sarı sendikacılık geleneği bulunmaktadır. Bu gelenek maalesef bir türlü kırılamamıştır.
Kamu emekçilerinin fiili ve meşru mücadele geleneğini temsil eden KESK ve KESK’e bağlı sendikaların bu yılki TİS görüşmelerinde öne çıkardıkları taleplere bakmak gerekir. Bu talepler belirlenirken TÜRK-İŞ’in açlık ve yoksulluk sınırı hesaplamaları esas alınmış. İktidarın Temmuz 2023’te en az ücret alan kamu çalışanına verdiği 22 bin TL’nin Ocak 2024’te büyükşehirlerde 47.500.-TL, diğer kentlerde 45.000.-TL olmasını talep ediyor. İktidarın ekonomi yönetimi bile TUİK’in manipüle edilmiş enflasyon rakamlarından bıkmış olmalı ki Merkez Bankası yıl sonu enflasyon tahminini %58’e yükselterek TUİK’e ayar verdi. Nitekim TUİK de Temmuz 2023 aylık enflasyonunu %9,49 olarak açıklayarak biraz daha gerçeğe yaklaştığını gösterdi. Tabi gerçekçi bulduğumuz ENAG’ın enflasyon rakamlarına göre yıllık enflasyon halen %122 civarındadır. Bu durumda kamu çalışanlarının gelecek yılın Ocak ayı için talep ettikleri ücretler yoksulluk sınırını ancak yakalayacaktır. Halbuki kamu çalışanlarının ve emeği ile geçinen herkesin yoksulluk sınırı üzerinde ücret alması gerekir.
Peki bu ücretler nasıl alınacaktır?
Türkiye’de işçi alanında örgütlenme düzeyi düşük ve TİS’ten yararlanan işçi sayısı az olduğu için etkisi güçlü olamamaktadır. Türkiye’deki kayıtlı işçilerin yarısından fazlası asgari ücrete mahkumdur. Böylesi bir durumda bile grev yasaklamaları ile örgütlenme engelleri ile işçi alanı sürekli kontrol altında tutulmakta, sarı sendikacılık geleneği DİSK’e karşı ısrarla sürdürülmektedir. Kamu çalışanları alanında ise grevin yasak olması, örgütlenme önündeki engeller ve toplu sözleşmenin göstermelik olması ciddi problemlerdir. Bu nedenle öncelikle Türkiye’de çözülmesi gereken temel problemlere eğilmek gerekir. Bunların başında işçi ve kamu çalışanlarının ortak örgütlenmesini teşvik etmek ve ortak örgütlenme ile hak elde edilebileceği bilincini yaygınlaştırmak gerekir. Bunun yanı sıra gerçek anlamda örgütlenme özgürlüğüne dayalı toplu sözleşme ve grev hakkının özgürce kullanılabileceği bir yasal ve fiili ortamın oluşturulması gerekir. Tabi bir de emeklilerin çalışırken üyesi oldukları sendikaları ile üyeliklerinin devamını sağlamak ve böylece örgütlülük içinde tutmak gerekir. Gelin görün ki işçi ve emekçilerin çoğunluk olduğu bu ülkede emek karşıtı politikaları hayata geçiren siyasi partilerin mutlak egemenliği devam etmektedir. Resmi ideolojinin Türkiye’yi getirdiği yer aynı zamanda sınırsız emek sömürüsüdür.
Emeklilere gelirsek, halen kamu çalışanlarının çalışırken elde ettikleri ücretin ancak %40’ı tutarındaki miktar emekliliğe yansıtılmaktadır. En az emekli aylığı kamu çalışanlarında 9.800 TL’dir. İşçilerde ise kök aylık 4500 TL civarında başlamakta ancak asgari aylık nedeni ile 7.500 TL’dir. Siyasi iktidar sürekli ilave ödenek adı altında çeşitli ödemeler yaparak bu ödemelerin emekliliğe yansımasını engellemektedir. Bu şekilde çalışanların emekli olmasının önüne geçmek istemektedir. Ücret kaybı yaşamak istemeyen emekçiler de böylelikle mezarda emeklilik diyebileceğimiz bir sürecin içerisine girmiş durumdadırlar. Türkiye’de halen 16 milyon civarında emekli bulunmaktadır. Bu emeklilerin çok büyük bir kısmının emekli aylığı oldukça düşük olup asgari emekli aylığı olan 7.500.-TL’ye mahkum edilmiş durumdadırlar. Bu nedenle milyonlarca emekli yeniden çalışmak durumundadır. Türkiye işçi ve emekçi sınıfının doğumda yaşam ömrünün uzadığı bu çağda gerçekçi emekli yaşı belirlemesi yapmanın zamanı gelmiştir hatta geçmektedir. Erken emekli olmanın hiçbir avantajı kalmamıştır. Mezarda emekliliği dayatan yasalara da boyun eğecek değiliz. Bu nedenle bu alanda sahici çalışmaların yapılması gerekmektedir. Aslında şunu söylemek istiyorum. Bir insan emekli olduğunda hiçbir kaygıya kapılmadan ve yeniden çalışmak istemeden alacağı emekli aylığı ile insanca yaşayabilmelidir. Bunun çözümü vardır. Yeter ki bu konuda emek dostu politikaların iktidar olmasını sağlayabilelim.
Yazının uzadığının farkındayım ancak şunu da belirtmek isterim. Türkiye’deki bütçe açıklarının sebebi emeklilere ödenen ücretler değildir. Türkiye’deki emekliler belki %1’lik kısmını saymazsak ezici çoğunluğu aldığı emekli aylığını ayın ortası gelmeden harcamakta ve tüketmektedir. Yani bu ücretler tekrar ekonomik çarkın içerisinde erimektedir. Bütçe açıklarını kapatmanın yolu silahlı çatışma ve savaş harcamalarını durdurmak, barış politikalarına yönelmektir. Bir avuç rantiyeciye ödenen yüksek faizlerden vazgeçmektir. Yap işlet devret adı altında sermayeye kaynak aktarım kurnazlıklarından vazgeçmektir. Hazinenin otoyol, köprü, hastane, havaalanı gibi temel kamu hizmeti veren yerleri işleten özel firmalara haraç ödemesini engellemektir ve buraları kamulaştırmaktır. Vergi veriyorsak eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, barınma, beslenme gibi temel insani ihtiyaçlarımızın tamamı ücretsiz olarak devlet tarafından karşılanmasını talep etmek gerekir. Türkiye’nin geldiği nokta vergilerimiz ile maaş alan güvenlik personelinin bizi dövdüğü noktadır. Artık buna itiraz etmek gerekmiyor mu?
Bitirirken işçi ve emekçiler ile emeklilerinin yoksulluk sınırı üzerinde bir gelirle geçinmesini istemek ve bunun için mücadele etmek hepimizin görevi olmalıdır. Meselelere buradan bakarsak bir arada mücadele etmenin yollarını daha iyi bulabiliriz.