Hani “bir merminin bile fiyatını bilmiyorlardı” ya, artık “mermi” diye diye milliyetçiliğin temel zemini olan toprak birlikleri de kalmadı, her yer ve her şey satıldı, yağmalandı, talan edildi; edilmeye de devam ediyorlar, bunlardan da haberleri yok
Doğan Kılıçkaya
AKP-MHP faşist ittifakı, yaklaşan seçim sürecinin çöküş psikolojisiyle her yere saldırıyor. Yirmi yıllık iktidar sürecinde gerçekleştirdiği inkâr ve imha siyasetini daha da yoğunlaştırarak uyguluyor. Kürt halkına karşı sürdürdüğü inkâr ve imha savaşını Kürdistan’ın her alanına yayarak kendi iktidar ömrünü uzatmaya ve sağlama almaya çalışıyor. Artık AKP-MHP ittifakının sonu da yaygın olarak yürüttüğü bu savaş pratiğinden görünüyor. İktidar olmanın avantajlarıyla devletin bütün imkân ve olanaklarını da kendi yıkım ve çöküşlerini durdurmak için kullanıyor.
Bu amaçla toplumun tüm kesimlerine karşı saldırı haline geçtiği her şeyiyle anlaşılıyor. Vahşi kapitalizm gibi sadece topluma dönük değil, doğanın kendisine karşı da tam bir ekolojik yıkım ve talan uygulamaktadır. Kürdistan coğrafyasını tümden yeni baştan işgal eder gibi her karış toprağını her gün bombalamakta, insansızlaştırarak her şeyi “kâr”a dönüştürmektedir. Uluslararası hukukta yasak olan “taktik nükleer”, “termobarik” vb. bomba türlerinden tutalım da biyolojik ve kimyasal silah türlerinin hepsini kullanmaktadır.
İnsanlığın belleğinde Hiroşima ve Nagazaki’de kullanılan atom bombasının etkisi daha sıcaklığını koruduğu halde, Kürdistan coğrafyasında kullanılan bu bombaların türevleri Kürdistan’da Kürt halkına karşı kullanılırken, Kürtler ve Kürt halkının dostları dışında kalan çevre ve ekoloji hareketlerinden hiçbiri, bu zamana kadar ciddi bir tepki göstermedi. Dolayısıyla bu durum, çevre ve ekoloji hareketlerinin de gerçek anlamdaki kimliklerinin tartışılmasını da beraberinde getirmektedir.
Neredeyse faşist rejimin muhalefet odakları bile AKP-MHP faşist iktidarıyla milliyetçilik yarışına girmiş bulunmaktalar. Ama milliyetçiliğin de temellerinin bu savaş ortamında yok olmakta olduğunun da farkında değiller. Muhalefet partilerinden toplumun ekonomik yaşamına dönük birkaç eğreti sözden dolayı Recep Tayip Erdoğan; “bunlar konuşuyor ama bir merminin kaç lira olduğunu biliyorlar mı?” diye bir soru sorunca hepsi sus pus oldular. Ama hiçbirisi cesaret edip, “tamam da bu mermileri nerede kime karşı kullanıyorsun?” diyemediler. Yani onlar da Türkiye’nin demokratikleşememeden kaynaklı sorunlarına çözüm üretme yerine devletin inkâr ve imha siyasetine karşı çıkamayıp milliyetçilikten yararlanmaya, toplumsal sorunları doğru tanımlayıp çözüm üretme yerine dillerine pelesenk ettikleri “terör” yaftasıyla toplumu bölüp parçalayarak oy devşirmeye yöneldiler.
Oysa AKP-MHP faşizmi Türkiye’nin özellikle turizm açısından zenginliklerini çoktan tükettiler. Ege ve Akdeniz kıyılarını yabancılara peşkeş çekerek savaş finansmanı olarak kullandılar. Onunla da yetinmeyerek “minareyi çalan kılıfını da uydurur” misali, turizme uygun bölgelere yakın ormanları yakıp, ardından da “orman vasfını yitirmiş araziler” diyerek hepsini imara açıp, ranta dönüştürdüler. Şimdi kendisine milliyetçiyim diyenlerin nefes alacakları bir yerleri bile kalmadı. Hani “bir merminin bile fiyatını bilmiyorlardı” ya, artık “mermi” diye diye milliyetçiliğin temel zemini olan toprak birlikleri de kalmadı, her yer ve her şey satıldı, yağmalandı, talan edildi; edilmeye de devam ediyorlar, bunlardan da haberleri yok.
Kaz Dağları’nda olduğu gibi Türkiye’nin üç tarafından yükselen dağlar bile düzleştirilerek yok ediliyorlar. Coğrafyanın her tarafı büyük bir şantiye alanı gibi her gün, her saniye ve her an için zehir saçar duruma getirildi. Şimdi bunlara devlet üniversiteleri ve AKP’li belediyeler de dahil oldular. Üniversiteler “dünya tekellerinin eli, ayağı” gibi çalışır hale geldiler. Her gün, üniversite ve belediye mülkiyeti olarak görülen arazilerin satış haberleri çarşaf çarşaf yayınlanır oldular. Köy toplulukları geçimlik arazi bulamazken, belediyeler tarım arazilerini satışa sunuyor. Satışa sunulan bu araziler verimlilik bakımından en yüksek olduklarından da ihale bedelleri en yüksek araziler olduğu için onları alacak olan da halktan insanlar olamayacaktır. AKP-MHP faşist iktidarının yandaş şirketlerinden başkaları bunları alamayacaktır. Arazi büyüklükleri tam da yandaşlara göre olduğundan göstermelik ihalelerle kamu arazileri yandaşlara peşkeş edilecek, oralardan elde edilen gelirler de savaş bütçesi olarak kullanılacaktır.
Kürdistan coğrafyasındaki akarsular “baraj” adına halklara karşı kullanılırken şimdi buna bir de GES’ler (Güneş Enerji Santralleri) eklendi. Tam bir işgal projesi gibi Kürdistan coğrafyası üzerine GES projeleri yerleştirilmeye, Kürt halkının elindeki mera ve otlakları işgal edilmeye çalışılmaktadır. Kürt soykırımını tamamlamak için her gün tonlarca bomba attıkları Kürdistan coğrafyası GES’lerle birlikte insansızlaştırılmaya, böylece Kürt soykırımı tamamlanmaya çalışılmaktadır.
Bu doğa talanına dur demenin yolu, Kürt soykırımına karşı çıkmaktan geçiyor. Kürt soykırımına karşı çıkmadan ne doğa korunabilir ne de insan ve onun toplumsallığı yaşatılabilir. Bunun için bu savaşa ve doğa katliamına karşı çıkmak için sadece çevreci ve ekolojist olmaya da gerek yoktur. İnsan olmak ve insanın toplumsallığına inanmak yeterli olur.