Çocuğuna mahcup, devletine öfkeli, kendisine kızgın ve ölenlerin kurtulduğunu düşünen sayısız insan, gittikçe umudunu yitiriyor. Bundan ötesi yok…
Sedat Yılmaz*
Adnan Daglı (43), vatanına, milletine, devletine kökten bağlı bir Türk! Şimdi, “Sen ne biçim Türkiye Cumhuriyetisin?” diye soruyor. Vergisini verdiği, askerliğini yaptığı, itirazsız her isteğini yerine getirdiği devleti zor gününde yanında değildi ve enkazda kendi çabasıyla 5 saat sonra çıkmış. Tek başına, yağmur ve soğuk altında devletini beklemiş ama gelmemiş. Günlerce gelmeyen devleti, engelli çocuğunu hastaneye götürürken, enkaz altında kalan kimliğini sormuş. Uğruna canını verdiği devletine kimliğini kanıtlaması için birince derece bir yakınını, nenesinin adını ve üç de komşusunu şahit göstermesi gerekiyor. Bulacak da gösterecek de banka hesabına yatıp yatmadığını bilmediği 10 bin TL’yi Adana’da çekmeye gidecek.
“Anamdan doğdum cıbıldağ, ölünce de cıbıldağ” olduğunu deprem şokunu atlattıktan sonra anlayan Daglı, Habib-i Neccar Dağı’nda topladığı şimşir, defne, murt yeşilliklerinden günlük kazandığı 70 lirayı da kaybetmiş ve çaresiz bir halde.
Daglı’yı asıl öldüren, kahreden şey 10 aylık engelli bebeği için hiçbir şey yapamaması. İleride kendisini kahraman, tanrı, güçlü, eşsiz, kusursuz görecek çocuğuna karşı çaresiz, mahcup, perişan ve yenik bir baba olmanın ezikliğini yaşıyor. Milliyetçi hezeyanın dalgasıyla karınca olduğunu unutup, fil gibi davranan ama ilk yüzleşmede hayal kırıklığına uğrayan binlerce “vatansever” gibi, itirazını yüksek sesle, sinkaflı sözcüklerle dile getiriyor Daglı, “Günlerce çocuğuma kapı kapı mama dilendim.”
Daglı, baştan başa, yukardan aşağı moloz yığınına dönmüş Hatay’da yalnız değil. Kafanı hangi yana çevirsen, hangi yüze baksan, hangi ele el versen, “Dünya başımıza yıkıldı” sözünü duyarsın. Sevgi Parkı’nda çıkartılmak istenen Delal Toprak (56) da hayal kırıklıklarıyla geziniyor. Yüzü donuk, utangaç, gözleri dolu dolu ama ağlamamak için kendini tutan Toprak, çadırını kaldırmaya gelen devletine soruyor: “Şimdi kovuyorlar bizi. İnsan memleketinden kovulur mu?”
Boğazında açılmış bir delikten sesini duyurmaya çalışıyor. Yüzde 90 engelli olduğunu, eşini ve akrabalarını kaybettiğini, kimsesiz olduğunu anlatmaya çalışıyor, el kol işaretleriyle. Adını sormaya gerek duymuyor insan, zira hepsi, herkes bir birine benziyor. Acıda, yoksullukta, yoklukta eşitlenmiş bir kent hali. “Engelliyim, tek başıma olduğum için bana çadır veremeyeceklerini söylediler. 25 gündür arabada yatıp, kalkıyorum. Duş yok, tuvalet yok, su yok, yemek yok.”
Hatay…
*Bu izlenim Mezopotamya Ajansı’ndan alınmıştır.