TV kameraları çok tuhaf bir kareyi yayınladı. Eski Genelkurmay Başkanı Akar, ismi “Savunma Bakanı” olarak okunduğu anda “hazırol’a” geçmiş. Binali Yıldırım’ın yukarıdan aşağıya doğru bakışını görmek isterseniz Cumhuriyet Gazetesinin dünkü nüshasındaki resme bakabilirsiniz. Adamcağız Akar’ı hayretle süzüyor.
Bu resim şimdiki rejimin resmidir.
Erdoğan’ın 15 Temmuz’dan sonra yapıp ettiklerini düşündüğümde, hafızamda çok eski bir kitap yeniden canlanmaya başlamıştı. Bir türlü “ben Erdoğan’ın yapıp ettikleriyle ilgili bir şeyler hatırlıyorum, ama çıkaramıyorum” diye mırıldanmıştım. Aziz “dostum” Quto imdadıma yetişti. Quto çocuk. Hafızası taze.
“Veysi abe”, dedi, “hatırlayamadığın Lenin adındaki Rus ihtilalcisinin ‘Devlet ve İhtilal’ adlı kitabıdır diye düşiniyem.” Kerata ayaklı kütüphane gibi bir şey.
Kafamda iki yüz mumluk bir AKP ampulü yanıverdi. Doğru. Tastamam o kitaptı.
O kitabın en önemli tezi “Proletarya Diktatörlüğü’nün ‘eski devlet aygıtının’ devralınmasıyla kurulamayacağı, ‘eski devlet aygıtını’ parçalayarak, devletin çekirdeğini oluşturan ordunun, polisin, yargının ve hapisane kurumunun yıkılıp, yerine yeni bir aygıtın kurulmasıyla gerçekleşebileceği” düşüncesiydi. Bu arada aynı kitapta, “düzenli ordu ve polis” yerine “halkın silahlandırılması” en radikal bir önlem olarak vurgulanıyordu.
Kitap neredeyse satır satır hafızamda canlandı.
Neler oluyordu ya Rabbi?
Yoksa Erdoğan bu kitabı okumuş muydu?
Birçok kapitalistin Karl Marks tarafından yazılan “Das Kapital” adlı eseri ezbere bildiği çok söylenmiştir. Kapitalistler “düşmanlarından” çok şey öğrenmişlerdir.
Öğrendikleri en önemli husus “karın kaynağı” hakkındaki Marksist tezdir: İşçiye ertesi gün yeniden çalışabilmesi için ihtiyaç maddesi alacağı miktar kadar ücret ödemek, bu ücreti aşan üretilmiş metanın değerini ise ‘artık değer’ olarak cebe atmak. Bunu öğrenince Fordist sisteme geçtiler. Eskiden bir işçi ücretinin karşılığı olarak dört saatte ürettiği metayı, artık otomasyon sistemi sayesinde bir saatte üretiyor, arta kalan yedi saatte ürettiği metanın –maliyet fiyatı düştükten sonra- kalan kısmını patron kar olarak kasasına koyuyordu.
Biz burnu büyük solcular “düşmandan öğrenmeyi” bir türlü öğrenemezken onlar “bizden öğrenmekten” asla vazgeçmediler.
Muhtemelen Erdoğan da böyle yaptı. Siz onun “seçim yoluyla” iktidarda olduğunu sana durun, o iktidarı ele geçirmenin parlamentoyu ele geçirmek olmadığını, hatta “eski devlet aygıtını” devralarak da iktidar olunamayacağını öğrenmiş. Bir “baskı aygıtı” olarak devleti “parçalama” ilkesini ezbere biliyor.
Orduya bir bakın. Polisi inceleyin. Yargıyı gözleyin. Hapisanelere de şöyle bir uğrayın. Ne dediğimi anlarsınız.
Hatta Erdoğan sanırım daha da ileriye gitmiş. Gramshi’yi de mi ne biliyor gibi. “İdeolojik hegemonya” konusunda da “hassas”. Ordu, polis, yargı, hapisanenin yanında “Akademi”yi de pertavsızla inceleyin, eğitime iyice bakın, medyayı izleyip, okumasanız da, analiz edin. Sonra Camilere, tarikatlara, cemaatlere bir göz atın.
Ne haldeler?
Hiçbiri artık “yok”, “yenisi” ise şu son “törenle” birlikte büyük ölçüde kuruldu. Bundan sonrası “artıkların” “yeni devlet aygıtından” KHK’lerle adım adım sökülüp atılması.
Manzara şaşırtıcı. “Proletarya Diktatörlüğü”nün olmazsa olmazlarından biri de yürürlükte. Darbenin ertesi günü yüzbinlerce silah “kaybolmuştu”. Hatırlayın. Ayrıca ülkede kişisel silahlanma rakamlarını Googl’a girip öğrenin. Osmanlı bilmem nelerini, SADAT’ları, Çakıcı, Peker mafya tümenlerini hatırlayın. Ve seçim gecesi silahlı “kutlamaları ve tehditleri”, Suruç sokaklarındaki silahlı “aşiret bölüklerini” filan da unutmayın.
Ne olmuş oluyor?
Rejimin taraftarı “siviller silahlanmış” oluyor.
E vallahi pes doğrusu. “Devlet ve İhtilal”de ne yazıyorsa onun tıpkısının aynısı yürürlükte.
Quto beni uyardı: “Veysi abe, biraz ileri gidiysin, Ertuğrul Kürkçü abem kıziy, Erdoğan’ın yaptıkları ile Lenin’in yaptıklarını aynı külaha koymana ben de katilmiyem.”
İkisi de haklı. Elbette bu anlattıklarım yapılanların içeriği, amacı ve felsefi dayanağı ile ilgili değil. Metotla ilgili. Birisi “Proletarya diktatörlüğü” için önerilenler; ötekisi ise
“Tek adam diktatörlüğü” için yapılanlar.
Teşbihte hata olmaz demişler. Öyle.
Demek istediğim seçim sonuçlarına “ahlayıp puflamayalım”. Yeni “devletin baskı ve ideolojik aygıtına” büyük bir dikkatle bakalım.