21. yüzyılın tüm sorunlarıyla hemhal olan bir kadın hareketine doğru gittiğimizi 25 Kasım’da yapılan eylemlerde bir kez daha gördük. Kadına yönelik şiddetin, erkek egemenliğini varlığının önemli bir sacayağı haline getiren kapitalist sistemle doğrudan ilişkili olduğunun altını çizen bir hareket bu. Kapitalist sistemde cinsler arasında kurulan hiyerarşinin, merkezine aile kurumunun konulduğu genel toplumsal hiyerarşiden bağımsız olmadığını vurgulayan bir hareket… Savaşın, işgallerin, ekonomik-sosyal yıkımın, ırkçılığın, göçmen düşmanlığının, faşist yükselişin karşısında konumlanan, bu topraklardaki en “hassas” mesele olan Kürt düşmanlığı ve şovenizmle arasına dolaysız bir mesafe koymakla yetinmeyip o halkın özgürlük mücadelesi ve taleplerini sahiplenerek kendi talepleri haline de getiren bir hareket…
Feminist hareketin kendisini bu düzlem üzerinden yeniden örgütleyip tanımladığı, liberal feminizmle arasına belirgin bir mesafe koyduğu, güçlü birikimini yeni bir senteze kavuşturduğu bu dönemin tipik özeliklerinden biri de devrimci-sosyalist kadınlarla daha doğrudan ilişkilenmesidir.
25 Kasım alanlarında kadın sorununun bu yüzyılda kazandığı güçlü sınıfsal muhtevanın yarattığı ideolojik-siyasal düzlem farklılaşması kadar, kadın hareketinin tarihsel birikimi üzerinden yenilenme, kendisini yeniden üretme çabası da belirgin bir gerçeklik olarak karşımıza çıkıyor. Aslında son yıllardaki birçok kadın eyleminde gördüğümüz bu gerçek 25 Kasım’da daha belirgin bir biçim ve içerikle karşımıza çıktı.
Tüm bunlarla birlikte kadın hareketi dayandığı eşiklerin farkındalığıyla hareket etmesiyle dikkat çekiyor. Bunda kendi gücüne güvenin de etkisi var elbette. Bu nedenlerle solun bütününe hakim olan çeşitli biçimleri mutlaklaştırmakla değil, kitlesel gücünü koruma-genişletmeyi, geniş kesimlere ulaşabilmeyi ve siyasal içerikten taviz vermemeyi esas alan bir yaklaşımla hareket edebiliyor. Sistemin onu marjinalleştirme çabasına esnekliğiyle yanıt verebiliyor. O alana gelerek oradaki ruhun içinde kendisine yeni anlamlar katacak kadınların baskı politikalarıyla ürkütülerek geri çekilmesi tehlikesine karşı -doğruluğu-yanlışlığı bir yana- daha esnek biçimler geliştirebiliyor.
Bu yıl İstanbul için Mecidiyeköy’ün belirlenmesi bu açıdan hem tartışılacak ama hem de birçok açıdan üzerinde düşünülmesi gereken bir olguya işaret ediyor. Kadınlar iktidarın yaratmak istediği marjinal imajına karşı geniş katılımı ve kitlenin ruh halini esas alan, ama gerekirse çatışmayı da göze alıp alanın ruhundaki elektriği düşürmemeyi gözeten bir yaklaşımla “ince işleri” nasıl kontrol edebileceklerini de gösterdiler.
Alan rengarenkti. Polisin yürüyüş başladıktan sonra gelen kadınları almamasına rağmen fena olmayan bir katılımla ve oldukça dinamik, renkli, siyasal olandan taviz vermeyen bir içerik ve biçimde eylem tamamlandı. Ekonomik krizin kadınların omuzlarına yüklediği ağır yükler de vardı alanda, Kürt kadınlarının direnişini selamlamak, Filistin’de olduğu gibi Rojava’daki katliamlara, savaş politikalarına, Kürt düşmanlığına karşı durmak da…
Biçimsel olanda esnekleşen kadınlar içerikteki tutarlılıktan taviz vermemeleriyle bir kez daha kadın hareketinin genel toplumsal mücadele içindeki yerini-önem ve anlamını gösterdiler.
Bütün bunlarla birlikte hareketin halen merkezden yerele taşınması, emekçi kadın bölüklerinin sistemin ideolojik hegemonyası altındaki kesimlerini de hedefleyecek kapsam ve araçlar geliştirmesi gibi bir sorun var. Bu, hepimizin üzerinde özel olarak kafa yorup tartışması gereken bir sorundur. Esneklikle ilkeliliği bir arada taşıyabilen, içerikten taviz vermediği gibi kadınlara mahsus bir incelikle pratiğe dökebilen bu hareketin sözkonusu eşiği de aşma potansiyelleri kendi içinde mevcut.
Uzun süredir Kürt halkına yönelik saldırılar anlamlı bir kitle eyleminde -Türkiye metropolleri açısından- bu tutarlılıkta dile gelememişti. Kadınlar, o savaş politikalarını, şovenizmi, özgürlük talep ve özlemlerini kendi üslupları, tavır ve tutumlarıyla gündemleştirebilmeyi başarabiliyorlar. Bunu karşı karşıya bulundukları eşikleri aşmakta da haydi haydi başaracaklardır.