Türkiye’nin önemli tekstil ve gıda üretim merkezlerinden olan Antep’te en büyük fabrikalarda işten çıkarmalar başlamış. Son on günde, bir kısmı ‘gönüllü çıkış’ adı altında, tazminatlarının yarısı ödenerek işten çıkarılan işçi sayısının 1000’i aştığı söyleniyor. Devam edip etmeyeceği, diğer illerde ve işyerlerinde ne olacağı belli değil. Nitekim İbn-i Sina Hastanesi’nde maaşlarının yarısını alan, bazı işyerlerinde de ücretlerini hiç alamayan işçiler var.
Bu şartlarda hali hazırda yüksek olan, insanların bedenlerini ateşe vermelerine sebep olan işsizliğin de nereye varacağı da belli değil. Hani bir zamanlar “kadınlar iş aradığı için işsizlik var” diyorlardı. Ne oldu? Antep’te kadınlar iş aradılar da o yüzden mi işten çıkarıldılar? Ağırlıkla kadınların çalıştığı bir iş kolu olan tekstilde, üstelik bayram arefesinde işsiz kalanların birçoğu kadın. Yani denklem tam tersi; kadınlar iş aradığı için işsizlik oluyor, ekonominin kötüye gidişi nedeniyle işsizlik olduğu için kadınlar işsiz kalıyor. Aslına bakarsanız kadınların konumu ayrıca Türkiye’de işsizlik ile ilgili gerçeklerin üzerini örtmek için kullanılıyor.
Mevcut kadın nüfusunun %70’ini iş arayan olarak bile görmüyor, milyonlarca kadını daha baştan istihdam oranlarına dahil etmiyorlar. Bu ne demek? Bu aslında çok iyi bildiğimiz, o en eski ve en ilkel yaklaşım demek: “ev kadını” olarak konumlanmış- çoğu kez başka çaresi olmadığı için- ve dolayısıyla iş gücü piyasasına hiç girememiş olan kadınları, “kadının esas işi evdeki işlerdir” diye görerek daha baştan yok saymak, hiçe saymak demek. Bu, şu dünyadaki en ciddi eşitsizlik biçimi demek. “Dünyada” sözünü abartmak için söylemiyorum, evrensel olarak kabul edilmiş objektif göstergeler böyle; kadın istihdamı bir ülkenin modernliğinin temel göstergesi sayılıyor.
Bizde ise durum şu: DİSK-AR’ Mayıs 2018 raporuna göre kadın işsizliği yüzde %13.4, genç kadın işsizlik oranı %23.6 olarak gerçekleşmiş. Bu oranlar uluslararası göstergelere göre Türkiye’yi kadın işsizliğinde Avrupa’da birinci, dünyada üçüncü ülke yapıyor. Toplam istihdam içinde ücretli çalışan kadın oranı ise %29, erkek oranı %71. TUİK verileri de bu verilerinin 2 puan gerisinde; TUİK istihdamın %31’i kadın diyor. Ve bu oranlarda son yıllarda önemli bir değişiklik olmuyor, kadınların işgücüne katılım oranı artmıyor. Oysa mesela söz edilen ekonomik büyümenin normalde kadın istihdamına da yansıması beklenir.
Diğer ülke örneklerinde büyüme kadın istihdamını artırır iken, bizde neden yaprak kıpırdamıyor? Kuşkusuz bunun tek ve kolay bir yanıtı yok ama geniş kadın toplulukları da, büyümeden yararlanan o tek ve belirli sermaye grubundan değiller, bu bakımdan kadınlar diğer tüm emekçilerle aynı kaderi paylaşıyor. Ama kaderimizin ayrıldığı bir yer de var; o yer, bir nevi bizdeki bu krizi de doğuran yer.
Türkiye ekonominin sadece inşaat ile beton ile doldurulmuş olmasının sonuçlarını hem genel kriz ile yaşıyoruz, hem de ayrıca bu sektör o kadar erkek ki, istihdam edilen kadın oranı %0,7. Yüzde 1 bile değil! İktidarın da zaten kadını ancak “makbul” olmak şartıyla dışarıda ama aslında “fıtratı” gereği evde görmesi, kadınlar kendi ayakları üzerinde dursun diye bir derdi olmadığı için bu durum umurunda bile değil. Türkiye’de kadınların ezici çoğunluğu çalışma hayatına katılamıyor. Bu bir ülke ekonomisi için çok büyük bir üretim kaybı olmakla beraber, kadınların toplumsal konumunu da çok olumsuz etkiliyor, Türkiye’de kadının kendi ayakları üzerinde durması engelleniyor.
Bu yüzden de ekonomik krizin kadınlar üzerine etkileri, çok önemli ve oldukça bütünsel bir konudur, kilit bir mesele olarak kadın mücadelesinin gündeminde olmalıdır. Ekonomik krizi kadınlar için, cinsiyet eşitliği yaklaşımıyla tam olarak kavramak, kadın emeğinin toplumsal yeniden üretime etkisi incelenmeden mümkün değil. Ev içindeki bitip tükenmez ve buna rağmen görünmez kalan işleri asırlardır yüklenen kadınlar, erkeğe kıyasla daha kolay kontrol edilebilen, düşük ücretli, güvencesi koşullarda, uzun, sıkıcı, bıktırıcı işleri kabul edebildiklerinden, yedek işgücü olarak görülüyorlar. Sistem, esnek çalışmanın ya da çağrıldıklarında gelmek üzere evde işgücü dışında kalmanın “kadın işi” olarak görülmesini normalleştiriyor.
Kriz koşulları bunu ağırlaştırıp, kadınların neler yüklendiğini daha çok görünmez kılma riski taşıyor. Ya ilk işten çıkarılan olmak ya da felaket koşullarda çalışmaya razı olmak ya da işsiz kalan erkeklerin şiddete yeni bir bahane bulması ve şiddetin artmasıyla karşılaşabiliriz. Bunu durduracak yegane şey ise, mücadelemiz. Önümüzde bizi bekleyen sorunlar olduğu kadar, mücadele de var. Flormar direnişi var. Türkiye’li kadınlar ne tüm halk ile birlikte ülkenin genel gidişatı için ve ne de bir kadın olarak kendi hakları için sessiz kalmıyor. Kimse kadınlardan sadece fedakarlık beklemesin, olmayacağız. Sürekli aşağılanıp yok sayıldığımız gemiyi neyleyelim? Biz eşit haklarla yaşadığımız gemiler ile özgürlüğe açılacağız.