Aziz Feman
Devletin nötr bir kavram olduğu söylenir. Bu, doğrudur da. Ortaya çıktığı günden beri devlet, varlık gerekçeleriyle hep uyumlu olmuştur. Bir tiran başa gelmişse devlet, tiranlık olmuştur. Bir monark veya imparator; hangisi devlete sahip olmuşsa, devlet de sahibine göre biçim almıştır. Bu anlamda devletin ilk kurucu Sümer rahibiyle, Cumhuriyetçi burjuvazinin demokratının arasında niceliklerden başka bir fark yoktur.
Marx, bu gerçeği çok çarpıcı bir biçimde görmüş ve çözümlemiştir. Marx’a göre kâr temerküzü yapmayan yani kâr toplamayan hiçbir devlet yoktur. Bu nicelikleri de gerçek emekten, artı emeğin sızdırılmasındaki oranlarda “mutlak kâr”, “nispi kâr”, “yüzde yüz kâr” olarak çözümlemiş ve kârın kaynağını tespit ederken de bu gerçeği görmüş ve “emek hırsızlığı olmadan kâr elde edilemez” demiştir. Bu tespitler çarpıcıdır. Çarpıcı olduğu kadar da gerçekçidir.
Günümüz dünyasında Marx’ın belirttiği “mutlak kâr”la yetinen hiçbir devlet yoktur. İşin bir başka yanı olarak da o dönemin emek üretkenliği de kalmamıştır. Emeğin niteliği devasa biçimde değişmiş, üretimde her şey makinalaşmıştır. Makinalaşma, hem emeği içselleştirerek yutmuş ve inkar etmiş hem de kâr oranı çılgınlık düzeyinde devasa boyutlara çıkmıştır. Böylece kaba sömürü kılcal damarlara dağılarak hem genişlemiş ve hem de derinleşmiştir. Tıpkı devletin nicelik karakteri gibi o da devletlerin zenginlik düzeyine oranla görece farklılıklar yaratsa da işin özü değişmemiştir.
Tarihin en eski sömürgesi olan kadın ise bu nicelik farklardan bile faydalanamamıştır. Klasik sömürge toplumu gibi hala aynı zemindedir. Hem devlet, hem de erkek egemen sömürü alanı olarak kurtuluşa ve özgürlüğe en yakın bir devrim potansiyeli olarak mücadele zeminine akmaktadır. Değişen ve gelişen en güçlü yan burasıdır. Her geçen gün kadın yaşamı etrafında örülmüş sömürü duvarları biraz daha parçalanmaktadır. Bunun en somut göstergesi 8 Mart alanlarıdır.
Her yılın 8 Mart’ı, nitelik olarak daha güçlenmekte ve özgün kimlik kazanmaktadır. Kürt özgürlük mücadelesi kadının bu gücünü çok daha erkenden fark ederek kendisini tam bir özgürlük zeminine taşımış, tarihsel, felsefi ve teorik olarak kendisini ideolojik bir forma kavuşturmuştur. Bu anlamıyla en zor olanı başarmış, eril zihniyeti gerileterek kadın özgürlük mücadelesini temel özgürlük mücadelesinin öncü gücü haline getirmiştir.
Elbette bu öyle kolay olmamıştır. Bunun da bir hakikati, ödenmiş bedelleri, rol modelleri ve en sonunda özgün yapılanmalarının olanakları oluşmuştur. Doğru değerlendirilip, doğru okunduğunda bunun böyle olduğu da anlaşılacaktır.
Kadınlar 8 Mart alanlarına giderken hiçbir fark koymamaktadır. Kürdü Türkü, Arabı Çerkesi, Lazı Gürcüsü, vb. tüm etnik kimliklerle; Sünnisi Alevisi, Hristiyanı, Ateisti gibi dini kimlikler ve her sınıf ve katmandan kadınlar bir araya gelip hep birlikte “Jin Jîyan Azadî” diyebilmektedir. Bu, toplumsal özgürlük mücadelesi adına çok büyük bir kazanımdır. Ancak bu kazanım, özgürlük mücadelesinin diğer alanlarına da örgütlü yapılarla taşındığında daha da anlamlaşacak ve özgürlük mücadelesine daha büyük bir ivme kazandıracaktır.
Bunun için 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü etrafında oluşan direniş ruhuna ve bilincine doğru sahiplenmek gerekmektedir. Sadece yılın bir günü olarak görmeden, taşıdığı anlam ve içeriği örgütlü yapılara taşıdığımız zaman 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’ne de doğru cevap verilmiş olur. Bu anlamıyla Kürt Özgürlük Mücadelesi’nin kazanımlarını doğru incelemeye ve doğru okumaya ihtiyaç vardır. Bu başarılmadan diğer mücadele alanlarında da başarı sağlamak mümkün görünmemektedir. “Özgürlük zamanı” kampanyasına dünyanın dört bir yanından gelen dayanışma duygularına rağmen Türkiye toplumsal yapıları hala bunu görmezden gelirse kendisine ve kendi mücadele tarihine de yazık etmiş olur.
Şurası çok açık ki, AKP-MHP faşizmi de esas olarak bu gerçeklikten feyz alarak özgürlük ve demokrasi mücadelesine daha fazla yönelmekte ve soykırım siyasetini derinleştirmektedir. Bu anlamda bizim tavırsızlığımız, başkalarının güçlenmesi anlamına gelmektedir. AKP-MHP iktidarı esas olarak en güçsüz zamanını yaşamaktadır. Güçsüzlüğüne güç devşirmek için içine girdiği bütün projeler boşa çıkmasına rağmen güçlü bir muhalif duruş olmadığından ayakta kalmayı başarabiliyor.
Emek ve demokrasi mücadele güçleri, bu güçsüzlüğü doğru görerek kendi özgür birlik ve dayanışma zeminlerini güçlendirse zafer daha hızlı yakalanacaktır. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü kutlama ve etkinlikleri bunu çok güçlü ispatlamıştır. Geriye kalan, kadın hareketlerinin 8 Mart etkinliklerinde yarattıkları birlik ve dayanışma ruhundan doğru faydalanmayı bilmektir.