Aynur Cengiz*
“Hukuk, sonsuz adalet ilkelerini ihlal ediyorsa hukuk değildir” der Lydia Maria Child. Adalet kavramı ise subjektif ya da objektif bağıntılar bir yana, tarihsel, sosyolojik, kültürel normlara göre toplumlar arasında değişkenlik gösterse de en nihayetinde temel insan hakları ile birlikte ele alınması gereken bir kavramdır. Kaldı ki hukukun kaynağı insan ise bu hakların ayrım gözetmeksizin, eğip bükmeden toplumun tüm taraflarına eşit dağıtılması da gerekmekte. Fakat gelin görün ki adalet yoksunluğunun, hukuk yoksulluğuna nasıl dönüş(türül)ebildiğine, belli çıkar grupları etrafında hukukun siyasete nasıl malzeme edilebildiğine ve açığa çıkan hukuk-adalet sefaletinin faşizmi nasıl beslediğine tanıklık ediyoruz.
Kadınlar olarak bu durumun son tanıklığını, toplumun ilgili kesimlerince başörtüsünden dolayı yaşanan bir sorun olmadığı/beyan edilmediği halde, tam da seçim sathı mahaline girmişken, CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun “kadınların kamuda başörtüsü serbestliğini içeren yasa teklifi” çıkışı ile AKP-MHP iktidar blokunun bunu müthiş bir fırsata dönüştürerek Meclis’e sunduğu “Anayasa’nın “din ve vicdan hürriyeti” başlıklı 24. ve “ailenin korunması ve çocuk hakları” başlıklı 41. maddelerine ilişkin değişiklik önerilerini” içeren teklifi ile gördük.
Peki neleri içeriyor bu teklif?
Değişikliğin kabul edilmesi halinde 24. maddeye aşağıdaki iki fıkra eklenerek:
“Temel hak ve hürriyetlerin kullanılması ile kamu ve özel kesim tarafından sunulan mal ve hizmetlerden yararlanılması, hiçbir kadının başının örtülü veya açık olması şartına bağlanamaz.”
“Hiçbir kadın; dini inancı sebebiyle başını örtmesi ve tercih ettiği kıyafetinden dolayı eğitim ve öğrenim, çalışma, seçme, seçilme, siyasi faaliyette bulunma, kamu hizmetlerine girme ile diğer herhangi bir temel hak ve hürriyeti kullanmaktan ya da kamu veya özel kesim tarafından sunulan mal ve hizmetlerden yararlanmaktan hiçbir surette yoksun bırakılamaz. Alınan veya verilen bir hizmetin gereği olan kıyafet söz konusu olduğunda devlet, ancak dini inancı sebebiyle kadının başını örtmesini ve tercih ettiği kıyafetini hiçbir surette engellememek şartıyla gerekli tedbirleri alabilir.” hükümleri getirilecek.
Öncelikle vurgulamak gerekir ki, getirilmek istenen değişiklikte kadınların başörtüsünün referans alınması; kadının neyi nasıl giyeceğini, neresini, nasıl örteceğini tariflerken, cinsiyet ayrımcılığını körükleyen ve kadının bedeni üzerindeki eril tahakkümünü açıkça gözler önüne seren ve devlet müdahalesinin önünü açan bir düzenleme. Yine dinî referanslarla “başı açık-başı örtülü” ayrımı yapması kadınlar arasında da inanan-inanmayan, makbul olan-olmayan şeklinde son derece tehlikeli bir ayrımcılığa kapı aralarken, anayasanın eşitlik-özgürlük ve laiklik ilkelerine aykırı olarak din ve vicdan hürriyetini tek bir inanç üzerinden tarifliyor ve “dini inanç dışındaki kıyafet tercihlerine ilişkin düzenleme yetkisini de kamu kurumlarına bırakıyor.” Bu ifade ise sınırları muğlak bir şekilde devletin belirlediği kıyafetlerin dışında kalanlara her türlü kısıtlama, “yasaklama, belli kıyafetleri zorunlu kılabilme” yetkisi getiriyor.
41. maddeye ilişkin değişiklik önerisi ise mevcut maddeye “evlilik birliği” eklemesi yapılarak; “Aile Türk toplumunun temelidir. Evlilik birliği, ancak kadın ile erkeğin evlenmesiyle kurulabilir ve…” şeklinde düzenleniyor, “böylece aile ve evlilik kurumunun her türlü tehlike, tehdit ve saldırılar ile sapkın akımların dayatmalarına karşı korunması amaçlanmaktadır” şeklinde gerekçelendiriliyor.
Tam da anlaşılacağı üzere getirilmek istenen düzenleme ile LGBTİ+’lara karşı toplumda zaten var olan ayrımcılık, nefret söylemi daha da körüklenirken, varoluşlarını yok sayan, “insandışılaştıran” bu eşitsizliğe anayasal bir form kazandırarak onları toplumda açık-aleni ve yaygın bir hedef haline getiriyor.
Yine aile ve “evlilik birliği” gibi kavramlarla kadının rolü aile içine indirgenirken, kadının boşanmasını ya da bekar yaşamasına/ebeveyn olmasına engel teşkil ediyor. Diğer yandan da dini nikahı meşrulaştırarak “erkek çokeşliliğinin” önünü açıyor.
Kadınlar ve LGBTİ+lar neden karşı?
Cumhur İttifakı’nın 9 Aralık’ta Meclis Başkanlığı’na sunduğu, 24 Ocak’ta ise Meclis Anayasa Komisyonu’nda görüşülmeye başlanan anayasa değişiklik teklifine karşı tartışmaların başladığı andan itibaren altı yüzün üzerinde kadın ve LGBTİ+ örgütü kamuoyuna ve muhalefet partilerine, teklife karşı durmaları, komisyon görüşmelerine ve Meclis oylamalarına katılmamaları yönünde çağrılar yapıyor. “Kadınlar olmadan kadınların hayatları hakkında karar verilmesine” kıyafetlerine, yaşam tarzlarına ilişkin düzenlemelerin yerinin anayasalar olmadığına, “temel hak ve özgürlüklerin” referandum ile tartışmaya açılamayacağına, “eşitlikten ve laiklikten” vazgeçilmesine kadınlar olarak izin vermeyeceklerini açıkça deklare ediyor, anayasa değişikliğine “tartışmasız hayır” diyorlar.
Toplumsal bir sözleşme olduğu varsayılan anayasaların gerek yapım gerekse değişiklik süreçleri toplumun tüm kesimlerinin katkıda bulunacağı, demokrasinin tüm unsurlarıyla işleyeceği bir toplumsal uzlaşma ile yapılması gerektiği açıktır. Bu yönüyle bakıldığında kadınların yaşamlarını doğrudan ilgilendiren değişiklik teklifli, konunun muhatabı ve öznesi olan kadın ve LGBTİ+ örgütlerine, ilgili sivil toplum örgütleri ve meslek birliklerine danışılmadan, görüş ve önerileri alınmadan samimiyetsizce seçim malzemesi yapılarak kamuoyunun gündemine getirilmiştir.
Savaş politikalarındaki ısrarın ekonomik, siyasal ve toplumsal krizleri giderek derinleştirdiği, kadına, çocuğa, LGBTİ+’lara yönelen erkek şiddetinin, istismarın, sömürünün her gün arttığı, toplumsal muhalefetin her türlü baskı ve yasakla sindirilmeye çalışıldığı, yargının iktidarın elinde bağımsızlığını yitirdiği, kadın mücadelesi yürüten kadınların cezalandırıldığı, cezaevlerinde ise türlü hak ihlallerine-işkencelere maruz bırakıldığı, kurumlarının kapatıldığı, demokrasinin, hukukun, temel hak ve özgürlüklerin adeta askıya alındığı bir ortamda “anayasaya dahi uymayanlarla anayasa yapılmaması, teklifinin desteklenmemesi, müzakere dahi edilmemesi” gerekir.
Biz kadınlar çok iyi biliyoruz ki, İstanbul Sözleşmesi’nden tek kişinin kararıyla hukuka aykırı bir şekilde çıkıldığı, her gün en az 4 kadının katledildiği, LGBTİ+’lara karşı nefret söylemlerinin arttı(rıldı)ğı bu ülkede kadınlar örtülü-örtüsüz, dini inançları ya da aidiyetleri ne olursa olsun salt kadın olduğu için istismara, şiddete ve ayrımcılığa uğramakta, bedeni-emeği sömürülmekte, iradesi ve kimliği yok sayılmakta, kutsal aile-makbul kadın gibi nitelendirmelerle evlere hapsedilmekte, kamusal alandan adeta tecrit edilmekte, savaşın, yoksulluğun, patriarkanın, erkek-devlet şiddetinin en kirli sonuçlarını hayatlarının her evresinde iliklerine kadar yaşamaktalar.
Kadınlar açısından bu vahim tablo hâlâ çözüme kavuşmamışken, kadınların haklarını-kazanımlarını gasp eden, hayatları ve bedenleri üzerine ipotek koyan hiçbir erkeğin değil söz söyleme, yasa yapma hakkı dahi olmadığı gibi bu zihniyetteki tüm kişi/kurum/partilerin samimiyetlerinden de şüphe edilmelidir.
Gerçek çözüm ise kadınların ve LGBTİ+’ların kendi yasalarının bizatihi öznesi olacağı, demokratik siyasetin ve toplumsal barışın önündeki tüm engellerin kaldırıldığı, demokrasinin tüm kurum ve kuruluşlarıyla işletildiği, demokratik cumhuriyetin inşasına yol verecek; kadın ve cins özgürlükçü, eşitlikçi, çoğulcu, katılımcı bir anayasanın ivedilikle hayata geçmesi, bütünlükçü ve çözüm odaklı politikaların bir an önce yaşam bulmasıdır.
*HDK Merkezi Kadın Koordinasyonu Üyesi
Kaynakça
https://kadinininsanhaklari.org/anayasa-degisikligine-hayir/