AKP-MHP’nin İstanbul Sözleşmesi’ni feshetme kararını ‘darbe’ olarak niteleyen kadın örgütleri, haftalardır sokaklarda. Star Kadın Derneği ve Şimdi Kadın Zamanı Derneği, kararı tanımadıklarını söyleyerek, muhalefet ile tüm topluma mücadele çağrısı yaptı
Nevin Cerav
Ankara, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın imzasıyla İstanbul Sözleşmesi’nden ayrıldığını duyurdu 19 Mart gecesi. Temmuz ayına kadar geçerliliğini sürdürecek olan sözleşmenin feshedilmesine ise iki ay süreyle itiraz hakkı bulunuyor. Bu itiraz hakkını kullanan kadın örgütleri, siyasi partiler, barolar, feminist hukukçular ve sivil toplum kuruluşları Danıştay’a başvurarak kararın bozulmasını istiyor.
İstanbul Sözleşmesi’ne çekincesiz olarak 2011’de imza atan Türkiye, ilk yıllarda bununla övünürken uzun süredir iktidarını ayakta tutmanın yolunu kadınları eve ve aileye hapsederek, katledilmelerine ve şiddete uğramalarına yol vererek sağlamaya çalışıyor. Çünkü erkek iktidarın, erkek sistemin yıkılmasında en büyük gücün kadınlar olduğunu biliyor.
Kadınların da sıkça dile getirdiği bu değerlendirmenin ışığında hem bölgeden hem de batıdan iki kadın derneği ile görüştük. Bu derneklerden ilki, şüpheli kadın ölümlerinin dikkat çekici oranlarda arttığı Van’da faaliyet yürüten Star Kadın Derneği. Diğeri ise İstanbul’da mücadele veren Şimdi Kadın Zamanı Derneği.
‘Bireyler tehlike altında’
Görüşlerine ilk başvurduğumuz adres, Van’da kadına yönelik erkek şiddeti ile mücadele etmek, kentteki özgün kadın sorunlarına çözüm üretmek için kurulan Star Kadın Derneği Başkanı Serap Güvenç oldu. Güvenç, İstanbul Sözleşmesi’nin Cumhurbaşkanı kararıyla feshedilmesinin kadınlara yansımasını değerlendirerek başlıyor konuşmasına. Şöyle diyor Güvenç: “Kadınları öldürenlerin, her türlü şiddeti uygulayanların ve çocuk istismarcılarının yargı önünde aklandığına, şüpheli kadın ölümlerinin örtbas edildiğine ve erkek faillerin serbest bırakıldığına tanık oluyoruz uzun süredir. İstanbul Sözleşmesi, her türlü şiddete karşı mücadelede en önemli insan hakları mekanizmasıdır. Hukuka aykırı bu karar yok hükmündedir bize göre. Bu kararla sadece kadınların değil, tüm bireylerin yaşam hakkını savunma mekanizmalarının ciddi bir tehlikeye atıldığı bilinmelidir.”
Van’ın özgün sorunları
Kadına yönelik erkek-devlet şiddetini, cinayetleri belli bir mekana ve zamana sığdırmanın mümkün olmadığına işaret eden Güvenç, iktidarın uzun süredir kadın ve çocuk düşmanı politikalarına dikkat çekiyor. Dünyanın her yerinde kadına yönelik erkek şiddetinin, katliamlarının arttığını, kadın kazanımlarının gasp edildiğini söyleyen Güvenç, Van’daki özgün sorunları ise şu şekilde sıralıyor: “Kentimizde kadın alanında faaliyet yürüten kurumlarımız kapatıldı. ‘Namus’ adı altında gelişen kadın cinayetleri, özel savaş politikaları, yoğun bir karşılığı olan aşiretçilik olgusu yerleşti kentimize. Özellikle koronavirüs salgını ile birlikte intihar, doğal ölüm ve kaza gibi sunulan şüpheli kadın ölümleri çok arttı. Aynı zamanda sıklıkla rastladığımız ve şahit olduğumuz gibi gençlerin uyuşturucu kullanımına yönlendirildiği, para karşılığı kadınları ilişkiye zorlama, ajanlaştırma gibi birçok sorun ve sıkıntılarla karşı karşıyayız maalesef.”
Onlarca etkinlik
İstanbul Sözleşmesi’nin feshedildiğini öğrendiklerinde dernek olarak hemen harekete geçtikleri bilgisini vererek sözlerine devam eden Güvenç, öncelikle sabahın erken saatlerinde hemen Van’daki tüm sivil toplum kuruluşlarını, kadın hakları alanında çalışan bütün kesimlere ulaştıklarını ifade ediyor. Örgüt ve kurumlarla acil bir toplantı yaptıklarını paylaşan Güvenç, “Van’daki tüm kurumların dahil olduğu toplantımızda bazı öneriler geliştirdik. Öncelikle sözleşmeden çekilme kararına karşı kamuoyuna bir açıklama gerçekleştirdik. Sonrasında tekrar bir araya gelip bundan sonraki süreci nasıl götüreceğimizi konuştuk. Van milletvekillerine çağrı yapma, sahada kadınlara bilgilendirmede bulunma, radyo ve televizyon programlarına katılma, sosyal medyada eylem, kampanya etkinlikleri oluşturma, evlerimizin balkonlarına sözleşme kararını protesto eden afişler asma, sivil toplum kurumlarını, partileri ziyaret etmek gibi bir dizi karar aldık ve hemen uygulamaya başladık. Şu anda da çalışmalarımız bu minvalde devam ediyor” bilgilerini paylaşıyor.
‘Şikayet edemeyecek miyiz?’
Peki, Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararına Van’daki kadınlar nasıl bir tepki verdi? Ne hissetti ve neler söylediler? Bu soruların cevabını veren Serap Güvenç, öncelikle toplumu kutuplaştıran, şiddet ortamını kışkırtan, meydanı mafya bozuntularına bırakan bir anlayışın hakim olduğuna dikkat çekiyor. Ardından da şu gelişmeleri aktarıyor: “Van’da bu kararın çıkmasından sonra kadınlarda ciddi bir korku, ciddi bir endişe hakim oldu doğal olarak. Derneğimize erkek şiddeti nedeniyle başvuran kadınlar istisnasız olarak şu soruları yöneltti: ‘Bundan sonra ne olacak bize? Ne yapacağız? (Şiddet uygulayan erkeği kastederek) Ona uzaklaştırma yapılmayacak mı artık? Şikayet edemeyecek miyiz, ceza almayacak mı?’ Haklı olarak kadınlar kaygılı, zaten büyük bir tehlike ile karşı karşıya kaldıklarının farkındaydılar, bu karar da onları ciddi anlamda endişeye sevk etti.”
‘Asla pes etmeyeceğiz’
AKP-MHP rejiminin kadın erkek eşitliğini tanımayan, baskıcı, cinsiyetçi ve ayrımcı politikalarını eleştiren Güvenç, iktidarın gerek Diyanet İşleri Başkanlığı gerekse Milli Eğitim Bakanlığı gibi devlet kurumları aracılığıyla kadını sadece annelik fonksiyonuna indirgediğini dile getiriyor. Bu sözleşmeden imza çekenler kadına yönelik şiddete karşı mücadele etmeyeceğini, kadını ev içine hapsetmeye çalışan gerici zihniyetlerin yanında yer aldığını açık bir şekilde ortaya koymuştur” diyen Güvenç, tepkisini şu sözlerle ortaya koyuyor: “Milyonlarca kadının hayatı ve hakları tek bir adamın kararına sığamaz. Haklarımızı elimizden almalarına, bizleri şiddete ve ölüme mahkûm etmelerine elbette karşı duracağız.”
Kararın, Türkiye tarihine bir utanç sayfası olarak geçeceğini sözlerine ekleyen Serap Güvenç, konuşmasını örgütlülüğe ve mücadeleye vurgu yaparak bitiriyor: “İstanbul Sözleşmesi’ni anlatıp sonuna kadar savunacağız. Asla pes etmeyeceğiz. Çözümde ortaklaşan bütün kadınları mücadeleye çağırıyoruz.”
Sözleşmenin kapsamı çok geniş
Kadına yönelik erkek-devlet şiddeti ile ev içi şiddeti önlemede önemli bir mekanizma olan İstanbul Sözleşmesi, kapsayıcı içeriği ile kadınlar açısından hayati bir öneme sahip. Erkek şiddetinin önlenmesini amaçlayan, bunun özellikle toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanmasıyla gerçekleşeceğini söyleyen İstanbul Sözleşmesi, toplumsal cinsiyet kavramını ortaya koyan ve tanımlayan ilk hukuki metin olma özelliğine de sahip.
İstanbul Sözleşmesi’nde kadına şiddet konusunda eğitimin müfredata dahil edilmesi, özel sektör ve medyanın teşvik edilmesi, tazminat, zorla evliliklerin feshi, ısrarlı takibin cezalandırılması, zorla evlendirme ve kadın sünneti yasağı, sözde “namus” adına işlenen suçlar dahil olmak üzere kabul edilemez gerekçelerle şiddet uygulanması başlıkları öne çıkıyor. Sözleşmede kadına yönelik şiddet, “ister kamuda, ister özel yaşamda, ister evlilik içinde, ister evlilik dışı ilişki içinde” meydana gelsin, her türlü “fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik” şiddet yer alıyor.
Mülteciler ve çocuklar
18 yaşından küçük çocuklara yönelik şiddeti de kapsayan sözleşmede “namus” kavramına da atıfta bulunuluyor, “Taraflar kültür, töre, din, gelenek veya sözde ‘namus’ gibi kavramların bu sözleşme kapsamındaki herhangi bir şiddet eylemine gerekçe olarak kullanılmamasını temin edeceklerdir” deniliyor. Ayrıca sözleşme “zorla gerçekleştirilen evliliklerin geçersiz ve hükümsüz kılınabilmesini veya sona erdirilmesini temin edecek yasal veya diğer tedbirleri” alma zorunluluğu getiriyor, başta kadın ve çocuklar olmak üzere şiddet mağdurlarına barınaklar sağlanması da gereklerden biri. Mağdurlara, hukuki yardım ve ücretsiz adli yardım imkanı sağlayan sözleşmede, yalnızca taraf devletlerin vatandaşı olan kadınlar için değil, sığınmacı ve hukuki durumu ne olursa olsun göçmen kadınlar için de koruma sağlanıyor.
En düşük cinayet oranı sözleşmenin imzalandığı yıl
İstanbul Sözleşmesi’nin neden bu kadar önemli olduğunu ve neden uygulanması gerektiğini Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun (KCDP) verileri net bir şekilde ortaya koyuyor. Tabloda, kadın kırımına ulaşan cinayetlerin her yıl nasıl arttığı gözler önüne serilirken, en dikkat çekici detay ise İstanbul Sözleşmesi’ne imza atıldığı 2011 yılında cinayetlerin düşüşe geçmesi. Sözleşmeye imza atılması ve bunun konuşulması dahi erkek şiddetinin azalmasına neden olmuş.
‘Sözleşme kararı katastrofik olay’
Dosyamızda görüşleri ve tepkilerine yer verdiğimiz bir diğer adres ise İstanbul’da yer alan Şimdi Kadın Zamanı Derneği. Derneğin kurucu üyesi Ebru Özdemir, İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesine “felaket etkisi yaratan çok kötü bir olay” anlamına gelen “katastrofik” tanımıyla tepki gösteriyor. “Çünkü” diyor Özdemir, “İstanbul Sözleşmesi yürürlükteki yasaların da üzerinde olan bir yasa ve bundan bir gece yarısı darbe şeklinde çıkılması hem hukuksuzluk hem de fonksiyon gaspı anlamına gelir. Bu karar yarın öbür gün Türkiye’nin demokratik ve laik bir ülke olması yönündeki bütün sözleşmelerden gece yarısı kararlarıyla çıkabileceğini de gösteriyor” diyor.
‘Karşı duruş sergilenmeli’
Sözleşmenin feshedilmesinin topluma yansımasını da değerlendiren Özdemir, yandaş olmayan sivil toplumun birçok yöntem ve uygulama ile etkisiz hale getirilmeye çalışıldığına işaret ediyor. “Elimizde uluslararası güçlü bir mevzuat vardı, bundan artık yoksun kalınacak” diyerek sözlerini sürdüren Ebru Özdemir, bu durumun yargıda da olumsuz sonuçlara yol açacağına dikkat çekiyor. Karara karşı Avrupa ve dünyadan gelen tepkileri, kadınlar ile baroların, partilerin Danıştay’a başvurularını soruyoruz Özdemir’e. Dünya çapında tepkilerin önemli olduğunu söyleyen Özdemir, Danıştay başvurularına dair, “AİHM’in uygulanmayan Osman Kavala ve Demirtaş kararı varken onlardan çok fazla bir şey beklemiyoruz” diye ekliyor.
‘Saldırı tüm topluma’
Kararı sadece cemaatlere, tarikatlara bir ‘hediye’ olarak görmediğini vurgulayan Özdemir, “Geldikleri, savundukları İslam geleneği bu onlar için. Daha dün Cumhurbaşkanı’nın kongrede yaptığı konuşmayı dinledik. ‘Kadının çocuğu varsa çalışması doğru değildir’ dedi. O nedenle İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesine karşı durmak inanılmaz önemli şu anda. Çünkü alakasız gibi görünse bile bence alınan bütün kararlar birbiriyle paralellik taşıyor sonuçları açısından. Parti kapatma, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması belediyenin kapsamındaki arazilerin bazı vakıflara devredilmesi gibi kararlarla bir saldırı ve atak başlatmış durumdalar. O yüzden bütün toplum olarak bunlara karşı politikalar geliştirmek zorundayız” sözlerini sarf ediyor.
‘Ses çıkarmalıyız’
Tüm toplumun hukuksuz kararlara karşı mücadele vermesi gerektiğine dikkat çeken Özdemir’e, kadınların son süreçteki güçlü mücadelesini soruyoruz. Özdemir, şöyle yanıtlıyor: “Kadınlar durmayacak da tabii ki en üst seviyeye taşıyarak devam edeceğiz mücadele etmeye. Ama daha fazla görünür olmamız, çok daha fazla ses çıkarmamız, daha fazla bir araya gelmemiz gerekiyor.” Yanı sıra hiç kimsenin korkmadan yerel yönetimi, sivil toplum örgütü, barosu, odası, sendikası, partisi ile hepsinin bir araya gelip çok güçlü bir şekilde kadınların mücadelesine destek vermesinin de elzem olduğunu hatırlatıyor Özdemir.
‘Muhalefet harekete geçmeli’
Muhalefet partilerine de seslenen Özdemir, sözlerine şu çağrı ile son veriyor: “Muhalefetin bir araya gelmekten başka bir şansı ve lüksü yok. Bunu artık görmemiz gerekiyor. Korkunç bir hukuksuzluk var ortada. En başta Meclis’i yok sayan bir anlayış var. O yüzden bunlara bugün bir ses çıkarmazsak yarın hiçbir şey yapamayız. Üst üste gelen şok darbeleriyle yok etme, yıldırma, sindirme ve bıkkınlık yaratmaya çalıştıklarını görüyoruz. Buna kesinlikle müsaade etmemeliyiz. Kadın hareketi buna müsaade etmeyecek ama muhalefetin de buna göre düşünüp harekete geçmesi gerekiyor.”