Leyla Deniz
Ataerkilliğin kendini yaşattığı her damardan kadınların sesleri isyanı ve öfkeyi yükseltiyor. Kıtaları, sınırları aşan ama birbirinin farkında olan bu seslerin birbirini duyma, sesine ses katma kararlılığı var. İşte bizi umutlu ve güçlü kılan tam da bu
Kapitalist modernitenin bütün çağlarında, her yerde, her toplumda, ideolojilerde değişmeyen tek kimliğinin ataerkillik ve buna bağlı toplumsal cinsiyetçilik olduğu ve bunun yarattığı şiddetin sonuçlarının her yerde aynı olduğu bir daha ortaya çıktı. Bunun karşısında kadınların öfkesi ve isyanı bir çığ gibi ülke sınırlarını aşıp tüm dünyada tek bir ses ile bir karşı koyuşa dönüştüğünü, gelişen protestolarda görüyoruz. Her çağda kendini yenileyip üreten ataerkil kimlik karşısında, yaşamın her alanını bir tahakküme ve tehdide dönüştüren bu küresel erkek hegemonyası karşısında, kadınlar sesini yükselterek küresel bir mücadele zemini yaratıyor. Kadınlar; evde, sokakta, iş yerinde şiddeti bir yöntem ve itaat etme, boyun eğdirmeye dönüştüren erkek tahakkümüne karşı koyarak evrensel isyanın aktif öznesi olmaya başladılar.
Mücadele ortaklaştı
Liberal demokrasinin beşiği olan Avrupa’da gelişen kadın şiddetindeki artış Amerika kıtasında kadın cinayetleri, taciz ve tecavüzlerdeki her yıl artan oranlar, Asya’da günde ortalama bir kadının öldürülmesi, Afrika’da kadın sünnetinden doğan sayısız ölümler erkek şiddetinin dünyanın her tarafında yarattığı sonuçları açığa çıkarıyor. Bu gerçeklik aynı zamanda kadınların daha ortak bir zeminde mücadele etmesini sağlıyor. Ne kadınların öfkesi ne isyanı ne de mücadeleleri yeni. Güçlü bir mirasa sahip olan kadın tarihinde yeni olan, geçmişte sorunlarının kaynağını ele alışındaki parçalılığın aşılmasıdır. Ataerkilliğin küresel ortak bir erkek kimliğinden ve onu üreten, koruyan mekanizmalardan kaynaklandığının ortak kabulünde ortaklaşılmasıdır.
‘Yolunda bir tecavüzcü’
Dünyanın dört bir yanında gelişen kadın eylemlerinin birbirini etkilemesi, aynı öfkeyle aynı sözleri kendi dilleriyle haykırmasının nedeni de budur. Kadınlar ortak bir öfkede birbirini tamamlayan ortak bir özneye dönüşüyor. Şili’de feminist kolektif Las Tesis’in, aktivist pandomim sanatçısı Daniela Carrasco’nun gözaltına alınıp vahşice öldürülmesi üzerine başlattığı danslı protesto, birkaç günde dünyanın birçok ülkesine yayıldı. Kadın cinayetlerinin ve şiddetinin her yıl arttığı Şili’de “yolunda bir tecavüzcü” dans performansı, nerede olursa olsun erkek aklın ve zihniyetinin ve onu koruyan yasaların mevcut olduğu sürece yanı başımızda bir tecavüzcünün olduğunu ifade ediyordu. Yine “Şilili bir kadın” ismiyle başlatılan mektup kampanyasında, “tüm kanun koruyucuları beni öldüremeyeceksiniz” sözleri ile kadına yönelik şiddet ve katliamlar karşısında sessiz kalan, katili koruyan, yargılamaktan çekinen yasaların ve mekanizmaların kadını korumadığını haykırıyordu. Bu haykırış Meksika Ulusal İstatistik ve Coğrafya Enstitüsü verilerine göre, günde 5 kadının öldürüldüğü, öldürülen bedenlerin kaybedildiği Meksika’da, kadın katliamlarını soruşturmadan kapatan adliye salonunun yakılmasına dönüştü. Erkek adalet-sizliğinin sembolü olan yasalar, sadece erkeği korumakla kalmadığı gibi kadının bedeni üzerinde de tahakküm ve hak sahibi olmayı dayatıyor. Avrupa’nın birçok ülkesinde doğum kontrolü ve kürtajı yasaklayan yasaların yenilenmesi, olan yerlerde daha sert cezalarla uygulanmaya çalışılması kadınların sokakları, meydanları “bedenim benim sen karışamazsın” sesiyle doldurması ile ertelenmek zorunda kaldı. Bu da kadın mücadelesinin sonuç alıcılığını gösterdi. Emek sömürüsü, ücret eşitsizliği, ev içi emeğinin görülmemesi karşısında, “kadınlar dursa dünya durur” diyerek grevlerle hayatı durdurma kararlığındalar…
Rojava kadın devrimi
Ortadoğu’da Kürt kadınları öncülüğünde Rojava’da gerçekleşen devrim, özgür toplumun beşiği olan coğrafyada tüm kadınlara umut olmaya devam ediyor. Türkiye’de erkek gericiliğin temsilcisi olan AKP’nin tüm kadın kazanımlarına karşı açtığı savaşın bir nedeni de yanı başındaki kadın devriminin kendisi için oluşturduğu tehditti. Bu korkuyla hortlatılan erkeklik tüm zamanların en vahşi halini aldı. Her ay artan kadın şiddeti ve ölümleri toplumsal cinsiyetçi kılıflarla meşrulaştırılmaya çalışıldı. Fetvalarla kadının bedeninin örtünmesi, eteğinin boyu, kahkahasının tonu belirlenmeye çalışıldı. Depremlere çocuk yaşta evliliğe karşı çıkmanın neden olduğu gerici bir anlayış ile yaşam yeniden dizayn edilmeye çalışılıyor. Erkeklikten kaynağını alan tekçiliğin hortlattığı erkeklik, yaşamın tüm alanlarını bir şiddet sarmalına dönüştürmeye çalışıyor. Bunun sonucunda ise ortalama günde bir kadın katlediliyor. Tüm bunlar kadınları yıldırmadığı gibi erkek tarafından katledilen Emine Bulut’un “Ölmek istemiyorum” sözleri “bir kişi daha eksilmeyeceğiz” ile binlerce kadının sesine dönüştü. Şiddeti ve ölümü bir boyun eğme, söz dinletme, itaat etme yöntemine dönüştürüp iradesizliği dayatan erkek zihniyeti ve şiddeti karşısında milyonlarca kadının, “Susmuyoruz, korkmuyoruz, itaat etmiyoruz” haykırışı, özgürlükte kararlı, mücadelede ısrarlı bir duruşun, kadın mücadelesinin temeli olduğunu bir kez daha gösterdi.
Kadının yüzyılı
Boyun eğdiremediğini öldüren, tutuklayan, açlıkla terbiye etmeye çalışan ataerkil zihniyet karşısında, mücadelenin dönüştürücü etkisini, Kürt kadınları her gün karşı karşıya kaldıkları soykırım politikalarıyla herkesi değişimin etkili öncüsü yapmaya devam ederek, örgütlenerek cevap verdi. Kadınların dünyanın dört bir yanında gelişen mücadeleleri bu yüzyılın kadın yüzyılı olduğunu müjdeliyor. Öfkesini ve isyanını örgütleyen, örgütlülüğünü birleştiren, dayanışmayı büyüten kadınlar yeri yerinden oynatarak özgür bir toplumun öncülüğünü yapacaklar. Çağın ruhu kadın dokunuşlarında özgürlüğü söyleyen melodilerin eşliğinde kendini var ediyor. Kadın mücadelesi karşısında kriz yaşayan, korkup öfkesini şiddetin en vahşisinde somutlaştıran erkek zihniyet, başlayan ama tamamlanmayan kadın isyanına tanık oluyor. Rojava’da başta insanlığa umut olan kadın öncülüğünde, devrimin filizleri tüm çağın ruhuna işliyor.İsyan büyüyor, kadınlar özgürlüğe yürüyor.