Kadın, doğa ve toplum düşmanı bu sistemi kökten reddedenler olarak bizim de tüm amacımız toplumkırımcı bu sistemi ve amaç edindiklerini doğru okuyup insanı özüne yabancılaştıran sistemi yaşam içerisine sızmış tüm uzuvları ile etkisiz kılıp ortadan kaldırmaktır
Sevcan Kadiroğlu
Unutturmak bir bilinçaltı politikasıdır.
Yani belleği yok edip, sistemin amaçlarına göre belleği yeniden şekillendirme çabasıdır. Kendini hakikatin merkezine koyup her şeyi kendisiyle başlatma amacını taşır. “Unutturmak” üzerine temelleri atılmış sistem doğayı da metalaştırıp doğaya karşı her türlü tahribatın önünü açar. Örneğin nesli tükenmekte olan ya da tükenen bir hayvana bakışı ruhsuzdur. Çünkü sadece canlı olan, ruhu olan ve en önemlisi efendi olan kendisidir, haliyle her şey kendisi için vardır. Doğayı cansız, kendi tahakkümüne tabi bir mekanizma olarak görmektedir. Referansını tarihten alır. Tarihsel süreç içerisinde yaşlı kurnaz Şaman erkeğin kadının değerleri ile başlayıp doğayı tahakkümü altına almaya çalışması, erkeğin hem kadına hem de doğaya karşı açtığı fiziksel ideolojik bir savaş olarak karşımıza çıkar. Bu savaşın gerçekliği; özünde toplumun belleği-özü olan doğal toplumu unutturmaktır. Bu durum “şeyletirme”nin (nesneleştirme) kendisidir.
İnsanı; doğaya, topluma, toplumsallığa ve bu dinamikleri bir arada tutan bütün değerlere düşman kılan kapitalist sistem bu “nesneleştirme” halini daha da derinleştirmiştir. Ham maddesi para ve kâr olan bu sistem bununla yetinmeyip tüm aygıtları ile yedi yirmi dört topluma, doğaya, insana ve bütün ahlaki-politik değerlere karşı savaş açıp insanı doğaya, toplumuna ve kendi özüne yabancılaştırmıştır. Bu bir özünden uzaklaşma halidir. Tek bir yöntemi yoktur. Yöntem çoklu ve çeşitlidir. Öncelikli amacı insanı düşünmekten alıkoymaktır. Düşünmeyen insanı yaratmanın formasyonudur bir nevi yabancılaştırma evresi. Düşünmeyen insanı yaratabildiği ve bu tür insan sayısını çoğaltabildiği oranda da kendini muhkem kılar, ömrünü uzatır, sistemin çarklarını sağlamlaştırır. Özüne yabancı insan tipi toplumsallıktan uzaktır. Duyarsızdır, tek’liği kurtuluş yolu olarak görür. Tekleştikçe de üretmekten, adalet duygusundan, toplumun tüm sorunlarından, direnmekten kaçar. Artık sadece “kendi” vardır. Kendi sorunları, kendi ihtiyaçları ve teklik bilincidir öncelikli olan. Kendi refah seviyesi arttığında topluma, kadına, doğaya yönelik hiçbir saldırı, kırım onun ilgi alanı içerisinde değildir. Bu formasyon biçimi sabit ve tutucu değildir, zengin yöntemlere sahiptir.
Günümüz dünyası için de modern insan kalıbını yaratmış ve zehrini toplumu körleştirmek için akıtmaya devam etmektedir. Kadının özne olmaması gereken bir sistemdir bu. Kadına sadece edilgen olma şartıyla yer vardır bu sistemde. İnsanları kapalı alışveriş merkezlerine hapsederek ya da online alışveriş kolaylığını yüzyılın nimetiymiş gibi pazarlayarak; Tüketim hastası, üretimden kopuk, sosyal medya aracılığıyla kendisi için yaratılan algoritmanın içine hapsolmuş, bireysel hassasiyeti son derece yüksek, yarışmacı bir toplum yaratmayı başardı. Haliyle topluma her anlamda topyekûn bir sömürü anlayışı ile saldırır. Yani bu sistem her gün, her saat bütün araç-gereçleri ile toplumun temel değerlerini kullanarak güzel olana, ahlaki/politik olana, özgür olana; özgürleşmeyi, güzelleştirmeyi her gün kendini yeniden yaratmayı amaçlayan savaşı özelleştirerek, değerler yıkımını sürekli/sistemli hale getirir. İnsanla doğa arasındaki kuvvetli bağlara müthiş derecede zarar vermiş, öyle ki doğanın çocuğunu kendi yuvasında barınmaz hale getirmiştir.
Bu durum öyle vahim bir hale evrilmiştir ki bir zamanlar kendi yaşamını idame ettirmek için doğadan bir parça almadan önce ayinler düzenleyip doğa anasından af dileyen insan, yaşadığı negatif evrim sonucunda şimdilerde yanından geçtiği bir ağacın dalını kopardığında ya da yetişmemiş bir meyvesini aldığında o andaki duygu geçişinden, o ağacın canlı ruhundan ve oradaki enerji-sevgi bütünlüğünden bihaber hale gelmiş, duyarsızlaşmıştır. Çünkü artık o insan doğanın masum ve saf çocuğu değil; kendi özünden kopmuş sistemin ruhsuz ve cansız çocuğudur. Bu vahim durum bize şunu gösteriyor; insan yaşamını ve doğayı sistemin kirli bataklığı ve zihniyeti içinde kaybetti ve şimdi bu bataklık içinde debelenip duruyor. Ve bu hal bu sistemi ve sistemin örmeye çalıştığı anlayış kodlarını her geçen gün güçlendirmektedir. Bir yandan doğayı askeri ve siyasi işgallerle hedef alıp yok ediyor, diğer bir taraftan yakılan ve yok edilen doğa üzerinde betonlaşmış, özden kopuk ve köleleşen bir dünya inşa ediyor.
İnsanın davranış kodlarına sirayet etmiş bu sistemin yakıcı sonuçlarından birini de yakın zaman önce geride bıraktığımız seçimlerde yaşadık. Yoksulluk, kadın katliamları, adaletsizliğin vardığı boyut, kurumsallaşan faşizm, yolsuzluklar bir tarafa; Sadece deprem sonrası yaşananlar bile toplumsal bir reddediş için yeterliydi. Lakin “yabancılaşma” hali toplumsal olanın görülmesini engelledi. İnsanlar medya aracılığı ile hapsedildikleri suni gündemin dışına çıkamadılar. Görmeleri, duymaları, ses vermeleri engellendi .
Kadın, doğa ve toplum düşmanı bu sistemi kökten reddedenler olarak bizim de tüm amacımız toplumkırımcı bu sistemi ve amaç edindiklerini doğru okuyup insanı özüne yabancılaştıran sistemi yaşam içerisine sızmış tüm uzuvları ile etkisiz kılıp ortadan kaldırmaktır.
Unutmamamız gerekir ki; sistem her ne kadar bizi doğa anamızdan ve bilgenin sembolü olan kadından koparmaya çalışsa da, toplumda hala bitirilememiş direnç noktaları mevcut. Devasa boyutlara ulaşmış talana, kırıma ve kimyasala karşı direnen doğa, direnen kadın ve direnen bir halk gerçekliği var. Jeanne d’Arc’ın zırhlarını kuşanıp ülkesini savunduğu gibi, Mirabai’nin kadınlara dayatılanları kabul etmeyip, geleneklere başkaldırması gibi, Emine Şenyaşar’ın zifiri karanlığa karşı yürüttüğü adalet mücadelesi gibi, Beritan’ın ihanet zincirini parçalayan çığlığı gibi. Kadınlar direndi, direniyor. Toplum tümden savunmasız değil. Çünkü; Mirasını doğaya ve insana aşkla yaklaşımından alan her daim hakikatin arayışçısı olmayı başarabilmiş bir halk; her eylemi ve söylemi ile güzelleştirmeyi ve yüceltmeyi amaç edinmiş gücünü Bilge’nin kadın özgürlükçü paradigmasından alan bir mücadele geleneği var.