Hicri İzgören
Bugün 25 Kasım “Dünya Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü.”
25 Kasım: Toplumsal cinsiyet eşitsizliğine, ayrımcılığa, ataerkil toplumsal şiddete, aile içi şiddete, savaşa, ırkçılığa karşı kadın dayanışmasını ifade ediyor bugün. Bir hafta öncesinde start verildi. Günlerdir alanlarda haykırıyor kadınlar.
Bugün kadınlar eril zihniyetin her alana yayılmış bir cinsiyetçiliğin baskısı ve şiddetiyle karşı karşıya.
Her insan gibi başta yaşam hakkı olmak üzere yasalar gereği korunması gereken kadın ne yazık ki korunmuyor, her yerde eril egemen yapının her türden şiddetine maruz kalıyor, vahşice katlediliyor. “Kadın cinayetleri” deniyor ama aslında bir vahşetten, neredeyse bir cins kırımı yaşanıyor.
2020 yılında Türkiye genelinde 373 kadın öldürülmüş. 2021 yılının Ekim ayı sonuna kadar 285 kadın gerek eşleri, gerek eski eşleri, sevgilileri, aile üyeleri veya bir cani tarafından öldürüldü.
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Ekim 2021 Raporu’na göre sadece bu ay içinde bile 18 kadın cinayeti işlenmiş, 19 kadın şüpheli bir şekilde ölü bulunmuş. Öldürülen 18 kadından 12’sinin hangi bahaneyle öldürüldüğü tespit edilememiş, 6’sı da boşanmak istemek, barışmayı reddetmek, evlenmeyi reddetmek, ilişkiyi reddetmek gibi kendi hayatına dair karar almak istemesi bahanesi ile öldürülmüş.
Bu tablonun bir sebebinin de adil yargılamanın olmayışı, sanık ve katillere caydırıcı ceza verilmemesi, önleyici tedbir alınmaması olarak gösteriliyor.
***
1960 yılında Dominik Cumhuriyeti’nde diktatörlüğe karşı mücadele eden ve katledilen Patria, Minerva ve Maria Teresa adındaki üç kız kardeşin anısı, özgürlük ve insan hakları için verdikleri mücadele, dünyada ve Türkiye’de insan hakları savunucuları ve kadın hareketleri için bir sembol haline geldi. 1999 yılında Birleşmiş Milletler, 25 Kasım’ın “Kadına Yönelik Şiddetin Ortadan Kaldırılması İçin Uluslararası Mücadele Günü” olarak benimsenmesini karar altına aldı.
Bu bildirgenin 1. maddesi kadınlara yönelik şiddeti, “İster kamusal isterse özel yaşamda meydana gelsin, kadınlara fiziksel, cinsel veya psikolojik acı veya ıstırap veren veya verebilecek olan cinsiyete dayanan bir eylem veya bu tür eylemlerle tehdit etme, zorlama veya keyfi olarak özgürlükten yoksun bırakma” şeklinde tanımlamaktadır. Bu tanımın son yorumlamalarına “kadını ekonomik ihtiyaçlardan yoksun bırakmak” da dahil edilmiştir. Kadına yönelik şiddet deyince çoğumuzun aklına esas olarak, kaba dayak ve cinsel şiddet gelir. Oysa konu sadece fiziksel şiddetle sınırlı değildir.
Dünya Sağlık Örgütü ise şiddeti; yakın bir ilişkide fiziksel, psikolojik ya da cinsel hasara yol açan her tür davranış olarak tanımlamıştır. Bunların içinde tokat atma, vurma, tekmeleme ve dövme gibi fiziksel saldırı fiilleri. Sindirme, sürekli küçük düşürme ve aşağılama gibi psikolojik taciz. Cinsel ilişkiye zorlama ve öteki cinsel zor kullanma biçimleri, bir kimseyi ailesinden ve arkadaşlarından uzaklaştırma, hareketlerini gözleme ve bilgi ya da yardıma ulaşmasını kısıtlama gibi çeşitli kontrol edici davranışlar da sayılmaktadır. Ancak ne yazık ki şiddet deyince sadece fiziksel saldırı fiilleri olarak algılanmaktadır.
***
Aile içi şiddetle etkin mücadele, ancak devlet kurumlarının, hükümetlerin kararlı tutumu ile kadın kuruluşlarının deneyimlerinin bir araya getirilmesiyle mümkün olabilir.
Kadına yönelik ayrımcılığın ve şiddetin ortadan kaldırılması konusunda onaylanan uluslararası sözleşme ve protokollerde yer alan hükümlerin uygulamaya aktarılması için gerekli tüm mekanizmalar bir an önce oluşturulmalıdır. İstanbul Sözleşmesi’nin yeniden yürürlüğe konması ve 6284 sayılı yasayla tam olarak uygulanması acil bir gerekliliktir.
Bütün bu durumlar karşısında kadınlar Türkiye’nin dört bir yanında alanlardan haykırıyorlar:
‘Yaşamak direnmektir…’ ‘Berxwedan jiyane…’