Özgürlük için Sanat İnisiyatifi’nin düzenlediği söyleşide cezaevinde yaşadığı deneyimleri paylaşan kadınlar, kadınların her alanda mücadele ettiğini belirtti
Özgürlük için Sanat İnisiyatifi tarafından “Bir direniş sanatı olarak kadın mücadelesi, hapsedildiğimiz evlerden ceza evlerine kadın direnişi” konusuyla Ankara Aralık Sahne’de söyleşi düzenlendi. Söyleşide İranlı Sosyolog Sara Baherirad, Türk Tabipler Birliği (TTB) eski Başkanı Şebnem Korur Fincancı, insan hakları savunucusu Günseli Kaya, siyasetçi Yüksel Mutlu, sanatçı Fatoş İrwen ve Aslı Alpar birer sunum yaptı.
Söyleşi Dario Fo’nun yazdığı, Sevinç Koçak’ın yönettiği ve Ezgi Koç’un oynadığı “Ben Ulrike, Bağırıyorum” oyunu kısaltılmış versiyonunun sahnelenmesinin ardından başladı.
‘Neden bizi teslim almak istiyorlar?’
İlk sözü alan insan hakları savunucusu Gülseli Kaya, 12 Eylül askeri darbesinde, askeri cezaevlerini kendi deneyimlerinin üzerinden anlattı. Mamak Askeri Cezaevi’nde kaldığını ifade eden Günseli Kaya, kaldığı hücrenin tabutluk diye tanımlanan 2 metre bir hücre olduğunu ifade etti.
Günseli Kaya, “Bizi neden teslim almak istiyorlardı? Neden bizim bedenimizi çürütmek ve bizim siyasal görüşümüz ve inançlarımızdan koparmak istiyorlardı? Biraz askeri darbe öncesine gittiğimizde halklar, insanlar örgütleniyorlardı. İşçi sınıfı sendikaları hızla büyüyorlardı ve üye sayısını arttırıyorlardı. Grevlerle sosyal ve ekonomik kazanımları büyüyordu. Artık devrim doğmaya başlıyordu” ifadelerini kullandı.
‘Mücadeleye kulak vermeliyiz’
Uzun yıllar sürdürdüğü insan hakları mücadelesi içerisinde cezaevlerinin olduğunu dile getiren TTB eski Başkanı Şebnem Korur Fincancı, F tipi hapishanelere geçiş sürecini anımsatarak, “Koğuşta bir dayanışmanın olduğunu direnme olanaklarının fazla olduğunu hepimiz yaşadık, gördük ve o dirençten aslında yeni hapishane modelleri çıkarıldı. Toplumu atomize edip bir birinden ayırarak mücadeleleri ve direnme alanlarını ortadan kaldırıyorlarsa hapishanelerde de benzer bir durumla karşı karşıyayız artık. Fakat direniş alanlarını ve noktalarını güçlendirmek adına hapis hanelerdeki kadınların mücadelelerine kulak vermek gerekiyor” diye konuştu.
‘Hapishanelerin olmadığı ülke’
Yüksel Mutlu, “Ütopyamız hapishanelerin hiç olmadığı bir ülkenin olması” diyen siyasetçi Yüksel Mutlu, kayyım uygulaması ile cezaevlerinin birebir bağlantısı olduğunu söyledi.
Eşbaşkanlık ve kadın mücadelesine dikkati çekerek, bunu sağlayan olgunun kadın özgürlük paradigması olduğunu vurgulayan Yüksel Mutlu, “Kayyum atandığında, kayyum sadece Kürt belediyelerine atanan bir kayyum değildi. Kayyum Türkiye’deki bütün kadın hareketlerine ve kadınlara yine seçme ve seçilme hakkına vurulan bir darbeydi. Şunu diyor: Sen seçebilirsin, ama ben kabul etmiyorum” diye kaydetti.
‘Kadının sesi yasak’
İranlı Sosyolog Sara Baherirad, 1979 yılından sonra bir günde kapanmadıklarını ve 3 buçuk yıl savaş verdiklerini belirterek, şöyle devam etti: “Humeyni’nin kadınlar hakkında ‘Şeytana uymasınlar’ gibi söylemleri ile ilk kapanmayı başlatmıştı. Bir yerden sonra yasal olarak kadınlar bütün haklarını kaybetmeye başladı. ‘Kamusal alanda kadınların kapanması gerekiyor’ denildi. Kamusal alan ikiye bölündü. Erkek okulları ayrı kadın okulları ayrı olmaya başladı. Yavaş yavaş biz kadınlar erkek görmemeye başladık, erkeklerde kadın görmemeye başladı. Annem, ‘Kadın sesi yasak olmasaydı ben şarkıcı olurdum’ diyordu. Ben böyle bir şey hatırlıyorum: Oturmuşuz, Tebriz’de evimizde. Evin bir tane odası var, küçük bir tane kasetçalar var. Annem içeride kendi sesini kaydederdi, fakat kasetçalarda yasaktı. Annem, ‘Aman aman, komşular duymasın’ der, kısık ses ile ancak sesini kaydederdi. Kasetçalarlar ise birer suç aletiydi”.
Kaynak: MA