Bu yazının yazıldığı gün 25 Kasım 2024. Devletin kadınlara yaklaşımını anlamak için İstanbul’da Beyoğlu’na bakmak yeterli. Her yer polis araçlarıyla doldurulmuş, geçişlere izin verilmiyor. Binlerce polis, kadınları engellemek için caddeleri doldurmuş durumdalar.
Peki, bugün kadınlar ne yapacaklar? Bugün 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele Günü ve coğrafyamız ne yazık ki kadına yönelik şiddetin çok yoğun olarak uygulandığı bir coğrafya. Bizler “kadına yönelik şiddet politiktir” derken esas olarak iktidar dilinin şiddeti meşrulaştırması karşısında, şiddetin yaygınlaşması ve olumsuz bir toplumsal algı yaratarak tüm kadınlara karşı vurucu bir hale gelmesini kastediyoruz.
Evet, bugün devletin kadınlara, LGBTİ+’lara yönelik kullandığı ayrıştırıcı, ötekileştirici hatta nefret dilinin kadınlara şiddet olarak yansıdığını unutmamak gerekiyor. Bu devlet kadınları sevmiyor, net.
Bugün İstanbul’da alınan önlemler devletin kadına bakış açısının çok net bir fotoğrafını ortaya koyuyor. İnsan hakları savunucusu kadınlar olarak bugün, Meclis Başkanlığı’na bir mektup göndermek istedik. İstanbul Sözleşmesi’nin önemini bir kez daha anlattık. Hatta İstanbul Sözleşmesi’nin coğrafyamızda verilen bir kadın hak mücadelesinin sonucunda ortaya çıktığını anlattık Meclis Başkanı’na. Dedik ki: Diyarbakır’da kocası tarafından annesi katledilen kendisi de ağır yaralanan Nahide Opuz davasında Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde mahkum edilmesinin ardından Avrupa Konseyi tüm üye devletlere bir çağrı çıkarttı. Bu çağrıda kadınları şiddete karşı koruyacak bir sözleşme hazırlanmasını istedi. İstanbul Sözleşmesi bu şekilde ortaya çıktı. İstanbul Sözleşmesi’nin temelinde kadınların kendi kanlarıyla verdikleri bir mücadelenin emeği var. Büyük bir emek, büyük bir kurtuluş isteği var. İstanbul Sözleşmesi bu şekilde, İstanbul’da imzaya açıldığı için de İstanbul Sözleşmesi adını aldı ve ilk imzacısı da Türkiye Cumhuriyeti devleti oldu.
Ancak Türkiye Cumhuriyeti devletinin her konuda olduğu gibi kadınlara karşı yaklaşımı konusunda da oturmuş gerçek anlamda demokratikleşmeyi hedefleyen bir bakış açısı yok. O dönem iktidar daha Avrupa Birlikçi bir siyaseti kendi gelişimi açısından önemli bulduğu için izliyordu. Ancak bugün hiçbir şekilde demokratikleşmeyi önüne koymayan, insan haklarını ayaklar altına alan bir zihniyet hüküm sürüyor. Bu nedenle de İstanbul Sözleşmesi’nden bir gecede imza çekildi.
Biz kadınların mücadelesi sonucunda ortaya çıkmış bu sözleşmenin, geri gelmesini istiyoruz. Geri getirmelerini talep etmiyoruz, geri getireceğiz diyoruz. Meclis Başkanı’na da bugün görevini hatırlatmak istedik. İstanbul Sözleşmesi’nin tekrar görüşülmek üzere Meclis’e getirilmesini istedik. Ancak bir -iki dakika sürecek olan bu açıklamamıza dahi izin vermeyen bir polis teşkilatıyla karşılaştık. Biz 90’larda bile insan hakları savunucuları olarak sokaklarda basın açıklamalarını çok rahat bir şekilde yapardık. Aynı devlet aklı o zaman öldürme, kaybetme, köy yakma gibi yöntemleri kullanırken bugün de aynı akılla maalesef ki ifade ve örgütlenme özgürlüğünü korkunç bir biçimde engelliyor. İşte, bizim bugün şu iki cümleyi kurmamıza dahi izin verilmedi. Gerçi biz yine açıklamamızı yaptık ama gözaltı tehditleri altında yaptık.
Coğrafyamızda kadınlar yaşamın her alanında şiddete maruz kalıyorlar. Evde, sokakta, okulda, işyerinde, cezaevlerinde, gözaltında her yer şiddet mekanı kadınlar için. İstanbul Sözleşmesi’nin çok önemli maddeleri vardı. Bu maddelerden biri de şuydu: “hiçbir örf, hiçbir adet, hiçbir ahlak anlayışı kadına yönelik şiddetin gerekçesi olamaz.” Aslında İstanbul Sözleşmesi imzacı tüm devletlere toplumsal cinsiyetçi ahlak anlayışını değiştir diyordu. İşte yönetenleri de rahatsız eden buydu. Çünkü kadın mücadelesinin ne kadar biatsız olduğunu onlar da biliyorlar. Kadınlar hiçbir zaman vazgeçmezler. Bu coğrafyamızda böyle olduğu gibi dünyada da böyle. Bir örnek vermek gerekirse kadınlar tüm savaşlarda savaşın en büyük mağdurudurlar. Bu 1. ve 2. Dünya Savaşı’nda da böyleydi. Binlerce kadın yaşamını yitirdi, tecavüze maruz kaldı, sakat bırakıldı. Ancak 1. ve 2. Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan Tokyo ve Nürnberg mahkemelerinde kadına yönelik şiddet suç olarak sayılmadı. Ancak kadınlar vazgeçmediler. Bosna ve Ruanda çatışmalarının ardından yine kadın hareketinin kendi mücadelesi sonucunda artık savaşta kadına yönelik şiddet bir savaş suçu olarak kabul ediliyor. Bunu kadınlar gerçekleştirdiler. Kadınlar kendi hukuklarını, kendi mücadeleleriyle yazmaya devam ediyorlar ve bizim yazılı hukukumuzun en önemli değerlerinden biri de Avrupa Konseyi İstanbul Sözleşmesi.