Selda Kaya*
Şiddet kavramı Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından şu şekilde tanımlanıyor: “Fiziksel güç veya iktidarın kasıtlı bir tehdit veya gerçeklik biçiminde bilinçli olarak bir başkasına uygulanması sonucunda maruz kalan kişide yaralanma, ölüm veya psikolojik ekonomik toplumsal zararlara yol açması ya da açma olasılığı bulunması” durumu olarak tanımlanmaktadır.
Şiddete yönelik çok yönlü tanımlamalar yapılıyor: Örneğin: Bir kişiye, güç veya baskı uygulayarak isteği dışında bir şey yapmak veya yaptırmak. Şiddet uygulama eylemi olarak harekete geçirmek. Duyguların kabaca ve zora dayanarak ifade edilmesi eğilimi. Bir şeyin karşı konulmaz güç olarak kullanılması. Bir eylemin kontrolsüzce uygulanması gibi tanımlar da yapılmaktadır.
Şiddet kavramı bilinçli bir eylem biçimi olarak değerlendirilir. Bu tanımlama son derece önemlidir. Yani bilinçli bir davranış biçimi olması dikkat edildiğinde şiddet tanımlamaları nasıl yapılırsa yapılsın ortak notları; zora dayanan baskı eylemidir. Farkın anlaşılması için hayvanlar arasındaki ilişkiyi örnek olarak verelim: Örneğin hayvanların yaşamak için birbirlerine saldırmaları, avlamaları, güçlü olan hayvanın güçsüz olanı kontrol etmesi, ya da grup lideri olmak birbirlerine yönelik saldırıları şiddet olarak görülmüyor.
Bu doğadaki yaşamın zorunlu bir ilişkisi olarak değerlendiriliyor. Bilinçli bir eylem yok. İç güdüsel olarak doğada ayakta kalmak için zorunlu bir mücadeledir. Tekrarlarsak şiddet bir saldırı eylemi olarak bilinçli bir tarzda karşıya zarar verme eylemidir.
Fiziki şiddet
Şiddet kavramının elbet ki farklı boyutları vardır. Şiddet kavramının gündelik ve toplumsal yaşamdaki yansımaları birbirinden farklı olmakla birlikte aynı zamanda birbirlerine bağlıdırlar
Örneğin: Fiziki şiddet: En çok görünen ve açıktan hissedilir şiddet biçimidir. Zora, baskıya, tehdide dayanan ve ölüme kadar giden şiddet biçimi olarak tanımlanıyor. Örneğin tecavüz/taciz şiddet biçimlerinin dışa vurumdur.
Psikolojik şiddet
Psikolojik şiddet: Gündelik yaşamda en çok uygulanan ama tespiti son derece zor olan ruhsal şiddeti içeren bir baskı aracıdır. Psikolojik baskı öyle bir noktaya gelirse kişinin intiharına yol açar.
Ekonomik şiddet
Ekonomik şiddet: Bu özellikle ekonomik olarak gelişmemiş veya gelişmekte olan ülkelerde daha fazla göze çarpmaktadır. Kadının ekonomik yaşamın içinde yer almadığı, daha çok erkeğe bağlı olması nedeniyle aile veya eş tarafından ekonomik baskının uygulanarak kadının kontrol altına almasıdır. Bu nedenle kadından ‘ekonomik özgürlüğümü elde edeyim’ cümlesini çok duyarız. Çünkü ekonomik bağımlılık farklı şiddet biçimlerine zemin hazırlamaktadır.
Kültürel şiddet
Kültürel şiddet: Geleneksel yaşam tarzının bireyi kontrol altına tutmasıdır. Örneğin rahat giyinmeme, toplum ne der algısı. Ya da özellikle kadının evde eşine özel olarak hizmet etmenin gelenek-görenek olarak görülmesi, eşi olmadan dışarı çıkmama gibi çok sayıda etken saymak mümkün.
Kadına yönelik yükselen şiddet
Toplumsal şiddet: Toplumsal algıda kabul gören ilişkilerle bireyin sürekli kontrol altında tutulması, yönlendirilmesi ve bir kısım şeyleri yapmaya zorlanmasıdır. Öyle ki fiziki şiddetin en önemli dayanaklarından biri de toplumsal şiddetin doğal karşılanmasıdır. Örneğin kadının geç saatte tek başına bir yere gitmemesi veya eve geç gelmesi. Geleneksel değerlere mutlak bağımlılık. Kadın’ın sokak ortasında veya bir apartman içerisinde eşi tarafından dövülürken kimsenin eşi diye karışmaması veya tepki göstermemesi. Hani ‘eşidir döver de sever de’ gibi geleneksel ilişkiler içerisinde şiddetin meşru görülmesi.
Kişinin özellikle kadının kalabalık bir toplumda ‘kendine çeki düzen vermesinin istenmesi. Aksi takdirde ayıplanması ve kötü bir izlenim verir kaygısının oluşması kaygısı oluşuyor. Öyle ki hepimiz birçok ortamda olduğumuz gibi olamıyoruz. Halkın deyimiyle kendimize çeki düzen veriyoruz. Toplumsal şiddettin etkisi tahmin edemediğimiz kadar derin ve günceldir.
Politik şiddet
Politik şiddet: Bu daha çok devlet ve şiddet grupları tarafından uygulanan ve en çok yaygın olan şiddet biçimidir. Baskının devlet aygıtlarıyla toplumun farkı sosyal ve politik kesimlerine yapılmasıdır. Devletin baskı aracı olmasının en somut hali politik şiddettir.
Gücü elinde tutan devletin iktidarı korumak için uyguladığı çok yönlü şiddet politik şiddet olarak tanımlanabilir. Devletin politik şiddetinden sisteme muhalif olan bütün kesimler etkilenir ama bunların içerisinde en çok kadınların etkilendiği verilerle doğrulanmış bulunuyor. Örneğin Kürtlerin politik ve toplumsal taleplerinin karşılanmaksızın şiddet kullanarak bastırılması, Alevilerin toplumsal taleplerini yok sayarak Sünniliğin dayatılması, işçilerin haklarını almak için grev yapmasının engellenmesi, cezaevlerinde kadın ve erkek tutsakların “intiharı” tam da politik şiddetin en üst biçimidir. Aysel Tuğluk’un Alzaimir olmasına rağmen politik gerekçelerle serbest bırakılmaması şiddetin politik alandaki yansımasını ortaya koyar. Yani devlet şiddeti uygularken politik tercihleri önplana çıkartarak yapıyor.
Şiddetin tarihi
Cinsiyet bakımından kadına yönelik şiddet dünün ve bugünün bir sorunu olmayıp tarihsel geçmişi binlerce yıllara dayanıyor: Devlet-toplum-birey ilişkisinin merkezinde kadına yönelik şiddet vardır. Bu nedenle bütün şiddet tanımlamalarının merkezinde aslında kadının olması bir tesadüf değil.
Bu durum tarihten gelen egemen sistemin bakış açısını ortaya koyuyor. Geçmişten günümüze gelen süreçte sanki kadın şiddetin öznesiymiş gibi görünüyor. Hemen her gün izlediğimiz tv’lerin haberlerine baktığımızda günde en az 3-4 kadına yönelik şiddet haberi görürüz. Sokak ortasında dövülen, bıçaklanan, silahlı saldırıya uğrayan, işkence edilerek öldürülen. Evde aynı uygulamalara maruz kalan kadınların sayısı tahmin ettiğimizden çok daha fazladır. Örneğin kadın aile bireyleri ya da akraba erkek tarafından tecavüze uğrar ama kadın namusunu temizlemek için intihara zorlanır. Tecavüz eden erkek hiçbir şey olmamış gibi yaşamına devam eder. Devle-toplum-aile/birey üçlü kurumunun uyguladığı şiddetin merkezinde kadının olduğu hepimizin bildiği gerçeği ifade ediyor.
Gündelik hayatımızda kendimiz dahil olmak üzere şiddetin farklı boyutlarını görürüz. En yakınımızdaki kişinin hatta toplumsal mücadelede söz sahibi birçok erkeğin eşine, sevgilisine, kız kardeşine veya arkadaşına şiddetin birçok boyutunu uyguladığını görüyoruz, duyuyoruz.
Kadınların içerisinde de ötekiler diyebileceğim bir kesim var ki bunlara yönelik şiddetin boyutu akıl almaz boyutlardadır. Örneğin yaşamını sağlamak için vücudunu satan kadınlara yönelik şiddet toplum tarafından gayet doğal ve makul karşılanır. Her gün sokaklarda fiziki şiddete maruz kalır. Kimseden ses çıkmaz.
Örneğin farklı cinsel tercihleri, yönelimleri veya kendisini farklı tanımlayanlara karşı yapılan her türlü şiddeti içeren saldırılar, ya da göçmen kadınlara uygulanan çok yönlü şiddet yöntemleri. İlginç olan devlette bu kesimlere yönelik uygulanan çok yönlü şiddet için yasaları uygulamaz, çoğu kez de haklı görülür yasal işlem yapılmaz. Aynı şekilde toplumun genel bakış açısı da böyledir.
Bu üç kesimdeki kadınlara yönelik saldırılar hakmış gibi bir eğilim egemendir.
Bunun neden söyledim; kadına şiddet olgusu o kadar derin ki en uygar, kültürlü, bilinçli insandan dahi görüyoruz. Aynı şekilde çocuklara karşı şiddet için de böyledir: Bizim gibi geleneksel yaşam tarzının hakim olduğu ülkelerde çocuğa karşı çök yönlü şiddeti görürüz. Bu ailede başlar, sokakta, okulda, toplumda ve devlette devam eder.
Özellikle kız çocuklara yönelik uygulanan şiddet çok daha fazla ve yoğun olduğunu hepimiz yaşadığımız çevrede görüyoruz. Mesela erkek çocuk; bir kız çocuğun veya bir genç kadının yanında cinsiyetçi küfürleri çok rahatlıkla yapar ve doğal karşılanıyor ama bir kız çocuğu küçük bir argo konuşması ayıp karşılanır ve hemen uyarılır. Genç erkek sevgilisi olduğunu gururla belirtir. Ama genç kadın söylese başta ailede büyük bir tepki çeker ve fiziki şiddet dahi birçok baskı uygulanmaya başlanır.
Bunların her birinin birbirinden farklı etkileri var. Her birinin ortaya çıkışı, hayata geçiriliş biçimi belirli farklılıklar gösterse de hepsinin ortak özelliği şiddetin baskı aracı olarak kullanılması ve merkezinde kadının olmasıdır.
736 milyon kadına şiddet
Dünya Sağlık Örgütü’nün 194 ülkede yapılan 300’den fazla araştırmayı değerlendirerek dünyadaki her üç kadından biri hayatında en az bir kez şiddete maruz kaldı. Ülkelerde kadına yönelik şiddet verileri dikkate alınarak hazırlanan bir raporda bugünkü dünyada 736 milyon kadın şiddet mağduru.
Örneğin 2018 yılı verilerine göre dünya genelinde yaklaşık 42 milyon seks işçisi olduğu tahmin ediliyor. Bunların %87’si yılda en az 14 kez fiziki olarak ağır şiddete maruz kalmış. Yılda 20.000’den fazla seks işçisi fiziki şiddetin farklı biçimleri uygulanarak öldürülüyor.
Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’nün (OECD) 2019 yılı verilerine göre, kadına şiddetin yaygın olduğu ülkeler arasında Türkiye de var. Cinsiyet ayrımcılığının en fazla olduğu ve şiddetin uygulandığı ülkeler arasında yer alan Türkiye, 129 ülkenin yer aldığı listede 26. sırada yer alıyor. Türkiye’de kamuoyuna yansıyan şiddet oranı %38 olarak verilmiş.
ABD’de bu oran %35, Danimarka’da %32, İngiltere’de % 29, Fransa’da % 25, Almanya’da % 22, Yunanistan’da %19 olarak verilmiş. En yüksek oran ise Kuzey Afrika ve Ortadoğu ülkeleridir. Pakistan’da %85, Gine %80, Senegal %78 ilk üç sırayı alıyor. İran %66 ile 6. sırada yer alıyor. Kadına yönelik şiddetin dünyanın hemen her yerinde uygulandığını görebiliyoruz.
Resmi verilere göre Türkiye’de 2010-2019 yılları arasında 2996 kadın öldürülmüş. Örneğin 2017 yılında 409 kadın, 2018 yılında 440 kadın ve 2019 yılında 474 kadın öldürülmüş,
Bu rakamlar aynı zamanda şiddete maruz kalan kadınların sayısının ne olabileceğini gösteriyor.
Bir başka veri sunayım.
2008-2018 yılları arasında gerçeklesen kadın cinayetlerinden 1260 cinayet vakasını inceleyen bir araştırma; kadın cinayetlerinde failler listesinin en başında öldürülen kadının;
-Kocası tarafından öldürülen kadın sayısı: 623
-Sevgilisi tarafından öldürülen kadın sayısı: 160
-Eski eşi tarafından öldürülen kadın sayısı: 94
-Tecavüz edilerek öldürülen kadın sayısı: 88
-Tanıdığı biri tarafından öldürülen kadın sayısı: 49
-Kardeşi tarafından öldürülen kadın sayısı: 48
-Oğlu tarafından öldürülen kadın sayısı: 48
-Babası tarafından öldürülen kadın sayısı: 38
-Tanımadığı bir yabancı tarafından öldürülen kadın sayısı: 18 olarak verilmiş.
Mücadelenin boyutları
Bunlar sadece basına yansıyan kadın cinayetleridir. Basına yansımayan öldürülen kadınların sayısı bunların belki bir kaçıdır.
Bu düzeyde kadının öldürüldüğü bir ülkede kadına yönelik şiddetin boyutlarını insan düşünmek istemiyor. Zaten OECD verilerine göre Türkiye kadına yönelik şiddette 26. sırada bulunuyor. Verilere göre Türkiye’de her iki kadından birinin en az bir kez şiddet gördüğü anlaşılıyor.
Mücadelenin birkaç boyutu var. Birincisi kadına yönelik şiddete karşı uluslararası sözleşmelerin ve hükümlerin uygulanmasıdır.
İşte İstanbul Sözleşme’nin ne kadar önemli olduğunu hem dünyadaki hem de Türkiye’deki veriler ortaya koyuyor.
İstanbul Sözleşmesi yaşatır’ dediğimizde yukarıdaki verileri dikkate alarak söylüyoruz. İkincisi, Türkiye’de kadına yönelik şiddete karşı daha güçlü yasaların çıkartılmasıdır.
Özellikle hukuki bakımdan kadını çok yönlü bir şekilde koruyan yasaların çıkartılması gerekir. Üçüncüsü ise toplumsal ve zihinsel değişimdir.
Bazen yasalar tek başına bir şey ifade etmez. Önemli olan yasaları uygulayacak toplumsal koşulların olmasıdır. Sözde ne olduğundan çok zihinsel değişimin önemli olduğuna dikkat çekmek istiyorum.
Devlet-toplum-birey ilişkisindeki değişim son derece önemlidir.
Bütün bunlar için öncelikli olarak kadınların toplumsal varlığını çok daha güçlü kılacak örgütlü çalışmaya ağırlık vermesidir.
Başarı önce kadının kendisini örgütlemesi, sonra bu toplumsal değişimden yana olanlarla birlikte mücadele etmesidir.
Yani başarının sırrı biz kadınların zorlu bir mücadeleyi yürütmedeki kararlılığımızdır.
*HDK Adana İl Meclisi Sözcüsü