Halide Türkoğlu
Kadınların mücadeleler içinde örgütlenme halleri geçmiş yüzyıla göre çokça değişim geçirdi. Özgün -özerk örgütlenme her alanda bir özsavunmanın ilkesidir. Türkiye’de bu tartışma her ne kadar hukuksal ya da fiziksel özsavunma alanlarına hapsolmuş olsa da ekonomik boyutundan demokratik siyaset boyutuna, diplomasi boyutundan anadiller-kültür boyutuna ve daha da çoğaltabileceğimiz yoksun bırakıldığımız tüm alanlar için dile getirebiliriz
İktidarların saldırılarının vahşet boyutu arttıkça, direnişin ve mücadelenin etki gücü ve haklılığı bir o kadar özgürlük potansiyeline sahiptir. 21’inci yüzyıl kadın özgürlüğü eksenli mücadelelerin yüzyılı olmakla birlikte karşı sistemi de birlikte yaşamaktadır.
Türkiye’de yaşanan kadın-kırımının boyutları salt fiziksel olmadığı gibi kadın örgütlenmesine, iradesine, kazanımlarına, düşünce ve eylemlerine bir zincir vurma kırımı halindedir. İpek Er şahsında ve davasında yaşananlar da gösteriyor ki iktidar, kadınlar ve Kürtler ile savaşındaki suçunu ortaya sermektedir. Kadın cinayetleri davalarında yükselen “erkek adalet değil, gerçek adalet” çığlığı, kadınların mücadelesinin tek bir erkeğe karşı değil, nasıl bir erkekliğin yüceltildiği kurumsal erkek sistemine karşı bir savaşın özetidir. TJA Dönem Sözcüsü Ayşe Gökkan’ın mahkemesinde savunmaya saldırı, yargının militarist şiddete dönüşümün bir simgesi ve süreci olarak okunabilir.
Cinsiyetçi yargıçlar, savcılar, bakanlar, imamlar, patronlar, siyasetçiler, polisler, bekçiler, mafyalar-çeteler, üniformalılar, babalar, erkek kardeşler, eşler ve arkadaşlar korkunç bir erkek işbirliğinin sistemini sürdürmenin derdindeler. Kadınların sınıfı da kimliği de, dini-inancı da kendisini kurtarmadığı gibi her öteki hal, şiddetin biçimlerini meşrulaştırmaktadır. Erkeklik sözleşmesi: Bütün erkekler rolleri gereği bu sözleşmede “masumdur” diye dile gelmektedir.
Türkiye’de kadın örgütlenmeleri gerek eylem, kampanya ve programlarıyla cinsiyetçilikle mücadele ederken, devlet ve toplumun demokratikleşmesi, kadın-erkek eşitliğinin sağlanması için yıllardır yoğun emek ve çabayla mücadelesini yürütmektedir. Bu mücadelede keza geriledik keza ilerledik ama yine de özgürlük potansiyelimiz kararlılığımızdan gelmektedir. Kendi kaderimizi tayin etme hakkımızın toplumsallaşması için uğraşma, salt sistemi dönüştürme eksenli olmamaktadır. Kürt kadın hareketinde olduğu gibi devletsiz kadın örgütlenmeleri de yaşama doğrudan etkide bulundu ve bulunmaya devam ediyor. Biz kadınların düşüncesinin eyleme, eylemimizin inşaya dönüştüğü kadın sistemi bu ülkede bin bir emek ve bedelle yaratıldı.
HDP’li belediyelerde kadının ve farklılıkların eşit siyaset hakkını gerçekleştirdiği eşbaşkanlık ve eşit temsiliyet sistemine kayyum atayan cinsiyetçi, ırkçı, erkek iktidar özellikle kadınlarla savaşını bu alandan başlatarak sistematik bir hale getirdi. Eşbaşkanlık sistemi, özgün-özerk örgütlenmeyle birlikte biz kadınların yönetim, örgütlenme, öz-savunma, mekanizmalarımızı inşa ettiğimiz bir sistemin adıdır. Demokratik toplum, ekolojik toplum referanslarıyla, komünal ekonominin kadın eksenli örüldüğü yeni yaşamın yönetim ve inşasıdır. İstanbul Sözleşmesi’ni tek adamın feshetmesiyle, tüm bu saldırıların makul, itaat eden, bağımlı ve özsavunmasız kadın yaratımı amacıyla geliştiğini, bütünsel resmi tamamlamaya çalışmasında birlikte mücadele ederek gördük.
Demokratik siyasetine müdahaleden, ekonomideki kadın yoksulluğu-işsizliğine, beden politikalarından kadına yönelik şiddete kadar kadınlar hiç olmadığı kadar kendi kaderini tayin etme hakkından alıkonulmamıştır. Kadın sadece bir birey olarak değil, bir örgüt ve bir dünya olarak tasfiye edilmeye ve yok edilmeye çalışılmaktadır. Dolayısıyla; özsavunma gündemiyle kadın örgütlenmelerimizi konuşmanın aciliyeti her geçen gün artmaktadır. Ancak uzun zamandır kadınların özsavunma deneyimleri çokça tartışılan, ilgiyle takip edilen bir mesele olmaktan öteye bir örgütlenmeye dönüşememiştir.
Oysa ki, Hindistan’dan Latin Amerika’ya, Avrupa’dan Ortadoğu’ya kadın tarihinin içinde yerel deneyimler şeklinde ortaya çıkan özsavunma, bugün yaşadığımız dünyanın kadın kazanımlarının ve kadın mücadelesinin yerelden küresele bir özsavunma halini konuşabilmenin vaktinin geldiğini söylüyor.
Kadınların mücadeleler içinde örgütlenme halleri geçmiş yüzyıla göre çokça değişim geçirdi. Özgün -özerk örgütlenme her alanda bir özsavunmanın ilkesidir. Türkiye’de bu tartışma her ne kadar hukuksal ya da fiziksel özsavunma alanlarına hapsolmuş olsa da ekonomik boyutundan demokratik siyaset boyutuna, diplomasi boyutundan anadiller-kültür boyutuna ve daha da çoğaltabileceğimiz yoksun bırakıldığımız tüm alanlar için dile getirebiliriz. Belki de önümüzdeki günler ve zamanlarda biz kadınlar “özsavunma konferansı” gerçekleştirme imkânlarını yaratabiliriz. İnkâr edilen yaşamlarımızın parçalarını bütünleştirme yollarını bulabilir miyiz? Kadın ittifaklarımız bir özsavunma olamaz mı?
Tarih, bize saldıranların tarihi olabilir; ama biz de son 300 yılda çokça mücadele ile kendi tarihimizi aydınlattık. Egemenlerin çizdiği karanlık resmin içinden tek tek, yerel yerel, kadın isyanlarının ve özsavunmalarının anlam dünyasında yeniden doğduk. Biz kadınlar, oy hakkı için idama giden kadınlardan, emek mücadelesinde yakılan grevci kadınlardan, teslimiyete karşı özgürlüğü için uçurumdan atlayan kadınlardan yeniden doğduk. Direniş tarihimizi hatırlamak da bir özsavunmadır.
Şu an Rojava kadın devrimi, Afganistan’daki kadınların direnişi, Arjantinli kadınların isyanı, Latin Amerikalı yerli kadınların mücadeleleri gibi İstanbul Sözleşmesi ile “Biz bitti demeden bitmez” ve “Eşbaşkanlık mor çizgimizdir” diyen Türkiye’deki kadın hareketleri olarak kadın mücadelesinin özsavunmasını yaşatmalıyız. Bizi savunmasız bırakanlara karşı daha örgütlü mücadele, ittifak ve dayanışmalarla özsavunma mekânlarımızı, anlarımızı ve deneyimlerimizi sımsıkı örmeliyiz.
*Kadın Meclisi Üyesi