PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki tecritin kaldırılması için tarihi bir zeminde başlatılan açlık grevi eylemsellikleri aylardan sonra ölüm orucu eylemine dönüştürüldü. Ölüm orucundaki İki grubun devam ettirdiği eylemler kritik aşamadayken, açlık grevinde olan eylemcilerin ve onlara destek verenlerin yapmış olduğu eylemsellikler dünya ülkelerinin parlamento gündemlerine dahi yansıdı. Ve sonunda en doğal hak olan ifade özgürlüğü hakkı kapsamında PKK Lideri Öcalan, avukatları ile görüştü. Fakat, bu sürece damgasını vuran olaylar -yani hukuksuzluklar- esasta bu eylemselliğin neden başlatıldığını da aleni bir şekilde gözler önüne sermiş oldu. Bu süreç Türkiye’nin son yıllarda dibe vuran hukuk, daha doğrusu hukuksuzluk karnesine yeni birçok veri de eklemiş oldu.
Leyla Güvenin yani bir annenin, en güçlü hisleriyle gelişen tecrit koşullarının getireceği tehlikeleri sezmesi ve direnişi başlatması hakikatin perdelerini aralayan tarihi bir adımdır. Tecritin başladığı ve en ağırlaştığı süreç, aslında en güçlü çağında gibi görünen küresel finans kapitalizminin en zayıf ve çaresiz duruma düştüğü ve bu nedenle de sınırsız sömürü, toplum dışılık, barbarlık, hatta yaşam dışılığı yaşadığı ve bunun sonucunda da toplumu çürütmeye çözmeye çalıştığı, bu sınırları da aşarak doğanın yıkımını da yol açtığı sürece denk gelmektedir.
Leyla Güven ve onunla beraber bu direnişi büyüten tüm direnişçiler, kapitalizmin küresel finans politikalarının Türkiye’de de pratikleştiğini gören ve esasta yürütülen bu politikaların Öcalan’a uygulanan tecritle aynı anlama geldiğinin farkındalığını yaşayan hakikat arayışçılarıdır. Ve direnen bu hakikat arayışçıları direniş sürecinde kendi eksenine yeni direnişçiler de ekleyerek direnişlerini daha da büyütmüşlerdir. Bu direnişe ilk ses veren ise Beyaz Tülbentleri ile analar olmuştur, bugün ise direnişlerine birçok kadını da katarak bir beyaz tülbentliler hareketine dönüşmüşlerdir.
Yani haklı olan ve doğruyu gözler önüne seren bu eylemler her geçen gün büyümekte ve yarattığı sarsıntı dünyaya yayılmaktayken Abdullah Öcalan avukatları ile görüşmüş, yine çözümde ısrar etmiş ve açlık grevlerinin sonlandırılması çağrısı yaparak eylemleri durdurmuştur. Bu çağrı sonrası yaşanan olumlu gelişmeler ve gelişen olumlu atmosfer de gösteriyor ki, Türkiye’ye sıkışmışlığın hatta tıkanmışlığın etkisi ile sağa sola saldıran sözde öncüler yerine, Türkiye halklarına umut olacak ve savaş yerine çözümü, barbarlık yerine insanlığı, soykırım yerine yaşamı vaat eden öncüler gereklidir.
Bu anlamda Türkiye’de yaşanan bu kara günlere ve gelecekte yaşanacak basiretsizlikler göz yummayan ve direnen bu direnişçiler yani öncüler yaşamı tıkatmaya, halkı nefessiz bırakmaya çalışanlara en büyük cevabı vermiş ve bir yaşam koridoru oluşturmayı başarmışlardır. Fakat asıl mücadelenin bundan sonra başlayacağı gerçeğini görmezden gelip, sadece bu gelişmeyi zafer olarak nitelendirip zafer sarhoşluğu yaşayanlar ise esas basiretsizliği yapanlar olacaktır. Çünkü en ağır saldırılar da bu saldırılara karşı yürütülecek en zor mücadele de bundan sonra başlayacaktır. Ki zaten ilk emareleri açlık grevi direnişçilerinin tedavi edilmesi sırasında darp edilmeleri ve hakurk işgaliyle açığa çıkmıştır.
Hala savaşta ve kan dökmekte ısrarlı olan Türk devletinin bu saldırıları ve işgali, Abdullah Öcalan ve avukatlarının yaşanan tarihi direnişin sonucunda ortaya çıkan dış baskıların etkisi ile görüştürüldüğünü ispatlamanın yanı sıra, faşist saldırıların durmayacağının ve Türkiye’de kaos ortamını devam ettirileceğinin göstergesi olmaktadır. Yani zafer kazananlar kendi bedenlerini tecritin kırılması amacıyla ölüme yatıran direnişçilerdir. Türkiye toplumunun asıl amacı huzur ortamının gelişmesi ve savaşın durması ise, bunun olması için çok daha fazla mücadeleye ihtiyaç vardır. En başta da demokratik zeminlerde yürütülecek uzun soluklu mücadele gereklidir. Toplumda açlık grevleri ve ölüm oruçları için duyarlılık yaratıp direnişçilerin sesine ses verip direniş çeperlerine katılan kadınlarda bu eylemlerle amaçlarına ulaşma yolunda büyük bir adım atmışlardır. Fakat kadın bilincini, sezgilerini tüm Türkiyeli kadınlarla ortaklaştırmak ve bu duyarlılığı büyütmede kadınlara çok daha fazla iş düşmektedir. Bu başarı direnişin ilk soluklandığı dönemeçtir, bu uğurda koşulacak mesafe ise hayli uzundur.