Yaşadığımız yüzyıl veya ülke ne olursa olsun hikayelerimiz benzerlikler taşıyor. Erkek şiddeti hiç durmadan devam ederken, erkek devletin bu şiddet sarmalını koruyan, büyüten tüm politikaları benzer
Mizgin Aksu*
Bu haftaki yazı sırasının bana geldiğini duyduğum andan itibaren, milyarlarca kadın hikayesi içinde ben ne yazabilirim ki dedim. Sonra yaşadıklarım, yaşadıklarımız gözümün önünden, hani derlerler ya “filim şeridi” gibi geçmeye başladı. Hepimizin benzer hikayeleri var hatta bazı hikayelerimizin ana karakterleri bile olabilecek yakınlıktayız. Ve bu “bir” olma hissi bana ne yazarsam “biz” olma halini “bize” ait olanı anlatacağımı yaşattı.
Ve biz kadınlar bir sabah uyandığımızda, 21. yüzyıl Türkiye’si, 18. yüzyıl Avrupa’sı veya 15. yüzyıl Amerika’sında ya da tarihin modern anlamda tarihlenmemiş zamanların herhangi birinde kendimizi bulmuş olsaydık, hayat bize başka bir şey sunar mıydı diye düşündüm. Uzunca bir kafa yormadan sonra ne yalan söyleyeyim basit kültürel farklılarımız, alışkanlıklarımız dışında derin bir fark bulamadım.
Yaşadığımız yüzyıl veya ülke ne olursa olsun hikayelerimiz benzerlikler taşıyor. Erkek şiddeti hiç durmadan devam ederken, erkek devletin bu şiddet sarmalını koruyan, büyüten tüm politikaları benzer. Toplumun kadın bedenini arzu nesnesi dışında özne olarak yok sayması benzer.
Bedenimizle arzu nesnesi dışında kurmaya çalıştığımız her politik eylem ve söylem, erkekler tarafından aşağılanma ve çirkinleştirilmeye çalıştırılması benzer.
Kadınların kendini var etmek için mücadele ettiği her alanın “Erkeksiz” olduğu için anlamsız, apolitik görülen, kurduğumuz her cümlenin teorinin, tespitin, çözümlemenin erkekler tarafından geçerliliğinin ispatlanması gerektiği fikri ile söz kurma cüretinde bulunan erkeklerin hadsizlikleri benzer. (Hadsizlik demek sanırım az kalabilir. Erkek egemen kibrin hadsiz karşılığı yerinde olabilir.)
Ve devamında…
Bir şekilde hayatta kalabilmeyi başarabilmiş bir kadının yaşayabileceği “en hafif” şiddet biçimlerinden bazıları. Şanslıysak tecavüze uğramamış, alınıp satılmamış, öldürülesiye şiddete maruz kalmamış, yakılmamış, recm edilmemiş…
“Ve o Kadın” bir sabah başka bir zamanda her akşam kabus dolu uykusundan uyanıp kabus dolu günlere devam ederse, sadece bunları görmeyecekti. Kadınların özgürlük, eşitlik ve barış içinde bir yaşamı kurabilmek için verdikleri mücadeleyi görecekti.
Faillerle dolu sokaklarda var olabilmek için yürüdüklerini görecekti.
Evlerinde babaları, kocaları, ağabeyleri, amcaları… erkekler tarafından şiddete uğrarken özgürleşmek için tüm geçmişlerini silerek nasıl kaçıklarını görecekti.
İşyerlerinde tacize uğrarken, emekleri sömürülürken başkaldırıp örgütlenen hem emeğinin mücadelesini verip hem de erkek zihniyetine karşı nasıl örgütlendiklerini görecekti.
Bedenlerini arzu nesnesi olmaktan çıkarıp bir direniş alanı olduğunu gösterecek ve tüm kadınların aynı anda “Kadınların bedenleri mücadelemizin çırılçıplak halidir”* diyerek sahiplendiğini görecekti.
“Ve Kadın” bir sabah bunaltıcı düşlerinden uyandığında, kendini ne bir başka zamanda uyanmış olarak, ne de kendini başka bir yerde yaşayan olarak bulacaktır. Bu bir mucize olur. Ve mucizelerin sadece kadınların ellerinden çıktığını biliyoruz. Kadınların yaşamı dönüştürürken yürüttükleri mücadelenin her anı bir mucizedir.
Kadınların erkek egemen toplumun kendisini korumak için yaratığı her bir duvarı yıkmak için verdikleri mücadele bir mucizedir.
Yaşamın her alanını gasp etmiş erkek egemen zihniyete attığı her tokat bir mucizedir.
“Ve Kadın” elleriyle yeni bir zaman, yeni bir ülke ve yeni bir dünyada uyanmak için her sabah uyanarak mucizeler yaratmaya devam ediyor.
Sonsuz sevgiler kadınlar size…
*Ekin Van mücadelemizin çırılçıplak halidir. Orijinal halidir.
*HDK Kadın Meclisi Üyesi