Arife Çınar*
Kadınların hem bulunduğumuz coğrafyada hem de dünyada eşitlik ve özgürlük mücadelesi uzun bir geçmişe sahiptir. Dönemsel olarak bulunduğu sınıfa, ulusa sahip farklılıklar çerçevesinde parçalı duruş sergilemiş olsalar da kadınlar bugün eril devlet aklına karşı dayanışma ruhunu yaşatmaktadır. Ataerkil yapı “inkar yaratıcı projeleri” ile kadını özünden kopararak, çizdikleri sınırlarda söz konusu kadın olduğunda egemenliklerini sınırsız sürdürmek için tüm toplumlarda teoriler, kavramlar, yazınsal metin ve uygulamalarla kadınları düşürmeye yönelik yaşam kodları oluşturmuşlardır.
Kadınlar antik çağdan günümüze kadar sistem içinde sosyal, siyasal, kültürel alanlarda kadın kimliği ile yer aldıklarında eril zihniyet engelleri ile karşılaşmışlardır. Her şeye rağmen kadınlar bir başlarına kalsalar da düşündüklerini hayata geçirmeye çalışmışlardır. Antik çağda matematikçi, felsefeci olan Theneyo atfedilen “düzeni, ışığı ve erkeği yaratan bir iyi ilke; bir de kaosu, karanlığı ve kadını yaratan kötü ilke var” benzeri söylemler birçok toplumda kullanılıp kadınların yaratımları engellenmiştir. Öyle başarılı olmuşlardır ki kadınlar dahi birbirlerine karşı kullanır olmuştur.
Ortaçağ Hıristiyan Avrupası’nda kadının insan olmadığı tartışılmış, pagan kültürünün etkisiyle şifacılık, doğa ile iç içe olan kadın yetenekleri, gücü, bilgeliği kilise tarafından kadın şeytanla eşdeğer tutulmuş ve cadı avı başlatılmıştır. Kadınlar farklı yöntemlerle ölüme mahkum bırakılmıştır.
Modern dönemin ulus devlet fikrini temellendiren Fransız devriminde kadınlar hem halkın özgürlüğü hem de sınıfı için mücadele etmiştir. Olympe Gouges insan ve vatandaş hakları evrensel bildirgesinin aldatmacadan ibaret oduğunu işaret ederek, “insan” kelimesinin sadece erkekleri kastettiğini ortaya koymuştur. Yasadan sonra kadın ve kadın vatandaşlık hakları bildirgesini yazdı. Ancak 1789 evrenselliği cinsiyetler arası farklılığı inkar ederek sahte bir evrenselliğe dayandırılmıştır. Olympe’nin idam edilmesini şöyle açıklamışlardı: “Devlet adamı olmak istedi ve yasa onu cinsine yakışır erdemlerinden dolayı cezalandırdı.” Kadınlar her dönem tarih yapımına etkin özne olarak katılmalarına rağmen tarihlerini bilmekten alıkonulmuşlardır.
Tarih boyunca kadınların mensup oldukları sınıf, din, ırk gibi nedenlerle toplum dışına itildiği görülmüş ama bir erkeğin cinsiyeti nedeniyle dışlandığı görülmemiştir. Devlet-erkek doğasına dayandırılan toplum yapısı kadınları cinsiyet kimliği ile hareket etmelerini sağlamış, kadın erkek ilişkilerini değiştirmeyi amaçlayan siyasal hareket olarak feminist dalgalar gelişmiştir.
1800’lü yıllarda oy, mülkiyet ve eğitim hakkı gibi kamusal alanda kabul edilerek vatandaşlık sıfatı kabul edilmiştir. Bu kolektif hareket Amerika, batı ülkeleri, Osmanlı gibi ülkelerde kampanyalarla yaygınlaştı. Cinsiyete dayalı işbölümünü sona erdirmek, kadınlara eşitliğin yolunu açmaktır.
2. dalga feminizm 1960’larda öğrenci hareketi ile başlamış, kürtaj ve bedenleri üzerinde söz sahibi olma hakkını savunmuşlardır. Bu dönemde Beauvoir’ın, “kadın doğulmaz kadın olunur” görüşü ve çalışmaları kadınlara cesaret vermiştir. Feminist kadınlar, cinsiyet ayrımını politik bir konu olarak ele alıp “katılım”, “rıza” ve hak gibi siyasal söylemleri dillendiler.
3. dalga feminizm 80-90’lı yıllarda gelişti. Feminstler etnosentrizme, ırkçılığa, renkliliğe yeni anlamlar yüklemişlerdir. Siyah femist hareketin batıda doğması ile beyaz batılı feministler arasında farklılılar üzerinde duyarlılık gelişti. Bu düşünce ulus devletin sorgulanmasını sağlayarak birçok ülkeye yayılmıştır.
Türkiye ve Ortadoğu coğrafyasında da bu dalgalar yaygınlaşmış, eril devlet zihniyet sınırları kadın hareketleri ile sorgulanmaya başlamıştır. Türkiye’de 12 Eylül darbesi ile toplumsal ve siyasal örgütlenme kesintiye uğratılmış ve yasaklanmıştır. Cezaevlerinde baskı ve işkence had safhada yaşanmıştır. Birçok Kürt kadın kimliğinden kaynaklı cezaevinde işkence yaşamış, her koşulda baskılar karşısında mücadele ederek toplumu cesaretlendirmişlerdir.
1982’de Yazko dergisi feminizmi tartışmaya açmış, kadınlara güç vermiştir. Yine 1986’da Türkiye’nin onayladığı kadınlara karşı ayrımcılığı reddeden uluslararası sözleşmenin uygulanması için dilekçe kampanyası başlatılmıştır. 1990’lı yıllarda Kadın Eserleri Kütüphanesi Vakfı, Mor Çatı Vakfı, Kader kurularak feminist dalgalar gelişmeye başlamıştır. Yine 1990’lı yıllarda Kürt kadınlar örgütlenerek Türkiye ve Ortadoğu’da kadın mücadelesi olarak yeni sayfa açmıştır. Bir yandan tekçi cumhuriyet Kürt halkına inkar politikası ve ataerkil aile yapısı dayatmış, Kürt kadınları buna karşı önce Kürt hareketine yönelmiş, sonra da kadınlar hareket içinde kadın mücadelesini ayrıca örgütlemişlerdir. Dicle Kadın Kültür Derneği’nde faaliyet yürüterek Özgür Kadın dergisi çıkarmışlardır. Kadın özgürlük sorunu, Kürt sorununun çözümünden sonraya bırakılacak bir sorun olmadığı tartışmaları yürütülmüştür. Feminsit kadınlarla dayanışma içine girmişlerdir.
Kürt kadınları siyasi parti ve yerel düzeyde kadın temsiliyetini tartışmış, 2000’li yıllarda %40 kota kazanımı ile kadınların eşit temsiliyet hakkını elde etmeleriyle sonuçlanmıştır. Hem belediye seçimleri hem de parlamentoda kadınlar temsiliyet elde etmişlerdir. Eril-devlet yapısı temsiliyette kadın aklı, varlığının olmasını, siyaset ve yerel yönetimlerdeki kazanımları bugün gasp etmeye çalışmaktadır. Eşit temsiliyeti savunan birçok kadın bugün cezaevlerinde tutulmaktadır.
Dün Ortadoğu’da IŞİD zihniyetine karşı Rojova’da savaşan kadınların yeni yaşamı inşa mücadeleleleri devam ederken, dünya kadın mücadelesine güç vermiştir. İstanbul Sözleşmesi’ni fesheden erkek devlet yapı kadınlara yönelik şiddet ve ölümün yolunu açmıştır. Kadına bu kadar öfke ve baskı hali kadınların dayanışmasını büyütecektir.
Eril-Devlet sınırlarını parçalamanın kolay olmadığı, döşenen her taşın ağırlığını hissederek yaşayarak kadınlar hep vardı. Eşitlik ve özgürlük mücadelesi duvarları aşarak yeni toplum kadın hakkaniyeti ve hakikat arayışı ile inşa edilecektir.
*HDK Kadın Meclisi üyesi