Akademisyen-sosyolog Nazan Üstündağ ile Berlin’de kadın konferansını ve ‘jin, jiyan, azadî’nin etkisini konuştuk: İran’da yaşananlar, kadınlar için Kürdistan Kadın Hareketi’nin Ortadoğu’daki dönüştürücü etkisini gösterdi
Nezahat Doğan – Pazartesi Söyleşileri
21. yüzyılın kadın yüzyılı olduğu gerçekliği, her alanda kadınların varlık mücadelesini ortaya koyan dayanışmalarla da kendini gösteriyor.
Kadınlar, erkek egemen sistemde, erkek şiddetine, sömürüye ve kadın kırımına karşı dünyanın her yerinde kendi geleceğini inşa ediyor ve erkek egemen sisteme karşı ortaklaşma ağını örgütleyerek güçlendiriyor.
Geçtiğimiz günlerde, bu ortaklaşmanın güçlü bir örneği olarak Kadın Geleceğini Örüyor Ağı’nın organize ettiği 2. Uluslararası Kadın Konferansı, Berlin’de düzenlendi. Me Too, las Tesis, Bir Kadın Daha Eksilmeyeceğiz, sloganlarıyla dünyada ses çıkaran kadınların konferanstaki şimdiki söylemi de “JIN JIYAN AZADΔ oldu. Her kıtadan yüzlerce delegenin katıldığı konferansın ortak şiarı ise “bizim devrimimiz yaşamı özgürleştirmek” idi.
Kadın hareketinin sadece kadınlarla dayanışma hareketi olmadığının ve sistemsel, politik, jeopolitik meselelerle doğrudan ilişkili bir hareket olduğunun vurgulandığı konferansta “Kadın hareketi bir dünya tasarısıdır” vurgusu yapıldı. Konferansa katılan akademisyen-sosyolog Nazan Üstündağ ile kadın sorunlarını, konferansın içeriğini ve örgütlenmeyi konuştuk.
- İlki 2018’de Frankfurt’ta yapılan konferansın ikincisi geçtiğimiz günlerde “devrimimiz hayatı özgürleştirmek” şiarıyla Berlin’de gerçekleştirildi. 2018’den bugüne ne değişti ve toplantının hedefi neydi?
İlk konferansın yapıldığı 2018 yılı kadın hareketlerinin dünyaya damga vurmaya başladığı bir dönemi işaret ediyordu. Biz 2010’dan itibaren sokak isyanlarında, Ortadoğu’da, Latin Amerika’da, Uzakdoğu’da, Hong Kong’da, Sudan’da ve neredeyse aklınıza gelen bütün ülkelerde kadın öncülerini görüyorduk. Diğer taraftan Latin Amerika’da “Me Too” ve “Bir Kişi Daha Eksilmeyeceğiz” hareketi çok önemli olmuşlardı. Arkasında çok uzun yılların emeği olan o konferans bu şekilde filizlenmeye başladı. Dünyaya damgasını vuran bütün kadın hareketlerinin bir araya geldiği ilk konferanslardan biriydi. Ama pandemiyle birlikte kadın hareketlerinde bir geri gidiş oldu. Çünkü ev içi emeğine dayalı bir düzene geçildi. Dolayısıyla kadınlar sokaktan çekildi. Mesele hayatta kalma meselesine dönüştü. Ev içi şiddet de çok arttı. Ama tam gerileyecekmişiz gibi dururken 2019’da pat “Las Tesis.”
Bütün dünyaya sıçrayan, herkesin üstlendiği ve feminist hareketin ta oy kullanma hakkı için gerçekleştirdiği “Süfrajet” hareketinden bugüne kadar ilk defa devleti tam olarak karşısına aldığı; devlete ve polise “sen tecavüzcüsün” dediği bir şarkının dünyanın her yerinde paylaşıldığını gördük.
Ve 2022’ye geldik. “JIN JIYAN AZADΔ zamanı… Buradaki artık devleti suçlama ya da isyan değil, bunun ötesinde bir hayal: Kadın, özgürlük, yaşam. Kadının yaşamla kopartılmış olan bağlarının özgürlük çerçevesinde tekrar kurulması.
İşte buna çağrı yapan İran kadın devriminden bahsedebiliriz ki tam böyle bir ana denk geldi. Bir örgütü olmasa da ister istemez küreselleşen bir kadın hareketinin nasıl örgütsel bağlar, nasıl bir komünikasyon, nasıl bir ağ olabileceğine dair düşündüğümüz bir konferanstı. Ancak tam başarıldı mı acaba? Çünkü kadınların söyleyecek çok sözü vardı…
- Neden tam başarılmadığını düşünüyorsunuz?
Konferansa çok emek verilmişti ama planlama açısından sonuç almaya dönük adımlar doğru konulmamıştı. Fakat en sonunda gene de bir ağ ilanı oldu ki bu çok büyük bir kazanım. Ama bundan sonraki adımlarımız ne olabilir, bundan sonra ortak ne yapabiliriz konularını konuşamadık. Bence bu eksiklikti. Birçok insan da bunu eksiklik olarak konuşmalarda belirtti. Buna rağmen, herkesin böyle bir yol haritasının çıkacağına, birlikte bir şeyler yapılacağına ve bundan sonra da bu ağın canlı kalacağına dair bir inancı oluştu.
- Bu neden somutlanmadı? Neler yapmak gerekirdi sizce?
Bu, konferansın yapısıyla ilgili… Çok sayıda oturum ve konuşmalar vardı ve dolayısıyla bir beklenti olmasına rağmen “bu konferanstan ortak bir yol haritası çıkaralım,” diye örgütlenmemişti.
- Neler yapılabilirdi, sizce?
Atölyeler olabilirdi. Ama diğer tarafta Bir Kadın Daha Eksilmeyeceğiz hareketiyle Kürt Kadın Hareketi’nin sıkı ilişkileri var. Onlar zaten nasıl bir yol haritası olacağını, bundan sonraki süreçte daha somutlaştırırlar. Ben kendi adıma “25 Kasım’da bu bileşenler sadece İran için sokağa çıkacaklar,” “8 Mart’ta grev örgütleyecekler,” gibi daha somut başlıkların karara bağlanmasını isterdim.
Hem “Me Too” hem “Las Tesis”, hem İran’da katledilen Jîna’dan sonra dünyada slogan haline gelen “Jin Jiyan Azadî” kendi şiarını yaratıyor ve dünyada da güçlü bir etki sağlıyor. Hareketler konferansta nasıl tartışıldı ve yer buldu?
Konferans bileşenleri arasında Kürdistan Kadın Hareketi çok iyi biliniyordu. En iyi bilinen hareket buydu.
- Bu bilinirlik nasıl oluşmuş?
Çünkü birebir temas halindeler. Kürdistan Kadın Hareketi bütün bu ülkelere gitmiş, örgütlenme çalışmaları yapmış, bütün bu kadınlarla ilişkiler kurmuş, hepsine değmiş, hepsini değiştirmiş, dönüştürmüş ve hepsine derdini atlatmış. Afganistanlı kadınlardan, Latin Amerikalı, İtalyan, İspanyol kadınlara kadar herkes Kürdistan Kadın Hareketi’nin toplumu değiştirici gücü, vizyonu, çizgisi konusunda hem bilgililerdi hem de bu çizgiyi benimseyerek konuşuyorlardı.
İran’da yaşanan olay bu kadınlar için Kürdistan Kadın Hareketi’nin Ortadoğu’daki dönüştürücü etkisini gösterdi. Sadece bu da değil; hareketin dünyada kadının geçirdiği büyük değişime etkisi de çok güçlü.
Diğer taraftan konferansta sadece İran’ın konuşulduğu bölüm yoktu. Bu da eleştiriye neden oldu. Rojhilatlı kadınlar kendilerini temsil ettiler ama İran’dan kadın yoktu. Bütün kadınlar yaşananlara dönük olarak “Ne yapacağız?” diyerek, acil bir İran toplantısı yapılabilirdi.
- Katılımcı kadınların dikkat çeken anlatımları nelerdi?
Özellikle yerli kadınların konuşmaları ve anlattıkları konferansa damga vurdu. Yerli kadınlar, hepimizin hissettiği toprak ve beden sömürüsünün aynı anda nasıl gerçekleştiğini, bunun kapitalizmin ve sömürgeciliğin bir sonucu olduğunu, en basit, yalın ve temel kelimelerle anlattılar ki; tam bir bilgelikten, kadın atalarından süzülmüş sözler halindeydi ve çok etkileyiciydi.
Toprak, hava, su ve doğanın içinde, kadının bedeninin nasıl onlarla birlikte ve aynı anda yok edildiği ve bu yok edilişin tam da bir kültürel soykırım olduğunu çok güzel dilde atlattılar.
O yüzden yerlilerin topraklarında yaşama tutunmasının ne kadar önemli olduğunu belirtmek isterim. Kürdistan Kadın Hareketi’nin çizgisi açısından da bu önemliydi. İki şeyi aynı anda söylememiz gerekiyor: “Kadın olarak sonsuz hareket hakkımız olmalı. Sınırsız bir dünya ama böyle bir dünyada gene biz toprağımızla yaşamak istiyoruz.” Bunun bir arada telaffuz edilmesi çok önemliydi. Kadın hareketinin jeopolitik meselelerde fikir ve politika sahibi olması gerektiği üzerine açıklamaların önemi büyüktü.
Kadınların her yerde kriminalize edildiği ve bunun da ataerkinin ötesinde jeopolitik dengeler sonucu olduğunun vurgulanması da dikkate değerdi. Konferansta bunlara karşı kadınlar olarak söyleyecek sözümüz olması gerektiği ortak aklı hâkim oldu. Yemenli ve Sudanlı kadınlar çok renk kattı. Kadınların tek başına bile sokağa çıkamadıkları bir ortamda ve şimdiki ateşkes sürecinde bir söz almak için mücadele eden kadınların varlığı çok önemliydi.
- Geçmişe baktığımızda “21. yüzyıl kadın yüzyılı” deriz. Bugünkü değişime baktığınızda ne görüyorsunuz? Bu konferansın sonrasında kadın mücadelesi ağında nasıl bir süreç geliyor?
İki şey söyleyebilirim. Kadın Hareketi Süfrajetlerden beri ilk defa söylemsel düzeyde devleti karşısına alan bir dil kurmaya başladı. Bu çok önemli bir değişim. Bir diğeri de kadın hareketine damgasını vuran kadınların beyaz olmadıkları, farklı kültürden geldikleri ve siyah ve ayrımcılığa uğrayan kadınlar oldukları için kadınlıkla toplumsallığı hiç ayırmıyor olmaları. Artık kadın hareketinin sadece kadın konusunda değil ve her konuda söz söylemesi gerektiğini; kadın kırımı ile toplum kırımının ekoloji ile el ele yürüyen bir şey olduğunu gören bir söylem var ve bunlar çok önemli değişimler.
- Konferansta kadınların toplumsal ve politik alanda da söz kurması konusunda uluslararası alanda nasıl bir yapı gözlemlediniz?
Afrika çok eksikti, hiç temsiliyet yoktu. Oysa Afrika’da çok büyük bir kadın mücadelesi var. Uzak Asya yoktu. Daha fazla kadın grubunu katmak gerekiyor. Kadınların ortak hareket etmesiyle ilgili örgütsel ilişki biçimini kurmak gerekiyor. Önümüzdeki en büyük meselelerden biri bu… Bu da soyut değil somut olmalı.
- Türkiye’deki kadın örgütlenmesini ve birlikteliğinde neler görüyorsunuz?
Türkiye’de kadın hareketinin görece güçlü olduğunu kabul ediyorum. Ama çok eksikleri olduğunu da düşünüyorum.
- Eksiklikler?
İstanbul Sözleşmesi tabi ki önemli kazanımdı. Ama İstanbul Sözleşmesi ve hukuk meselesi kadın hareketinin gündemini çok fazlasıyla işgal ediyor. Dolayısıyla kadın hareketleri devlete bağımlı, sürekli devletle konuşan ve devletten talep eden bir durumda kalıyor.
- Devletin gündemine mi adapte oluyor diyorsunuz?
O gündem tarafından biçimleniyor. Çok fazla hukuk dili var. Hukuku ve devletin kadınları koruma gücünü fetişleştiren bir yerden konuşuluyor. Bunu eleştiriyorum. Diğeri de “her mesele kadın meselesidir”de geri kalındığını düşünüyorum. Bazı şeyler kadın meselesi, bazıları kadın meselesi değildir üzerinden gidiliyor.
- Daha somutlaştırabilir misiniz?
Gündemdeki önemli konulardan biri, “Kimyasal silah kullanıldı mı? Kullanılmadı mı?” Bu bana göre aynı zamanda bir kadın meselesidir. Jeopolitik meseleler kadın meselesidir. Bu konularda kadın hareketinin her zaman bir sözü olması gerekir. Kadın hareketi sadece kadınlarla dayanışma hareketi değildir. Kadın hareketi bir dünya tasarısıdır.
- Kadın hareketi kendini sıkıştırıyor ve genelde olması gerekenleri söyleyemiyor mu diyorsunuz?
Bence evet! Politik bir özne olmak konusunda bence ciddi sıkıntıları var. Yoksa sitelerde yazılanlar harika. İleri düzeyde yazılar yazılıp analizler yapılıyor. Bunlar bireysel analiz kapasitesini ve bireysel analiz gücünü gösterirken, kolektif, örgütlü ve her konuda söz söyleyen bir kadın hareketi yok.
- Jin, Jiyan, Azadî ve İran’daki kadınların eylemi rejimin şiddetine karşı alandan çıkmadılar. Sokakta bütün şartları zorladılar. Türkiye’ye baktığında kadın kırımına, kadın sömürüsüne, kadına şiddete karşı nasıl bir yol ve eylem gerekliğini düşünüyorsunuz?
Buradan kadın hareketine akıl veremem, sadece eleştirilerim olabilir. Kendi şartlarını en üst düzeyde zorladıklarına eminim. Ama kadın hareketinde örgütlü bazı konularda tartışma yürütülmediğini düşünüyorum. “Türkiye kadın hareketinin bir ütopyası var mı?” diye soruyorum. Eğer bir ütopya yoksa, bizim kaldığımız nokta şu mu: İstanbul Sözleşmesi, kadınları hiç kimse öldürmesin! Bu mudur bizim ütopyamız? Kadın hareketinde kadınların bireysel radikalliği ile kadın hareketinin ürettiği söz arasında bir uçurum olduğunu düşünüyorum.
- 25 Kasım geliyor. Şimdi Jin, Jiyan, Azadî dünyayı sardı. Önümüzdeki süreçte söylem neyin üzerine oturmalı, ya da oturacak?
Şu anda İran’daki durumun çok vahim olduğunu düşünüyorum. Birçok insan tutuklandı. Bir kısmının idam edilmesinin söz konusu olduğu, kadınlara şiddetin korkunç boyutlara ulaştığı fakat buna rağmen İran’da da “Jin, Jiyan, Azadî” sloganının atıldığı bir dönemden geçiyoruz. Bana göre 25 Kasım’ın tek gündemi bu olmalı. İran’da kadın özgürleşmesine dünya kadın hareketleri destek verirse ve bir değişim olursa, bu muhteşem bir başarı olacak. Dünya kadın hareketlerine de başka bir güç verecektir. Ben kadın hareketleri içinde bunun mücadelesini vereceğim.
Artık devrim çağındayız… “Kadına şiddete dur” çağında değiliz. “Kadına şiddete izin vermiyoruz” çağındayız. İzin vermediğimizi göstereceğimiz eylemler yapılması gerektiğini düşünüyorum. Bunların başında da İran olayı geliyor.
- Özgür yaşamı inşa etmek ve demokratik modernite üzerine bir yaşam oluşturmak. Kadın özgürlüğü toplumu özgürleştirmenin temelini oluşturuyor. Sistemlerin en büyük hedefi de zincirleri kıran, bunun mücadelesini yürüten kadınlar oluyor. Gelecekte kadınların vaat ettiği umut ne?
Özgür bir dünya… Konferansta yapılan bazı konuşmalarda o dünyayı konfirme ettiler. Danslı, ritimli, toprağa, suya, havaya bağlı, toplumsal öncülük üstlenen, toplumsal bağları güçlü kadın figürleri nasıl bir toplumda yaşayabileceğimizi gösteriyor.
Dünya sağa doğru kayarken, erkek egemen devlet sistemi yapılarına karşı kadınların örgütlenmesi, çoğalarak ortaklaşma dilinin geliştirilmesi ve bu tür konferansların daha da genişletilmesi bize gelecek için umut vaat ediyor diyebilir miyiz
Kesinlikle! Kadın öncülüğü toplumlarda kendiliğinden çıkıyor. Sudan’da arabanın üstünde olan kadın, Afganistan’da Taliban’a karşı sokağa çıkan kadınlar ve İran’da olanlar… Aslında müthiş bir kadın enerjisinin dünyayı -somut bir ütopyası olsun olmasın- özgürlük için değiştirmeye ve dönüştürmeye çalıştığını ve kadınların figürleştiğini gösteriyor. Bu figürleşmeyi azaltmadan, bunları disipline etmeden örgütlenmek bence devrimin kilidini oluşturuyor.
- 21. yüzyıl kadın devriminin güçlü bir göstergesi de Rojava devrimi oldu diyebilir miyiz?
Çok önemliydi Rojava. 2010’lardaki Arap baharı denilen dönemin sonunda Rojava devrimi ve Kürdistan kadınlarının ortaya bambaşka bedenlerle; silah kuşanmış, meydan okuyan bedenlerle çıkışı çok önemlidir. Rakka alındığı zaman kadın komutanın Arap kadınlarına seslenişi bir kadın devriminin nasıl olduğunu, nasıl olabileceğini, kadın devriminin gündelik hayatı nasıl bambaşka bir yere evrilteceğini ve kadının eş başkan olmasının dünyada neleri dönüştürebileceğini gösterdi Rojava devriminde. Bir toplumda kadını eş başkan olarak görmek bile müthiş bir değişim yaratıyor.
- Bu devrim için ağır bedeller de ödeniyor. Nagihan Akarsel katledildi, Jîna katledildi. Kadınlar cesaretleriyle her yerde direniyor ama daha da güçleniyor mu?
Birini birinden ayırmadan… Bedeller çok ağır, çok büyük, çok arkadaşımızı kaybettik. En son Nagihan’ı kaybettik. Bizim kuşak devrimi görse coşar mı bilmiyorum. O kadar çok acımız var ki, her birimiz kaybetmiş olduğumuz yirmi kadını taşıyoruz bedenimizde. Öte taraftan da bu bizi durdurmuyor. Düzene karşı mücadelemizi güçlendiriyor.
- Sistem çoğunlukla kadınları hedef alıyor ve kriminalize mi ediliyor?
Her yerde kriminalize ediyorlar. Bütün hapishaneler kadın mahkûm ile kaynıyor. Bir tek Türkiye’de değil, dünyanın her yerinde böyle. Kürdistanlılar dört parçada da cezaevindeler. Aynı zamanda yerli kadınlar cezaevinde; yakılıyorlar, öldürülüyorlar. Özellikle toplumla ciddi ve sıkı ilişkileri olan kadınların hedefe oturtulduğunu görüyoruz.
- Nazan Üstündağ’ın derdi ne?
Bütün iliklerime kadar değişmek dönüşmek ve özgürleşmek istiyorum. Ve çevremdeki herkesin de öyle olmasını istiyorum. Her tanıştığım kadın, birlikte yol aldığım her kadın bana başka türlü özgürleşme biçimleri öğretiyor. O özgürleşme biçimlerinin toplamında çok güzel bir dünya olabileceğini görüyorum. Bu dünyayı etimle kemiğimle arzuluyorum ve bunun gerçekleşmesi için de her şeyi yapacağım. Devrimleşen kadınlar görüyoruz ve daha çok göreceğiz…