İktidara geldiğinden bu yana kadınları kimliksizleştirmek için her yolu deneyen AKP, kadınların kararlı mücadelesini geçemedi, geçemiyor. AKP’nin 18 yıllık ayrımcı, baskıcı, ırkçı ve cinsiyetçi politikalarını ele aldık
Nevin Cerav
AKP, 2001 yılında yaşanan büyük ekonomik krizin ardından kuruldu ve kuruluşundan on beş ay sonra yani 2002 yılında yapılan genel seçimlerde yüzde 34.29 oy oranıyla seçildi. 18 yıldır iktidarda olan AKP’nin kadın politikalarını mercek altına aldık.
İktidara geldiğinde topluma huzur, refah ve çatışmasız bir yaşam vaat eden AKP, kadınların hakları konusunda da daha ılımlı bir politika izliyordu. AKP’nin kendisini “muhafazakâr demokrat” olarak tanımladığı ilk parti programı kadın haklarından yana önemli vaatler içeriyordu. İlk iktidar dönemi olan 2002-2007 yılları arasında, hem yeni kurulan bir parti olarak toplumsal mutabakat arayışında olması hem de Avrupa Birliği’ne (AB) girme hedefi nedeniyle önemli yasal düzenlemeler yaptı. Örneğin, 2005 yılında yürürlüğe giren Türk Ceza Kanunu’nda (TCK) yapılan düzenlemelerle daha önce aile ve toplum düzenine karşı suç kabul edilen cinsel suçlar ‘bireye yönelik suçlar’ başlığı altına alınırken, aile içi tecavüz de suç kapsamına girdi. Ayrıca, çocukların cinsel istismarında “rızası vardır” tanımı kaldırılarak nitelikli insan öldürme kapsamına alındı. Yanı sıra nüfusu elli bini aşan belediyelere kadın sığınma evi açma zorunluluğu getirildi, 2003 yılında çıkarılan 4857 sayılı iş kanunu ile aynı işe eşit ücret ilkesi kapsamında cinsiyete dair ayrımcılık yasaklandı.
İkircikli politikalar
Kuşkusuz AKP iktidarının ilk 5 yıllık döneminde yaptığı olumlu yasal düzenlemelerde, 80’lerden itibaren süren ve özellikle 90’larda kadın sorunlarını kamusal alana taşıyarak daha görünür kılan kadın hareketinin mücadelesinin etkisi oldukça yüksekti. Yanı sıra bu yasal düzenlemeler, AKP’nin kadın hakları konusunda olumlu bir tavır sergilediği izlenimi doğursa da kadın örgütlerinin toplumsal cinsiyet temelli eşitsizliklere kapsamlı bir müdahale beklentisini karşılamadı. Örneğin, TCK Kadın Platformu’nun “Cinsel yönelime dayalı ayrımcılığın suç kapsamına alınması”, “töre saiki” ifadesinin “namus saiki” ile değiştirilerek her tür namus cinayetinde ceza indirimi verilmesinin önlenmesi, yasal kürtaj süresinin 12 haftaya çıkarılmasına dair taleplerinin yeni TCK’de yer almaması AKP’nin toplumsal cinsiyet politikalarının ikircikliğine örnek teşkil etti.
Aile odaklı kadın söylemi
AKP, 2007-2011 yıllarındaki ikinci iktidar döneminde, muhafazakârlığın temeli olan “aile” odaklı kadın algısını söylem ve uygulamalarında öne çıkarmaya başladı. Özellikle AB ile müzakere görüşmelerinin hız kaybetmeye başladığı 2007 yılından sonra, “eşitlikçi” söylemden, “kadının ailenin bekası için önemi” söylemine geçiş yaptı. Bu süreçte her ne kadar kadın hakları konusunda İstanbul Sözleşmesi gibi bazı uluslararası yükümlülükler üstlense de, 2011’de Kadından Sorumlu Devlet Bakanlığı’nı Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı olarak değiştiren AKP, muhafazakâr bakışını bir devlet politikasına dönüştürdü.
Kadın bedenine müdahale
2011-2015 yıllarını kapsayan üçüncü iktidar döneminde ise AKP, muhafazakar yaklaşımını derinleştirerek politikalarının temeli haline getirdi. “Aile bütünlüğüne” ve “güçlü aile”ye yapılan vurguların ön plana çıkmasıyla birlikte toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda elde edilen kazanımlardan geri adım atılmaya başlandı ve kadın bedenine yönelik doğrudan müdahaleler içeren söylem ve politikalar yaygınlaştı. Örneğin 1 Mayıs 2013’te kürtajı bir sağlık hizmeti olmaktan çıkaran AKP iktidarı, gelen tepkiler üzerine kürtajı tekrar Sağlık Uygulama Tebliği’ne ekledi. Ancak AKP Lideri Tayyip Erdoğan’ın, “3 çocuk çağrı”sının ardından kürtajı bir cinayet olarak gören ve yine aynı dönemde sezaryen karşıtı açıklamalar etrafında şekillenen politikalarla kadınların kürtaj ve sezaryen gibi sağlık hizmetlerine ulaşımı zorlaştırıldı. Hatta kürtaj fiilen yasaklandı. Yanı sıra boşanmaları zorlaştıran uygulamalarla devam etti.
Yıkmadığı alan kalmadı
İlk 15 yıllık kesintisiz iktidarı boyunca AKP, kadın bedenini kontrol etmeye yönelik politika ve uygulamaları dozunu arttırarak hayata geçirdi. Özellikle 2015’ten sonra da bu ayrımcı ve cinsiyetçi politikalar, kadınlar ve çocuklar için Türkiye’yi adeta bir cehenneme çevirdi.
Kadının adı silindi
AKP, kadın örgütlerinin mücadelesi ve talebiyle kurulan kadın bakanlığını 2011 yılında kaldırarak yerine Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı’nı getirdi. O dönem başbakan olan Erdoğan, “Biz muhafazakar demokrat bir partiyiz. Bizim için aile önemli” diyerek, kadın örgütlerinin tepkilerini görmezden geldi.
Bu da yetmedi ve AKP 2018 yılında bakanlıktaki ‘kadın’ ibaresine dahi tahammül edemeyerek, Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı’nı Aile, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na çevirdi.
Ayrıca, Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü (KSGM) ile TBMM Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu (KEFEK) gibi oluşumlar ya lağvedildi ya da işlevsizleştirildi. Dolayısıyla AKP, ayrımcı ve cinsiyetçi hamlelerle kadının adını devlet kurumlarından silmiş oldu.
Cinsel taciz arttı
Kadın ve çocuklara yönelik taciz vakaları AKP’nin politikaları nedeniyle her yıl artmaya başladı. 2004’te 4 bin 117 olan dava sayısı 2009’da 3’e, 2019’da ise 8’e katlanarak 32 bin 860’a yükseldi. Son 15 yılda toplam 197 bin 960 cinsel taciz dosyası yargıya taşındı. Cinsel dokunulmazlığa dair suç sayısı da son 5 yılda yüzde 155 artarak 2019’da 138 bin 529’a yükseldi.
Cinsel tacize karşı koruma talebi 2 milyona dayanırken, son 7 yılda koruma kararı talebiyle açılan dava sayısı 1 milyon 608 bin 657’ye ulaştı. Koruma talep eden kadınların 463 bin 590 başvurusu çeşitli gerekçelerle reddedildi.
Çocuk evlendirme
AKP, 2016’dan itibaren ‘evlilik mağdurları’ adı altında çocuk istismarını meşrulaştıracak düzenlemeleri gündeme getirdi. Çocukları alıkoyarak tecavüz eden ve bu nedenle cezaevlerinde yatan yaklaşık 10 bin erkeğe af çıkartmaya çalışan AKP, taslağı Meclis’ten geçirmek için fırsat kolluyor. Kadınların güçlü eylemlerle tepki gösterdiği taslağı askıda tutan AKP, yine de çeşitli söylem ve failleri koruyan yargı kararlarıyla çocuk yaşta evlendirilmenin önünü açtı. Son 10 yılda ‘reşit olmayanla cinsel ilişki’ başlığı altında 145 bin 939 çocuk istismarı davası Adalet Bakanlığı verilerinde yer aldı.
Şiddet olağanlaştırıldı
AKP döneminde ‘normalleştirilmek’ istenen şiddetin kayıtları bile tutulmadı. İçişleri Bakanlığı’nın ayrıntı vermeden keyfi olarak açıkladığı verilere göre; 2020’nin sadece ilk 6 ayında 88 bin 491 şiddet olayı kayıt altına alındı.
Kadına yönelik şiddetin artmasına, AKP’nin şiddeti önleyici yasaların uygulanmasını engelleyen politikaları neden olurken, şiddete karşı özsavunma geliştirmek isteyen kadınların mücadelesi de polis aracılığıyla sekteye uğratılıyor.
Cinayet yüzde 1400 arttı
AKP iktidarında kadın cinayetleri de yüzde bin 400 oranında arttı. 2009 yılında DTP Van Milletvekili Fatma Kurtulan’ın cinayetlere yönelik bir soru önergesine Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in verdiği yanıt, kadın cinayetlerinin 2002’den, 2009’a kadar yüzde bin 400 oranında arttığını ve 2002’de 66 kadın öldürülürken, bu sayının 2009’un ilk 7 ayında 953’e ulaştığını gözler önüne serdi.
Kadınlar işsiz bırakıldı
AKP’nin kadın istihdamına yönelik politikaları yıllar içinde, ucuz işgücünün temini ile kadını ev ve aileden sorumlu gören cinsiyetçi işbölümünün muhafazasıyla sınırlandırıldı. Esnek çalışma sistemi, kayıt dışı parça başı işler, evde yaşlı bakımına ücret bağlanması, düşük ücret politikası gibi yöntemlerle AKP kadını aileye hapseden bir strateji izledi.
DİSK/GENEL-İŞ Araştırma Dairesi’nin Mart 2020’de yayımladığı verilere göre; 2017 yılında yüzde 13.4 olan kadın işsizliği oranı, 2019 yılında yüzde 16.6’ya yükseldi. DİSK-AR’ın 2020 verilerine göre ise; genç kadın işsizliği de son bir yılda yüzde 27.2’den yüzde 32.9’a çıkarken, ne eğitimde ne istihdamda olan genç kadınların oranı ise yüzde 37 oldu.
Nafaka hakkına gasp
AKP 14 Ocak 2016’da Meclis’te “Boşanma Komisyonu” oluşturdu. Aile kurumunun güçlendirilmesi için oluşturulan bu komisyon boşanma davalarında arabuluculuk ve uzlaşma uygulanması, boşanmanın zorlaştırılması, kadının nafaka hakkının süreye bağlanması, kadının mal rejiminden kaynaklı yüzde 50 payının verilmek istenmemesi, aileye yönelik psikolojik rehberlik ve danışmanlık hizmetinin dini temele oturtulmak istenmesi gibi bir dizi adım attı. Bu adımların çoğu yasalaşmasa da fiiliyatta uygulanmaya başlandı.
LGBTİ+lar hedef gösterildi
AKP, iktidarının ilk yıllarında daha dikkatli ve ılımlı yaklaşım sergilediği LGBTİ+larla ilgili özellikle 2015’ten itibaren tam tersi bir yönelim gösterdi. Eşcinselliği hastalık olarak tanımlayan söylemler eşliğinde LGBT+ları hedef haline getiren politika ve uygulamalar trans kadınların IŞİD’vari yöntemlerle katledilmesine, şiddete uğramalarına alan açtı. LGBTİ+ların her yıl düzenlediği Onur Yürüyüşü yasaklandı, cinsel yönelimi nedeniyle şiddet görenlerin oranı arttı ve toplumdan dışlanmalarına yol açan ayrımcı uygulamalar yaygınlaştırıldı.
Diyanet Başkanlığı, Cuma Hutbesi’nde eşcinselliği sapkınlık olarak nitelendirerek ayrımcılığı körükledi.
İstanbul Sözleşmesi askıda
Kadınların yıllar süren mücadelesiyle gündeme getirdiği İstanbul Sözleşmesi’ne 2011’de imza atan AKP, 2012’de yürürlüğe giren sözleşmenin gereklerini yasal olarak yerine getirmese de, aile içi şiddete karşı oluşturulan 6284 sayılı kanun tedbirlerinin hayata geçirilmesiyle şiddette azalma gerçekleşti. Muhafazakar politikalarını derinleştiren AKP, hem 6284 sayılı kanunu hem de İstanbul Sözleşmesi’ni hedef alarak uygulanmasına engel olmaya başladı. Kadınların katledilmesinin, çocuklara tecavüz edilmesinin önünü açan bu politikalar, yargı tarafından da failleri koruyan kararlarla destekleniyor.
8 Mart ve 25 Kasım yasak
AKP iktidarı, kadınların sokaklara çıkarak haklarını aramalarının önünü kesmek için 8 Mart Dünya Kadınlar Günü ile 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Uluslararası Mücadele Günü’nü yasakladı. Özellikle son birkaç yıldır kadınların sokağa çıkmasını engellemek için kadınların karşısına binlerce polis dikiliyor, şiddet uygulanıyor, dava açılıyor ve gözaltılar yapılıyor.
İktidarın korkulu rüyası: Kürt kadın hareketi
AKP, özellikle iktidarının 3. döneminde, Kürt kadın hareketine, siyasetçilerine, kurumlarına, kadın iradesine ve eşbaşkanlık sistemine büyük bir saldırı başlattı. Bu saldırının ilk büyük ayağı, 2016’da gerçekleştirildi. HDP, DBP başta olmak üzere eşbaşkanlar, milletvekilleri, belediye eşbaşkanları ve Kürt kadın hareketinden kadınlar tutuklanarak cezaevine konuldu. HDP’li belediyelere kayyum atanarak kadınların iradeleri hiçe sayıldı, oy hakları gasp edildi.
Belediyelere atanan kayyumların ilk işi belediyelerin bünyesindeki kadın kurumlarını, şiddete karşı kurulan yaşam evlerini, kadın müdürlüklerini kapatmak, kadınların güçlendirilmesi için üretilen projeleri iptal etmek oldu.
31 Mart 2019’da yenilenen yerel seçimlerin ardından gasp edilen belediyelerini geri alan HDP’ye yönelik saldırı dalgası, 2020’de de tekrar devreye sokuldu.
Eşbaşkanlığa saldırı
AKP 2014 yılında ‘Demokratikleşme Paketi’nde yer alan ve partiler için yasalaştırılan eşbaşkanlık sistemini, 2016’dan itibaren HDPli belediyelere kayyum atamanın bahanesi haline getirdi. Çünkü kurmak istediği “yeni rejim”in önündeki en büyük engel eşbaşkanlık sistemiydi. Kürt halkının benimseyip sevdiği, Türkiye’nin çeşitli kesimlerinin desteklediği, birçok sivil toplum örgütünün uyguladığı eşbaşkanlık sisteminin sadece eşit temsiliyetle sınırlı olmadığı Kürt kadın siyasetçiler tarafından defalarca dile getirildi. Eşbaşkanlık sistemi toplumu değiştiren, erkeği iktidarından eden eşitlikçi bir mekanizma sunuyordu. Bu nedenle de eşbaşkanlık sistemi AKP’nin en büyük hedefi haline geldi.
Kürt kadın örgütleri basıldı
Kadınları aileye ve eve hapsetmek, şiddete ve baskıya razı gelmelerini sağlayarak hegemonyasını genişletmek isteyen AKP, başarı sağlayamayınca özellikle Kürt kadın hareketine yönelik baskıcı uygulamaları devreye soktu. İktidarı süresince 50’den fazla Kürt kadın kurumunu kapatan AKP, 2020’de de şiddete karşı mücadele yürüten kadın örgütlerine yöneldi. Rosa Kadın Derneği ve Özgür Kadın Hareketi’nin (TJA) büroları sk sık basıldı, başkanı ve üyeleri evlerinin kapıları kırılarak gözaltına alındı. 8 Mart’a, 25 Kasım’a katılmak, kadın cinayetlerine, şiddete karşı mücadele etmek suç sayıldı.
Tecavüz kültürü yaratıldı
Kürt kadın siyasetçilerin “özel savaş politikaları” olarak tanımladığı birçok uygulama Kürt kentlerindeki kadın ve çocuklar üzerinde yoğunlaştırıldı. Kürt kentlerinde artan kadın ve çocuklara yönelik taciz ve tecavüzler, şüpheli kadın ölümleri, erkek şiddeti özellikle de kayyumlar tarafından kapatılan kadın kurumlarının yokluğuyla had safhaya ulaştı. Yanı sıra bölgede görev yapan uzman çavuşların, Kürt çocukları ile kadınlarını hedef alan taciz ve tecavüz suçları ise yargının failleri koruyan cezasızlık kararlarıyla örtbas edildi.
* İlk bölüm için tıklayınız: Dış politika sarkacı: 2001’den 2021’e