“Aile, bir kadın, bir kadının bakmakla yükümlü olduğu çocuklar ve evlilik ya da kan bağı yolu ile üye olan yetişkin bir erkekten oluşan bir gruptur.”
Aileyi kutsaya kutsaya kadını hiçleştiren zihniyetin ürünü olarak karşımıza çıkan bu aile tanımı, Türkiye’nin önde gelen üniversitelerinden birinde eğitim veren bir hocamıza ait. Yıldız Teknik Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nden bir akademisyene, ailenin tanımını yapmasını istemişler. Kıymetli hocamız da yukarıdaki cümleler ile tanım buyurmuş. Bu hocamıza göre, erkekler çocuğa bakmakla yükümlü değil ve “yetişkin” sıfatı kullanılmadığına göre kadın evlenirken yetişkin olmasa da oluyor. Olabilir tabii, neticede memlekette her şey olabiliyor.
Sıkıntı, bu hocamızla kalsa iyiydi. Kalmıyor. “Kadın” kelimesini duyunca ya da sokakta, eylemde, camide “kadın” görünce hangi deliğe kaçacağını kestiremeyenler, çareyi kadını toptan yasaklamakta bulmuş. Akademisyenler Dr. Canan Aratemur Çimen ve Dr. Sezen Bayhan tarafından hazırlanan “Değişen Ders Kitaplarında Sekülerizm ve Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Araştırması”, eğitimde gelinen durumu özetleyen, oldukça kapsamlı bir inceleme. Aratemur ve Bayhan’ın çıkarımlarında ön plana çıkan maddelerden biri, kadının ve kadına dair içeriğin neredeyse tamamının yeni müfredattan çıkarılması.
Örnek verelim: Araştırmaya göre, Hititler’de kraliçenin yüksek statüsüne ve gelişmiş kadın haklarına dair yer alan ifadelerin neredeyse tamamı ile kadınları güç sahibi olarak temsil eden ve bunu olumlayan kısımların tamamı yenilenen kitaplarda yok. Çıkarılan ifadelerden bazıları şöyle:
* Eğer bir kadın kocasının evinde kalmak istemezse babasının evinden getirdiği çeyizi tanzim edebilir ve kadın gidebilir. (Hamurabi Kanunları) * Hititlerde tek eşle evlilik yaygındı.
*Kırgız kadınları erkekler gibi her işle uğraşırlar.
Milli Eğitim Bakanlığı’nın yenilenen ders kitaplarında “kadın-erkek eşitliği” diye bir kavramları yokmuş gibi davranmak için gösterdiği çaba, takdire şayan. Ancak kadını tamamen görünmez hale getirdikleri de anlaşılmasın. Kadın yine var. Anne, bacı, gardaş olarak var. Tek küçük sorun, aile diye bir şey yoksa kadının da olmaması. Yoksa sorun yok!
Geçen sene basılan Türkçe kitabında küçük bir çocuğun annesi için gözyaşı döktüğü satırlar, mesela, insanın içini burkuyor:
“Tüm gün çalışır. Tozları kovalamadan, yerleri parlatmadan, yemekleri pişirmeden asla yatmaz. Arkasından baktım, bir yandan belini tutuyor, bir yandan minderleri dövüyordu. Kıyamam anneciğime.”
İnsanın bu acıklı cümleleri okuduğunda, “Keşke baban da annene kıyamasa yavrum” diyesi geliyor. Yeni neslin, evde hiçbir şekilde hiçbir işe yaramayan baba figürü ile saçlarını her daim her şey ve herkes için süpürge eden kadın figürleriyle eğitilmesine tam gaz devam ediliyor. Eskiyle kıyaslarsak, bugün artık kadına tahammülsüzlük sınır tanımıyor. Kadınları aile kavramı dışında alan tanımlamaktan tarifsizce korkanlar onları hayalet yapmak için birbiriyle yarışıyor. Ancak kötü bir haber: Uzun vadede, nafile ve acıklı bir yarış bu. Türkiye’de kadın hareketi, bu densizliğe alet olanlar da biliyor ki, ne yaparlarsa yapsınlar durdurulamıyor!